Hamburg’da pişer, New York’ta ikiz kuleler düşer
İlk defa böyle bir şey duydum: Yayınevleri okuyup okurlarına tavsiye etsinler diye gazete yazarlarına kitap gönderirler ya, pek çok yönden ülkemizi de ilgilendiren Pulitzer ödüllü gazeteci Ian Johnson’un ‘Münih’te Bir Cami’ adlı kitabını çıkaran yayınevi bunu yaptığına pişman olmuş…
Bana söyleyenin yalancısıyım: Vatan gazetesinin bir köşesinde tavsiye edilmesi sonrasında kitabın satışı sekteye uğramış da ondan…
Olur mu, olur…
Nüvesi Hamburg’da atılan, bir ‘terör hücresi’ne dönüşüp 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerine militan ayarlamaya kadar varacak, Avrupa’da yaşayan müslümanları radikalleştirme çabalarının kökeninde istihbarat örgütlerinin var olduğunu anlamamıza yarayan bir kitap bu oysa… Bölgeyi ve insanlarını uzaktan tanımaktan kaynaklanan, yazarın içinde bulunduğu önyargılı ortamın havasından tam kurtulamamasının eseri bazı hatalı yönleri olsa da göz açıcı bilgiler var kitapta…
Amerikan istihbaratı İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da ikili bir faaliyet yürüttü. Bir yandan sol entelijansiyayı kontrol etmeye, diğer taraftan da Sovyet işgali altında kalmış Türk-İslâm cumhuriyetlerinin halklarını ‘dinsiz komünizme’karşı diri tutmaya yönelik faaliyetler…
Yıllarca bizde de sol aydınların yakın takibe aldıkları İngiliz dergisi ‘Encounter’ başta olmak üzere pek çok süreli yayının giderlerini sonradan CIA’ye dönüşecek OSS örgütünün karşıladığını dilimize de çevrilen Frances Stauner Saunders’in kaleme aldığı ‘Parayı Verdi Düdüğü Çaldı’ kitabından beri biliyoruz. Aynı ilgiye muhatap itibarlı ‘Paris Review’ dergisi için ortaya atılan benzer bir iddia da şu yakınlarda Amerikan kültür ve edebiyat çevrelerini karıştırdı.
Peki Orta Asya’ya dönük faaliyetler ne oldu? Johnson’un kitabı ‘Özgür Radyo’ (Radio Liberty) adıyla bölge dillerinde yayın yapan Münih merkezli bir radyoda örgütlenmiş grubun öyküsünü anlatıyor; onların bambaşka bir yoldan Almanya’ya gelmiş ve Ortadoğu’ya dönük yayınlar yapmak üzere örgütlenmiş bir Arap grupla kesişen öyküsünü…
Soğuk Savaş yıllarının kendine özgü şartlarında belirlenmiş ortak amaç, iki Almanya’yı ayıran duvarın yıkılmasına yakın değişmeye yüz tutmuş; bu arada Orta Asya’ya ve Ortadoğu’ya yönelik yayınlar yaparken yolları kesişmiş insanların yerini daha radikalleri almış…
Okuyana şu soruları sorduruyor Johnson’un kitabı: Soğuk Savaş yıllarında ‘hür dünya’ adına yola çıkanlar, faaliyetlerinde, başta CIA’den ve Alman istihbarat örgütünden yardım görüyorlardı; sonradan 11 Eylül eylemlerinde rol alacak radikal unsurlara yerlerini terk ederken istihbarat örgütü bağlantılarını da devretmiş miydi daha ılımlı unsurlar? Avrupalı istihbarat birimleri, İslâmi örgütlerin faaliyetlerini geçmişte olduğu gibi şimdi de içlerine sızarak yönlendirmeye çalışıyor mu?
Keşke kitabın Türkçesine de, orijinalinde olduğu gibi, kendilerinden söz edilen kişilerle ilgili özet bir bilgi ve ayrıntılı bir dizin de eklenseydi.
Johnson’un kitabı bizde etkileri pek araştırılmamış bir döneme Avrupa’da yaşananlar açısından ışık tutuyor. Kitabın esas eksenini oluşturan Soğuk Savaş yıllarında Türkler henüz kalabalık halde Almanya’nın ve diğer Avrupa ülkelerinin yolunu tutmamıştı; bu sebeple 11 Eylül uğursuz saldırılarına militan ayarlanırken eski irtibatların uzantısı olan örgütlerden yararlanılmış olduğu anlaşılıyor. 11 Eylül eylemleri sonrasında olaya adı karışan tek Türk, uçaklara binen 19 gençten biri olan Ziad Jarrah’ın Hamburg’ta birlikte yaşadığı kız arkadaşıydı.
Ön hazırlıkları Hamburg’ta yapılmış eylemlere Almanya’da bayağı bir yekün tutar hale gelmiş Türkleri de bulaştırmış olsalardı halimiz nice olurdu, düşünüyor musunuz?
Arada sırada düşünün derim…
İşin özünü de yazayım da yarına hazırlık yerine geçsin: Bir zamanlar İslâmi gruplara sızan ve onları yanlış işlere yönlendiren istihbaratçılar, son yıllarda Neo-Nazi gruplara sızıp masum müslümanları öldürttüler…
Ve daha neler yaptılar, neler…
TAHA KIVANÇ/STAR