Usta gazeteci ve yazar Sadık Albayrak’ın ilk baskısını 1997 yılında yaptığı “41 Orijinal Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre” isimli kitabının ikinci baskısı yeniden okurla buluştu. Kitabın ilk baskısına sunuş yazısını İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu dönem Recep Tayyip Erdoğan yazmış. Ve ortada Gezi Parkı’nda iki tane ağacın yeri değiştirildi diye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “çevre düşmanı” ilan eden çapulcular yokken bakın çevre konsunda nasıl bir kriz uyarısı yapmış: “Eğer zamanında ve sahici anlamda çok yönlü tedbirler alınmayacak olursa, büyük bir kriz söz konusu olacaktır…” Sadık Albayrak’ın tarihi kitabıyla ilgili çarpıcı noktaları bugün Sabah gazetesinde Mahmut Övür, “300 yıl önce İstanbul” başlıklı yazısında kaleme aldı. İşte yazısı:
Bu Pazar biraz siyasetten uzaklaşıp geçmişe gidelim… Elimde gazeteci- yazar Sadık Ağabey’in (Albayrak) ikinci baskısını yaptığı “41 Orijinal Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre” kitabı var.
Hızla büyüyen İstanbul’un çevre bilincine çok ihtiyacı olduğu bir zamanda biraz geriye dönüp, geçmişin hassasiyetlerini, inceliklerini hatırlamakta yarar var. 200 ya da 300 yıl öncenin İstanbul’unda Osmanlı’nın, sosyal yaşama, çevreye ve doğaya nasıl baktığını görmek, biraz o belgeler arasında dolaşmak insanı çok şaşırtıyor ve şu soruyu sorduruyor; Acaba biz, gelecek nesillere nasıl bir İstanbul, nasıl bir insan-çevre ilişkisi bırakıyoruz?
Çok değerli belgeler içeren ve bize köklerimizi anlatan bir başucu kitabı… Uzun yıllar köşe yazarlığı yapan Sadık Albayrak, siyasi iddiası olan onlarca kitabı arasına böyle bir çalışmayı katarak, bize, Kur’an’ın yol göstericiliğinde bu coğrafyada nasıl bir insan-şehir, insan-doğa ilişkisi kurulduğunu anlatıyor. Kısaca eğitim sisteminin görmezden geldiği Osmanlı geçmişimizi bugüne taşıyor. Amacı da belli:
“Bugün çevrenin bilimsel bir analizi yapılsa, geçmişteki uygulamaların, bugün için de geçerli olduğunu, insan ve çevrenin birbirinin ayrılmaz bir parçası gibi karşımıza çıkmakta olduğu görülecektir.”
Kitapta, Osmanlı’daki gündelik yaşama ilişkin belgelerden önce şu temel yaklaşım dikkat çekiyor:
“Osmanlının şehir hayatında ve toplum düzeninde yürürlüğe konan hayat tarzının izleri, bazı müelliflerin eserlerinde bilimsel olarak zikrettikleri İslami hayat tarzının sosyal yapısının bir yansıması gibidir.”
Toplum-insan, insan-hayvan ve çevre ilişkisine bir bütün olarak “canlıların ortak dünyası” gözüyle bakılıyor.
Bunu da en çarpıcı biçimde hayvanlara bakışta görüyoruz. Bu hayat tarzına ilişkin sadece belge ve bilgi yok, dış dünyadan bakanların izlenimleri de var. İşte iki örnek… De Lamartine’in “Doğuya Seyahat” adlı eserinden bir tespit:
“Müslüman Türkler de canlı-cansız yaratıkların hepsiyle iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara, köpeklere kısaca Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler…”
Bu da Montaigne’in Denemeler’inden: “Türklerin hayvanlar için bile vakıf ve hastaneleri vardır.”
Ve bir belge… İkindi vaktinden sonra hayvan çalıştırmanın yasaklandığı ferman 19 Ekim 1731 tarihinde 1. Mahmut döneminde yayınlanmış… Bu ferman daha sonra “Yük hayvanları” için Cuma günü tam gün tatile dönüşmüş.
Belgelerde, şehrin temiz tutulmasından, kanalizasyona, çöplerin dökülmesinden üretici-tüketici ilişkisinin düzenlenmesine ilişkin bir dizi kurallar silsilesi yer alıyor ve nasıl uygulandığı anlatılıyor.
Bütün bunlar bize, dünyanın ve ülkemizin hızla değiştiği, çevre sorunlarının sinyal verdiği bu küresel çağda, doğaya nasıl bakmamız gerektiğinin ipuçlarını veriyor.
Yeni bakış açılarına ihtiyacımız var çünkü dünyamızı ciddi bir çevre tehlikesi bekliyor. O tehlikeye ilk dikkat çekenlerden biri de; kitabın ilk baskısının yapıldığı 1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan… Cumhurbaşkanı Erdoğan sunuş yazısını şu uyarıyla bitiriyor:
“Eğer zamanında ve sahici anlamda çok yönlü tedbirler alınmayacak olursa, büyük bir kriz söz konusu olacaktır…”