MEDYAGUNDEM.COM- Arşive girip dün yazdıklarıyla bugün yazdıkları arasındaki çelişki ve tutarsızlıkları ortaya koysanız, içinizden sadece yüzlerine tükürmek gelir. Hele hele bunu sırf “iktidarı devirmek” için yaptıklarını biliyorsanız daha da tiksinirsiniz.
İşte Zaman gazetesinden İhsan Dağı.
Bugün “‘Kan ve petrol içenler’ geliyor!” diye yazıp, dün ne yazdığını unuttuğumuzu sandı.
Bugün “’Kan ve petrol içenler’ bölgeye yeniden geliyorlar galiba. Gelip Suriye’de Esed rejimini yıkacaklarmış. Gelsinler mi? Gelsinler diyorsanız ve hatta onları çağırıyorsanız, ortaklık teklif ediyorsanız, haftalardır Batı, ABD, Avrupa hakkında saydırdıklarınızı unutmaya hazır mısınız? İlkeli, ‘değer’li dediğiniz dış politika çizgisinin bu ‘ortaklık’la ‘değersiz’leştiğini söyleyenlere ne cevap vereceksiniz?” diye yazdı.
Oysa 10 Şubat 2012 tarihli Zaman’da şöyle yazmıştı:
“Suriye’de durumun insanî müdahaleyi meşrulaştıran bir noktaya geldiği kanısındayım. Bir yıldan az bir zamanda on bine yakın insanın öldüğü, Esed’in ordusunun tanklarla şehirlere saldırdığı biliniyor. Kendi halkına karşı böylesine kitlesel imha politikası yürüten bir yönetimin meşruiyeti kalmaz. O halk kendini savunamıyorsa dışarıdan destek moral bir yükümlülük haline gelir. Ancak sorun, ‘insanî müdahale’nin daha fazla insanî trajediye sebep olup olmayacağıdır. Herhangi bir dış müdahalenin ardından Suriye’nin içinde yaşanabilecekleri öngörmek zor değil; bir yandan Esed ordusunun girişeceği toplu katliamlar öte yandan da mezhep ve din savaşları…”
Dağı bugün yazısında, “Dolayısıyla ideolojilerden ilham alan dış politika hem dışarıyla hem içeride çatışır. İlkeden, ahlaktan söz eder ama söz ettiği sadece ‘öz haklılık’tır. Hangi ‘tasavvur’ adına hareket ederse etsin etrafında herkesle kavga eden bir ülkeye ne demokrasi ne de özgürlük gelir. Kavga ve çatışmanın sonu kabartılmış bir ‘tehdit algısı’dır. Sürekli kendini tehdit altında gören, herkesin tuzaklar hazırladığını sanan bir rejim için ‘demokrasi, hukuk ve özgürlük’ öncelikli konular değildir. Velhasıl, dış politikayı dünya ile çatışmanın veya içi inşa etmenin bir aracı haline getirmeden yürütmenin bir yolunu bulsak, belki bölgeye ‘kan ve petrol içenleri’ çağırmak zorunda kalmayız.” diye yazdı.
Oysa dün, 10 Şubat 2012 tarihli Zaman’da “Girelim mi, duralım mı?” başlıklu yazısında Suriye’ye acil müdahale isteyen kendisiydi, hem de NATO, ABD öncülüğünde. O gün “müdahale” isterken “kan ve petrol içenler” aklına gelmedi mi?
Daha neler neler dedi?
Zaman gazetesindeki bazı yazarların hükümete vurmak adına nasıl bir tutarsızlık ve ilkesizlik gösterdiklerini anlamak için Dağı’nın 10 Şubat 2012 tarihli yazısını aynen yayınlıyoruz.
Bu yazıyı okuduktan sonra Dağı’nın bugünkü yazısına bir bakın ve içinizden bir tükürme isteği geliyor mu gelmiyor mu siz karar verin:
(…)
Girelim mi, duralım mı?
10 Şubat 2012/ZAMAN
İHSAN DAĞI
Suriye meselesi tam bir çıkmaz. Türkiye açmazda. Suriye’de yaşananlar kabul edilebilir, katlanılabilir değil.
Ama bunun nasıl değiştirilebileceği konusunda kimsenin net, uygulanabilir bir fikri de yok. BM Güvenlik Konseyi’nden Esed rejimine karşı yeni yaptırım kararları gelmeyecek. Uluslararası bir askerî müdahaleye yeşil ışık yakan karar çıkması da imkânsız. Rusya ve Çin’in hem BM’de hem de ikili ilişkilerinde Suriye’ye destekleri devam ediyor.
Geriye NATO çerçevesinde bir operasyon ihtimali kalıyor. Türkiye’nin doğrudan bir NATO operasyonuna sıcak bakacağını sanmıyorum. Libya’da bu modele karşı çıkmıştı ilk önce, sonra operasyona katılmış da olsa. Türkiye, bölgeye NATO güçlerini getiren ülke olmak istemeyecektir.
Ancak oldu-bittiler de ihtimal dışı değil. Türkiye’ye yönelik Suriye’den gelen bir saldırı hem NATO’nun hem de Türkiye’nin bu konudaki tereddütlerini kırabilir. Ancak Suriye hükümetinin böyle bir yanlışa düşmesi beklenmez. Ahmakça olur bu… Tabii Suriye’den böylesi bir açık saldırı gelmeden de ‘Suriye saldırdı’ havası oluşabilir. Sınırda bazı karışıklıklar ve hatta bazı PKK eylemlerinin Suriye’den geçişlerle gerçekleştiği gibi iddialar da Suriye’ye karşı bir askerî hareketlenmeyi başlatmaya yetebilir. Dahası, Esed yönetiminin son günlerde iyice artırdığı şiddet dalgasının Türkiye’ye yönelik kitlesel göçlerle sonuçlanması da müdahale fikrini haklılaştırabilir.
Peki bütün bu operasyonel senaryoları kim yürütecek? Türkiye’nin NATO’yu arkasına alıp bu işe kalkışacağını sanmıyorum; ama NATO’suz da hem sonuç almak imkânsız hem de Rusya baskısını durdurmak. Kanımca ara formül; Arap Birliği’nin müdahale kararı aldığı, Türkiye’nin bu kararı yürütecek koalisyon güçlerine katıldığı, peşinden de NATO’nun operasyonel destek verdiği bir model gelişebilir.
Bu tür senaryoların konuşulduğuna, değerlendirildiğine kuşku yok. Gerçekleştirildiğini varsayalım. Sonuç ne olacak?
İlkesel düzeyde ‘insanî müdahale’yi desteklerim. İnsanların tek başına kendi devletlerinin zulmüne karşı koyamayacakları noktada uluslararası toplumun destek çıkması gerekir. Temelde, ahlakî sorumluluklarımızın ulusal sınırlarla sınırlandırılmasını ‘ahlakî’ bulmam. Mazlumları tiranlarıyla baş başa bırakmak, zulme seyirci kalmak, zalimden yana taraf olmaktır. Mazlumun yardımına dışarıdan, uluslararası desteğin gelme, yani insanî müdahale ihtimali caydırıcı bir faktör olabilir.
Suriye’de durumun insanî müdahaleyi meşrulaştıran bir noktaya geldiği kanısındayım. Bir yıldan az bir zamanda on bine yakın insanın öldüğü, Esed’in ordusunun tanklarla şehirlere saldırdığı biliniyor. Kendi halkına karşı böylesine kitlesel imha politikası yürüten bir yönetimin meşruiyeti kalmaz. O halk kendini savunamıyorsa dışarıdan destek moral bir yükümlülük haline gelir. Ancak sorun, ‘insanî müdahale’nin daha fazla insanî trajediye sebep olup olmayacağıdır. Herhangi bir dış müdahalenin ardından Suriye’nin içinde yaşanabilecekleri öngörmek zor değil; bir yandan Esed ordusunun girişeceği toplu katliamlar öte yandan da mezhep ve din savaşları…
Ayrıca Türkiye’nin de katlanması gereken ağır bir maliyet olacak. Ekonomik yük sorun değil, bunu konuşmak etik de değil. Benim kaygım, Suriye ile girişilecek bir savaş ve Suriye’nin yaşayacağı iç savaşın Türkiye’nin dengesini, kimyasını bozabilecek olması.
Etrafına düzen veren bir Türkiye, içerideki yeniden kuruluş sürecini aksatacaktır. Yeni anayasayı da Kürt meselesine çözüm ihtimalini de unutmak zorunda kalabiliriz. Müdahaleye taraf olmuşsanız bunun operasyonel başarısı ve başarının pekiştirilmesi temel öncelik olur. Başaramazsanız çünkü, artık bölgede kimse sizi ciddiye almaz. Güç kullandığınızda bu riski göze almışşsınız demektir. Oysa Türkiye bölgede yıllarca çok etkin biçimde ‘yumuşak gücü’nü kullandı. Bu gücü kullandığınızda kaybetmezsiniz. Sizi dışlamayacakları gibi, korkmazlar, size karşı bloklar oluşturmaya kalkmazlar. Çünkü yumuşak güç modelinde herkes kazançlı çıkar, ama en fazla bir çekim merkezi olmayı başaran yumuşak güç sahibi. Suriye macerası demokrasiyi zedeleyerek, ekonomiyi zayıflatarak, orduyu merkezî bir güç olarak yeniden tahkim ederek yumuşak güç özelliklerimizi hırpalayabilir. Ama Suriye halkını Esed’in insafına terk etmek de insanlığımızı azaltabilir… Açmaz sadece Türkiye’nin değil, teker teker hepimizin açmazı.
(…)
Şimdi bu iki yazi birbirine taban tabana zıt ha. Sizi gidi yalamacilikta sınır tanımayanlar…