Gezi Parkı’nın ‘özgür ruhu’nun sınırlarını görmek açısından artık olup bitene farklı bir mesafeden bakmak gerekiyor. Zira ‘Gezi Ruhu’ diye güzellemeler yapılan yeni durumun etrafında konuşlanan kimi çevreler hiç de iddia edildiği gibi özgürlükçü davranmıyor kendilerine yönelik eleştirel her tavrı ve durumu ‘aforoz’ gerekçesi sayabiliyorlar. Yönetmen Kutluğ Ataman da gezi sürecinde mahalle despotizmine maruz kalanlardan. Biz de Ataman’a olup bitenleri ve Gezi’nin sanat piyasasındaki yansımalarını sorduk.
Son günlerde sanat çevrelerinde Gezi olaylarındaki duruşunuzdan dolayı size karşı uygulanan sosyal linç konuşuluyor. Söylenenlerin doğruluk payı var mı?
Gezi olayları sırasında yaşadıklarım bence her sosyolog, antropolog ve toplumsal psikoloğun imrenerek deneyimleyeceği olaylardı. Yöntem olarak yirmili yaşlarımdan beri hep kendimi olayların dışında tutarım. Dışarıdan bakınca insan bir olayı bütün boyutlarıyla görebiliyor. Maalesef bu özgürlüğü kendime sağlamaya çalışırken son derece faşizan ve antientelektüel bir şekilde eleştirildim. Hatta Gezi Parkı’na sinemacı arkadaşlarımı dinlemeye gittiğimde Takva filminin senaristi Önder Çakar üzerime yürüdü. Mesele aslında Gezi’yle ilgili değildi. Cumhuriyet’in alıştırageldiği üzere toplumda insanlar kendilerine bir takım roller biçtikten sonra, bu rolü benimsiyor ve sonunda “oldum” zannediyorlar. Ben bazılarının son zamanlarda çok abarttığı türden yeni bir gençlik antropolojisine kani olmadım. Bir kızgınlık patlamasıydı. Asosyal klavye gençliğinin sosyali keşfetmesiydi. “Gezi ruhu” diye aslında olmayan bir ruh hali üzerinden sivil bir eylem gelişti. Ancak bu Türkiye’ye has değildi. Orijinal değildi. Hatta Türkiye’de bir ilk diyenlere de katılmıyorum: Beyaz Türklerin korku ve hezeyanları fazlasıyla ortaya çıktı. Küskün olduklarını, “memnun ve mes’ut” olamadıklarını gördük. Türkiye artık Nişantaşı ve Kadıköy değil. Haliyle birikmiş kızgınlıklar ve kendi özelimde bana yaşatılan profesyonel kıskançlıklar varmış. Gezi’nin getirmiş olduğu özgürlük illüzyonunda bunlar açığa çıktı. Bu acınası faşist uygulamalar sadece benim hayatımda değil hemen herkesin hayatında etkili oldu.
– Koç grubu serginizin sponsorluklarını da iptal etmiş bu süreçte. Gerekçesi neydi?
Sponsorluk değil aslında. Galeri Mana’yla Eylül ayında bir sergim vardı. Burada yapacağım bir video enstalasyonunu galeri direktörü Arzu Komili, Koç Vakfı’na ön satış için teklif ediyor. Olur, cevabı gelince de bana işin yapımını başlattılar. Gezi olayları başladı. NTV’de bir programa davet edildim. Orada, özetle çözüm sürecinin zarar görmesinden ve yeni anayasa çalışmalarının sekteye uğramasından korktuğumu söyledim. Gezi’nin yeni bir dil olduğunu, kendine güveni olan yeni nesillerin yetişmesi için gençlerin kendilerini yenilmiş hissetmemeleri, devlet şiddeti görmemeleri gerektiğini söyledim. Ertesi sabah galerime gittiğimde “Koç Vakfı’nın danışmanı Melih Fereli aradı, Ömer Koç dün gece seni NTV’de izlemiş ve konuşmanı hiç beğenmemiş, Melih bey ‘Ben, Ömer Bey ve Arter küratörler ekibi Kutluğ’un daha fazla AKP’yi eleştirmesini beklerdik, biz bütün sanatçılarımızın AKP’yi eleştirmesini bekliyoruz, bu yüzden eseri satın almayacağız’ dediğini söylediler. Şok oldum. Galerim de çok üzgün görünüyordu. Beraberce bunu kimseye duyurmayalım, en azından benim üzerimden genç sanatçılara bir oto sansür içgüdüsü yerleştirilmiş olmasın, dedik. Ancak bir kaç gün sonra beni Art Basel’den aradılar. Bizler bu konu duyulmasın derken kendileri böbürlenerek ‘Kutluğ’a ayar çektik’ diye anlatıyorlarmış. Tabii ki yurtdışında çok ayıplandı ve ARTER’in saygınlığına ciddi zarar getirdi.
– Bütün konserler iptal edilirken Earth Wind and Fire grubu Taksim’e getirilmek istenmiş…
Önemli bir kolektörüm doğum günü vesileyle Earth, Wind and Fire grubunu İstanbul’a getirecekti. Gezi olaylarına denk geldi. Ben ‘getirme o grubu, Taksim Meydanı’nda Gezi’yi provoke eden gruplar var, içine çekilme’ diye uyardım. Koç grubunun sanat danışmanı Melih Fereli Arter’den yazıp bana karşı çıktı ve konserin Gezi’de yapılmasını istedi. Ben karşı çıktım ve sonucunda konser Berlin’e taşındı. Akıllarınca bihaber insanlara hem eylemi, hem finansını yaptırtacaklar, hem de bizim haberimiz yoktu, başkaları yaptı diyecekler. Gezi sarhoşluğu böyle bir şey işte. Oysa bugün baktığınızda, ya Taksim’de o konser sırasında öyle bir ortamda onlarca insan ölseydi, bugün ne cevap vereceklerdi? Bizim haberimiz yoktu, her şey dedikodudan ibaret, o e-mailleri başkaları atmış mı diyeceklerdi? Düpedüz sorumsuzluk. Zaten bu süreci gözümle gördükten sonra gençlere ‘evinize dönün’ çağrısı yaptım. Süreçle ilgili ciddi şüphelerim oluştu, bu öngörülerimde haklı çıktığımı da gördüm.
– Neydi bunlar?
The Times’da çıkan, bence bu coğrafyada yaşayan her onurlu insanın karşı durması gereken o cahil, o tahakkümkar, o oryantalist duyuru. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Gezi’deki gençliği utanmadan Silivri’ye çağırması. Eğer bunları hâlâ rastlantı sanıyorsanız o zaman Gezi zekası denilen şey de yoktur. Mısır’da, Tunus’da tezgâhlananlara rağmen Gezi kaçırılmaya, gasp edilmeye çalışılmadı diyorsanız zaten konuşmamın anlamı yok. Ben sadece bunları biraz evvelinden hissettim ve bu konuda uyarmak istedim.
Sol pozisyonu gaspetmiş bir takım karanlık tipler
Samimi insanlara, demokrat insanlara sözüm yok, olamaz. İnançları doğrultusunda hareket ederler, ettiler. Ancak şunu da unutmayalım, ki son iki yıldır sürekli uyarıyoruz hükümeti, ‘Sanat camiası içindeki Ergenekon uzantılarına artık uyanın’ diye. Böyle bir aidiyet hissini taşıyan, genelde benim yaş üstüm bir jenerasyon var. Hükümete de kızgınım bu yüzden, çünkü yıllarca bunun araştırılmasını istedik. Sadece askerler mi? Ergenekon’un sivil uzantıları var. Sanat ve kültür dünyasında da yok mu? Sol olduklarını iddia eden, sol pozisyonu gaspetmiş, sol ideallerle uzaktan yakından alakası olmayan, üstüne üstlük sanatla da uzaktan yakından alakası olmayan, bir şekilde sanatçı sayılmış, Cumhuriyet müsameresinde sanatçı rolünü oynayagelmiş karanlık tipler bunlar.
Beyaz Türkler toplama kampı kurmaya hazırlanıyor
Sürekli ‘AK Parti baskı yapıyor’ diyorlar. Ama ben bu baskıyı hissetmiyorum. Türkiye’ye geldiğimden beri tüm sindirmeleri sırtlarını derin devlet ideolojisine dayamış ulusalcı sözde sanatçılardan ve şimdi de burjuvazimizden çektim. Hükümet engellemesi olsa neden söylemeyeyim ki? Olmadı ama. Peruk Takan Kadınlar’ı İtalya’daki sefaretten Dışişleri Bakanlığı’na raporladılar 28 Şubat sonrasında, ‘din propagandası yapıyor’ diye. ‘Ruhuma Asla’ için ‘eşcinsel propagandası yapıyor’ diye rapor yazıldı, Sydney’den. Tüm bu davalar ulusalcı, sözüm ona Atatürk hayranı, ama damarına kadar faşist kesimlerden geldi. Alev Alatlı ‘beyaz Türkler küstü’ diyor. Bence beyaz Türkler düpedüz konsantrasyon kampı kurmaya hazırlanıyorlar. Bu da beni ürkütüyor.
Derdiniz üzüm yemek mi bağcı dövmek mi?
– Gezi’yi temsilen Başbakan’la görüşmeye giden ekipte olmanız Gezi’de çok öne çıkan bir isim olmadığınız için bazılarınca çok yadırgandı. O görüşmeye gitmenizin sebebi neydi?
Bakın size çok açık ve net söylemek isterim. Benim Gezi’deki tavrım, Pazar gününe kadar hükümeti eleştirmekti. Ancak Pazar günü sonrasında iş başka oldu. Gezi’deki barışçı ve demokratik protestonun paralelinde bugün artık daha da net görebildiğimiz kirli senaryolar tezgâhlanmaya başladı. Kişisel olarak yaşadığım bazı şeylerden dolayı, ciddi şüphelerim oluştu, ki devam eden süreçte bu öngörülerimde haklı çıktığımı da gördüm.
Biz demokratlar bu ülkede hep iyiyi ve güzeli isteyerek barışcı protestolarla yola çıktık. Ama arkasından hep başka oyunlar tezgâhlandı. Benim için Taksim meydanına ulusalcı ve terör destekçisi grupların çıkması sonucu olay zaten bitmişti. Gezi “kendimizi ayrıştırıyoruz” dedi ama bu doğru değil. Ben oradaydım. Atatürk’ün askerleriyiz diyenler, TGB, Kaldıraç, DHKP-C’den tutun da sabahlara kadar içki içip mavra yapan 50 yaş grubu eski-yenik-yeni-romantik solcu sanatçılarımıza kadar herkes oradaydı. Kürtleri dövmeye kalktılar. Küfür, seksizm, lümpen davranışlar gırla gidiyordu. Aralarında dolaşırken bazen çok genç kadınlar oğlanlar gelip sarılıyordu o başka. LGBT grupların her alanda boy göstermesi çok olumlu oldu—bugün Çarşı bile maçlarda söylemeyecekleri bazı kelimeleri öğrenmiş oldular bu iyi! Bu genç sivil, sivil derken kıyafetten değil uygarlaşmadan sözediyorum, bu sivil damarı hâlâ destekliyorum aksi düşünülemez zaten. Bunlar bizim atar damarlarımızdan bir tanesi ve asla bastırılmamalılar, saygı ve sevgi görmeliler.
Başbakan’a gittik bizi dinledi
– Bu ortamda Başbakanlık’tan arıyorlar. Davet ediyorlar. Şimdi siz bir taraftan ceberut devleti eleştirin, ama öte yandan devlet sizinle konuşmak istediğinde “hayır gelmem” deyin. Bu çelişki değil mi?
Maalesef CHP ve beyaz Türkler gençlerin kafasında “Nazi Erdoğan” imajını yaratmaya çalıştı. Bu söylemin kendisi kadar faşist, emperyalizmin ekmeğine yağ süren bir söylem düşünemiyorum. Herhalde bu söyleme inanmışlar da benim Başbakanla görüşmemi yadırgadılar. Bu onların sorunu. Başbakan’a olan saygım onu seçen halka olan saygım ve sevgimden geliyor. Kendisiyle görüşmemin sebebi, bir an önce ortalığın yatışması, insanların daha fazla yaralanmadan, ölmeden evlerine dönebilmesi, eğer dilerlerse şiddet ortamına mahal vermeyecek şekilde protestolarına daha üretici bir şekilde devam edebilmesi ve ülkemizin de zarar görmemesiydi. Başbakan’a ‘halkınız sizden güler yüz ve güzel söz bekliyor’ dedim. Bana sordu ‘Güzel sözden ne kasdediyorsun?’ diye. ‘Topçu kışlası olmasın, olacaksa da referandumla olsun’ dedik. Bizleri dinledi. Sonuç ortada. Eleştirenlere sormak lazım şimdi sizin derdiniz üzüm mü yemek yoksa bağcı mı dövmek diye.
‘Sen faşist misin’ diye sordum
Başbakanla konuşmaya gittiğimin önceki gecesi Azize Tan ve diğer sinemacı arkadaşlarım görüşme teklif ettiler. Gitmeden arkadaşlarımın görüşlerini de almak için Gezi’ye gittim. Sinemacılar çadırında Azize’yle konuşurken bu vatandaş (Önder Çakar) çıkageldi. Çevresine başka insanları da almıştı ve benim üzerime yürüdü. Gezi’yi terketmemi emretti ‘yoksa fena yapacağım’ dedi. Ben de kendisine sakince “kimi nereden hangi hakla kovuyorsun, bu hakkı kendinde nasıl bulabiliyorsun, faşist misin sen” diye sordum. Hem “Gezi Ruhu” diye sözüm ona demokratik özgürlükçü bir şeyden söz ediyorlar hem de böyle davranıyorlar. Genellemek yanlış ama baktım çadırın altında Meltem Cumbul, Güven Kıraç, başka tanıdık dizi oyuncuları, hepsi sindirilmiş, gözlerini kaçırıyorlar. Azize Tan araya girdi. Ben böyle durumlardan korkmam. Ama ne yalan söyleyeyim provoke olup haddini bildirmekten, kendimden korktum. Sonra benim başıma patlayacaktı biliyorum. Sustum. Endüstrideki arkadaşlarımın isteklerini bir 10 -15 dakika daha dinledim, yazdım, sonra da oradan ayrıldım.
– Gezi olayları sürecinde sosyal medyada olup bitene dair sağduyulu paylaşımlarda bulundunuz. Ancak olayların hız kazandığı dönemde facebook ve twitter hesabınızı kapattınız. Neden?
Kapattım çünkü benim sosyal medyada bulunma amacım reklam, aman efendim kaç tane takipçim olduğu falan değildi. Gezi sürecinde sosyal medya olduğundan daha da dibe vurdu. Küfür, tehdit ve en kötüsü gündelik faşizmin her türlü dışavurumu o kadar fazlaydı ki benim için sosyal medya artık uygar, sivil bir alan değil bir nefret ve cehalet pornografisi alanına dönüştü. Bu yüzden kapattım.
Artistler Gezi’de Koç’a poz verdi
Koç sanat temalı eğlence parkının mikifare sanatçısı, vakvak amca küratörü olmak isteyen varsa olsun. Gezi sürecinde barikatlar üzerinde fotoğraflarını çektirip sosyal medyada paylaşmaları maalesef bu bağımlılıktandı. Halkın parasıyla finanse edilecek özel sektöre paralel bir sanat sisteminin hayata geçebilmesi işte bundan dolayı önemli. (STARGAZETE)