Hilal Kaplan, Abdullah Gül’ün siyasi geleceğiyle ilgili çarpıcı tespitlerde bulundu. Kaplan, Erdoğan izole edilmeye çalışılırken Gül ise Gezicilere ve tüm muhaliflere göz kırptığını belirtti.
Yeni Şafak gazetesi yazarı Hilal Kaplan, bugünkü yazısında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son yıllardaki demeçleri ve attığı adımları değerlendirdi. Kaplan, Gül’ün Erdoğan’ın izole edilmeye çalışıldığı dönemde destek olmaması ve yaptığı bazı icraatlar sebebiyle parti tabanı tarafından da artık pek kabul görmediğini ifade etti.
İşte Hilal Kaplan’ın çarpıcı analizi:
‘Bugünkü şartlar çerçevesinde gelecekle ilgili siyaset planımın olmadığını belirtmek isterim.’
Abdullah Gül’ün bu sözleri tartışılmaya devam ediyor. Ne var ki, başından beri durum böyle değildi. Özellikle 2011’e kadar Gül’ün, Erdoğan sonrası için ideal Başbakan olacağı görüşü hâkimdi.
Ancak 2011’den itibaren Suriye krizindeki duruşundan İsrail’le ilişkilerine kadar pek çok sebepten ötürü Erdoğan, Batı tarafından adım adım izole edilmeye başlandı. Önce ‘tahmin edilemez lider’, ardından otoriter ve en son nerdeyse diktatör ilan edildi. Tüm bunlar olurken Gül, Erdoğan’ın duruşuyla arasındaki mesafeyi gittikçe açıyordu.
Ne var ki, Batı’nın Erdoğan’ı yalnızlaştırma çabası, Ak Parti tabanının Erdoğan’ın etrafında daha sıkı kenetlenmesine ve onun gittikçe fenomenleşmesine yol açtı. Böylelikle Gül’ün Erdoğan’a koyduğu mesafe de yavaş yavaş Ak Parti tabanına koyduğu mesafe olarak okundu.
GEZİ DÖNEMİ YAPTIĞI AÇIKLAMA
Bu kopuşun zirve noktası ise kuşkusuz Gezi ayaklanmasıydı. Gül’ün, Ak Parti’yi devirmek isteyen kitlelerin parolası haline gelen ‘Demokrasi, sandıktan ibaret değildir’ klişesini tekrarlaması silinmesi zor bir çıkış olarak hafızalara kazındı.
Düşünsenize, Gezi Erdoğan’ı ve dolayısıyla Ak Parti’yi yıkabilseydi, bugünlerde Ak Parti’nin kurucu babalarından olduğu sıklıkla hatırlatılan Gül, siyasî hayatından herhangi bir şey kaybetmiş olacak mıydı? Bilakis, siyasî planları daha da çeşitlenmiş potansiyel bir lider olarak tebarüz etmeyecek miydi?
ERDOĞAN’I VE TABANI ÜZDÜ
Gül, 17 Aralık sürecinde ‘paralel devlet’e ilişkin net açıklamalar yaptı. Ondan ‘frene basmasını isteyenler’in ellerini böğürlerinde bıraktı. Bu hakkın teslim edilmesi şart. Lâkin Gül’ün, özellikle seçim yaklaştıkça imza attığı bazı davranışlar, sanırım Erdoğan’ı da Ak Parti tabanını da üzdü. Bunların başında Başbakan için ‘Artık yok hükmündedir’ diye yazan gazeteciyi gezisine davet etmesi ya da yasa dışı dinlemelerle ilgili ‘Bu konularla ilgili bir kaygım yok’ diyerek aile mahremiyetine kadar ortaya dökülen ‘kardeşi’ Erdoğan’ı ‘ortada bırakan’ bir açıklamada bulunması sayılabilir.
GÜL’ÜN TABANDA BİR GÜCÜ KALMADI
Bu yüzden, üzülerek söylemeliyim ki, Gül’ün geleceğe dair bir siyasî planı olmadığını ‘bugünkü şartlar çerçevesinde’ vurgulaması olağandır. Çünkü bu çıkış fedakârca bir geri çekilişten ziyade, kendisinin mevcut durumda istese dahi Ak Parti tabanını bölecek veya Erdoğan’a rağmen fethedecek bir gücü olmadığının da itirafı olarak okunmaya müsaittir.
CUMHURİYET MİTİNGÇİLERİ GÜL’ÜN YANINDA
Bu tablonun ortaya çıkmasındaki en önemli faktör ise kendisinin siyasî değerinin, özellikle 2011’den bu yana ‘Erdoğan’a kaybettirme ihtimali’yle eşdeğer olarak konumlandırılmasına izin vermiş olmasıdır. Çevresinde ve gezilerindeki ‘demirbaş’ gazetecilerin pek çoğunun Gül’ün Erdoğan’ı zayıflatma ihtimalini sevdikleri için Gül’ü sevdikleri aşikârdır. O kadar ki, bu isimlerin önemli kısmını, Gül cumhurbaşkanı olamasın diye düzenlenen Cumhuriyet Mitingleri’ne methiyeler düzmüş gazeteciler oluşturmaktadır.
HER ŞEYE RAĞMEN…
Her şeye rağmen, 7 Şubat krizi sırasında bir gece yarısı önüne gelen MİT Yasası’nı anında onaylamasından tüm şerhlerine rağmen internet ve HSYK yasalarını onaylamasına kadar söylemlerinden çok icraatlarına bakıldığında Gül, Ak Parti’den ve onun gelecek tasavvurundan kopmadığını da belli etmiştir. Neticede siyaset, uzun soluklu bir yürüyüştür. Gül’ün yürüyüşünün umduğumuz gibi uzun soluklu olması, içinden çıktığı tabanın hissiyat ve kaygılarına öncelik vermesiyle ve kendisini Erdoğan’ın alternatifine indirgemek isteyenlere pabuç bırakmamasıyla mümkündür.
Aynen öyle! Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Başbakanlık, parti başkanlığı gibi yerlere bir daha geri dönmeyeceğiyle ilgili beyanatları var. Artık geriye dönüş olmaz demiştir ve söz vermiştir. Ülkenin en üst makamında görevini şöyle yada böyle yapıp bitirdin, artık benim yeni gelecek olanlara yardımcı olmam lazım deyip kenara çekilmek gerekmiyor mu? Evet, bu gün fazla konuşulmasa da, koltukları sadece siyasetçiler, politikacılar tutkunluk derecesinde sevmiyorlar, First Lady’lerin daha çok sevmesi koltuklardan kopamama problemlerini ortaya çıkartmaktadır ki, bizim ülkemizde bu inşallah yaşanmamıştır, yaşanmayacağını umuyoruz.
Doğrusu,Sayın Kaplan’ın görüşlerine katılmamak; “Ben siyasetten pek anlamıyorum.” demekle eş değerdedir. Ancak,benim gibi, her ikisinide çok seven insanlar,bu durumu dillendirmekten uzak durmaya özen gösteriyorlar…Sakat bir tutum ama,maalesef böyle…Paralel yapıda da aynısı oldu.Her şey gözlerimizin önünde, açık seçik olduğu hâlde,adamlara toz konduramadık.,Tabii,bu gibi durumla-
rın “görmezden gelinmesinin” cezası da ağır oluyor..! İnşâAllah bu sefer basiretimiz bağlanmaz.(Ben dahil)
Sayın Hilal Kaplan bir köşe yazarıdır doğal olarak yeni analizlere yeni öngörüşlere imza atmak dillendirmek durumundadır.Ama karşısında dik duran şimdiye kadar görülmemiş bir Halk adamından herzaman olağan dışı şeyler bekler.Zira yazısının son paragrafında açıklıkla bunu belirtmiş