MEDYAGÜNDEM- Gazetecilikte 50. yılını deviren, Milliyet’in “dinozorları”ndan biri olan 80 yaşındaki Hasan Pulur, t24 isimli internet sitesine söyleşi verip, gazetesini yerden yere vurdu.
Milliyet’teki bir yazısı geçtiğimiz gün yayınlanmayan Pulur, belli ki gemileri yaktı, kovulmayı göze aldı. Çünkü anlattıkları 50 yıllık bir gazetecinin çalıştığı gazetenin tüm “mahremiyetini” yerle bir edecek,” yatak odası”nı açacak acemilikte değil. Pulur belli ki Milliyet’ten vuruşarak ayrılıyor.
Hele şu sözleri üç kuruşluk bir araba için gazetesini anında harcayan bir yazar profili ortaya çıkarıyor ki, medyanın içler acısı halini göstermesi açısından da ibretlik:
“Gidilen yol, daha önceden belli olmuştu. 50 yılını dolduran, yürüyemeyen adamın altından üç kuruşluk arabayı alıyorlar. (…) Beni tedirgin edip arabamı alarak Milliyet’ten ayıramazsınız. Ama yazılarıma müdahale edemezsiniz. Kovacaksanız, kovun.”
Pulur’un sözlerinden bazıları şöyle:
(…)
‘Arabalarımızı çekip aldılar; yürüyemeyen adamdan arabası alınmaz’
Gidilen bu yol, daha önceden belli olmuştu. Yazarlara işe gidip gelsinler diye birer araba verilmişti. Benim de rahatsızlığım nedeniyle çok elverişli olmuştu. Ama arabaları, Derya Sazak’ın da bilgisi dahilinde olduğunu belirterek, tasarruf gerekçesiyle çekip aldılar.
– Ne zaman aldılar arabanızı?
Sansürden önce. Gazetenin işleri iyi gitmiyormuş. Sözleşmede “Araba verilir” diye bir kural yok, tabii ki gerekiyorsa arabalarını alabilirler. Ama yaptıkları şık değil. Hasta, yürüyemeyen bir adamın arabası yoksa araba verilir, altından arabası alınmaz.
– Araba size ne zaman tahsis edilmişti?
Demirörenler, Milliyet’i Aydın Doğan’dan aynı şekilde almışlardı. O zaman araba vardı.
– Arabayı sadece sizden mi, yoksa diğer yazarlardan da aldılar mı?
Meral Tamer’in de, Güneri Cıvaoğlu’nunkini de almışlar. Hasan Cemal’i bilmiyorum. Tuhaf olan, bana yazıyla “Gazetemiz zarar ediyor, arabalarınızı almak zorundayız” dedikleri pazartesi günü, Milliyet Yazı İşleri, Beyoğlu’nda gece kulübünde eğlence yaptı. Bu nasıl zararsa…
(…)
‘Milliyet’te tehlikeli bir gidiş var’
– Yazınızın yayımlanmaması hakkında Derya Sazak ile konuştunuz mu?
Sazak’ı aramadım, o da beni aramadı. Ben 20 küsur sene Abdi İpekçi’nin yanında yazı işleri müdürlüğü yaptım. Bu gibi hallerde genel yayın müdürü, yazı sahibini arar ve “Anlaşalım” der, en azından konuşur. 15 gün Milliyet’in yakınındaki bir hastanede yattım, bana uğramadı.
– 1958 yılından itibaren gazetenin mutfağında katkı sunmaya başlamış biri olarak, bugün Milliyet’i elinize aldığınızda ne hissediyorsunuz?
Hayat, diyorum. Derya’nın döneminde kötü gazete çıkarmıyorlar. Ama onlara da söyledim, bir kere ipin ucunu kaçırdın mı, tutamazsınız. Bugün bana, yarın sana. Tehlikeli bir gidiş var.
‘Yayın yönetmeni Sazak gibi davranmamalı’
– “İşin ucu Derya Sazak’a dokunabilir” mi diyorsunuz?
Zaten bir kere istifa ettikten veya ihtilaf çıkardıktan sonra, yayın yönetmeni öyle davranmamalı.
– “Hükümetten İmralı zabıtları ile ilgili yazılmaması için eğilim aldığını” söylediğiniz Demirören karşısında Derya Sazak, sizce ne yapabilirdi? Veya şöyle soralım; siz bugün yayın yönetmeni olsanız, ne yapardınız?
“Bu adamın yazısını koymayın” veya “Bu adama 15 gün izin verin” deseler, ben bu tartışmanın içinde olmazdım.
(…)
‘Milliyet’e yeni gelen yazarlar hava cıva’
– Demirören ile Erdoğan ilişkisinde sizce köşe yazarları “mayın” mı?
Bildiğim, yeni yazarlar aradıkları. Fakat buldukları yazarlar, tutmuyor. Bugün Milliyet’e gelen yazarlar, hava cıva.
– Yeni yazar derken, Pelin Batu gibi isimlerden mi bahsediyorsunuz?
Gibilerden. Pelin’i babasından tanırım. Şimdi görüyoruz, yeni yazarlara bir tepki yok; saldıran da yok, “Ne iyi yazdın” diyen de. “Komşu kızına aşk mektubu yazmak” derlerdi, bu durumlar için.
(…)
‘Aydın Doğan, Milliyet’i satarak ayıp etti’
– Peki bugün, diğer işlerde kolları olmayan bir iş adamı sizin için gerçekçi değilse Karacan ve İpekçi’nin Milliyet’i de hayal mi?
Bu trend böyle gittikçe olmaz.
– “Aydın Doğan, keşke Milliyet’i satmasaydı” diyor musunuz?
Tabii, ayıp etti satarak. Aydın Doğan, Milliyet sayesinde bugüne geldi.
(…)