Yeni Şafak’ta Salih Tuna’nın “O gazeteyi bunların elinden kim kurtaracak?” başlıklı yazısı şöyle:
Mahir Kaynak, Türkiye’de sol sanıldığının aksine Rusya (soğuk savaş döneminin Sovyetler Birliği) tarafından değil, ABD tarafından desteklendi, demişti.
Dikkat isterim, merhum, herhangi biri değil, 12 Mart döneminin ünlü MİT ajanıydı.
Bir defasında da, MİT’in sol örgütler içinde (koca soğuk savaş dönemi boyunca) Rus parmağı aradığını ama bulamadığını ifade etmişti.
Demek ki, 12 Eylül 1980 öncesi, “Komünistler Moskova’ya” sloganı atan Ülkücü kardeşlerimiz, “komünistlerin” gidiş – dönüş biletlerinin ABD’ye alındığından haberleri yoktu.
Nereye “seyahat” ettirildiklerinden habersiz solcularımız da, kendilerinde “anti – Amerikancılık” vehmediyorlardı.
İşin garibi, “Sağ topyekûn Amerikancıdır” şeklindeki ezberlerini bozmaya da hiç yanaşmıyorlardı.
Bu nedenle, “Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP) de solcu olmadığına göre demek ki sağcıdır, yani, Amerikancıdır” hükmünü kolayından veriyorlardı.
Halbuki…
Rahmetli Erbakan’ın tastamam “anti – Amerikancı olduğunu” söyleyen yine Mahir Kaynak’tı.
Hatta, (mealen) Rusya, Türkiye’de işbirliği kuracak olsaydı, sadece Milli Görüş çizgisindeki MSP’yle kurardı, demişti.
Doğrusu bu ya, Erbakan tüm siyasi hayatı boyunca “Batı Kulübü” diyerek ABD ve AB’ye karşı çıkmıştı.
Zaten bunun için dönemin başbakanlarından gerek Mesut Yılmaz ve gerekse Tansu Çiller kimi zaman Batı’nın gözünü, “Bizi desteklemezseniz Erbakan gelir ha!” yollu korkutmaya çalışmışlardı.
Uzun lafın kısası…
“Yerli ve milli duruşun” kuramsal düşüncesi mesabesindeki Milli Görüş bidayetinden beri anti – Amerikancıydı.
Bugün itibariyle her şey gayet net hal almıştır.
Ana akım sağda inkişaf eden AK Parti ve MHP “milli ve yerli” duruş sergilemekle, ister istemez, “anti – Amerikancı” çizgiye oturmuştur.
Bu da, ABD’nin, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden bölge politikalarına karşı çıkmanın doğal soncudur.
Şükür ki şükür, “Amerikancı sağ” artık marjinal hale gelmiştir.
O kadar ki, Komünizmle Mücadele Derneği içinde gelişen, “Yeşil Kuşak” projesiyle palazlanan “Amerikancı İslam” zihniyetiyle malul FETÖ’den ibaret kalmıştır. E tabii bir de, FETÖ’yü destekleyen liberal maskeli çakallardan…
Yeni yetmeler bilmez; Fetullahçı mürailer vaktiyle, “ehven-i şer” masalıyla muhafazakar kitleleri iğdiş ederek ABD muhibbi yapmaya çalışmışlardı.
ABD Doları üzerindeki In God We Trust (Tanrı’ya güveniriz) yazısı üzerinden bile ABD’nin ne kadar “ehven,” buna mukabil “Allahsız Rusya’nın” ne kadar “şer” olduğunu yıllar yılı propaganda etmişlerdi.
Sizin anlayacağınız, kapitalizmin kâr uğruna kendi “tanrılarını” bile ambalajlayıp pazara çıkaracağından habersiz muhafazakarları avlamak için yapmadıkları kepazelik kalmamıştı.
Çok enteresandı çok!
Muhafazakar kitleleri doların üzerinde “tanrı” yazıyor diye ABD’ye ısındırmaya çalışan bu güruh, “dinler arası diyalog” marifetiyle Kelime-i Tevhid’den (Lâilahe illallah Muhammedün Resulullah) “Muhammedün Resulullah”ı çıkarmıştı.
Hem Peygamberimiz (s.a.v)’i bu şekilde “işlevsiz” kılmaya çalışmışlar hem de muhafazakarların gözünü boyamak için “Kutsal Doğum Haftası” üretmişlerdi.
Yortu çağrışımlı mezkur haftada, Hz. Peygamber’in (s.a.v) adını doğum günü pastasına yazıp, afiyetle yemişlerdi.
Demem o ki, “dine karşı din” üretmekte son derece “maharetliydiler.”
ABD bu “maharetlerinden” de dibine kadar istifade etmek istediği için, 1999’da Pensilvanya’ya “hizmete” aldığı Fetullah’a, “din ihalesini” vermişti.
Adeta “yüklenici firma” gibi, hizmet deyince sadece Fetullahçı güruhun “hizmeti”, cemaat deyince sadece bu güruhun “cemaati”, hocaefendi deyince de sadece bu güruhun “hocaefendisi” akrediteydi.
Diğerleri ya bunlara biat edecek ya da terörize edilip imha edilecekti. (“Selam Tevhid kumpası” neydi sanıyorsunuz!)
Mahut totaliter din ihalesini alan bu güruhun PR’ını yapma görevini de, çoğunlukculuğa karşı çoğulculuğu dillerinden düşürmeyen liberal maskeli çakallar üstlenmişti.
Bugün, özellikle de 15 Temmuz’dan sonra, geleneksel sağ bunlardan hepten bağımsızlaşmış, vatan savunmasında, “direniş hatlarının” en ön saflarında yer almıştır.
Başka bir ifadeyle, Türkiye’de ana sağ akım artık bütünüyle “anti-Amerikancı”dır.
Gelgelelim, yurtsever solcularımız dışındaki ana akım sol da açık seçik şekilde ABD taraftarı olmuştur.
Gürsel Kadri’nin danışman olarak atandığı Cumhuriyet gazetesi bu garabetin en hazin örneğidir.
Yurtsever solcular ve gerçek Atatürkçüler bunları “Amerika yolcusu kalmasın” diye kovalamadıkça bu garabet bitmez.
Uzun lafın kısası: Türkiye’de solcularımız, sosyalistlerimiz (mahut gazete örneğinde olduğu gibi) Amerikancı çizgiye savrulurken, sağcılarımız Amerikan karşıtı çizgiye oturmuştur.
Gel de şimdi nurlar içinde yatası İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır” sözünü hatırlama.