Sunculuğunu Ferda Yıldırım ve Ertem Şener’in yaptığı belgesel Erdoğan’ın dünden bugüne fotoğraflarının gösterimi ve “73 milyon vatandaşımıza efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldik” sözleri ile başladı. Erdoğan, belgeselde emeği geçenleri kutladı.
Başbakan Erdoğan, soru üzerine ismini babası Ahmet Erdoğan’ın verdiğini söyledi. Recep ayında doğduğunu ifade eden Erdoğan, dedesi Tayyip’in de ismini aldığını kaydetti. “Ceddiniz unutmadığınız sürece geleceğinizde de siz hatırlanırsınız” diyen Erdoğan ilkokul ve imam hatipte Tayyip ismiyle çağrıldığını ancak ilkokuldaki din dersinde öğretmenin, “kim namaz kılabilir sorusu” üzerine namaz kendisinin parmak kaldırdığını ve namazı kıldığını bu sebeple zaman zaman kendisine “hoca” diye hitap edildiğini söyledi. Erdoğan, “Ahmet ve Tenzile Erdoğan’ın size özel bir hitabı var mıydı” sorusunu yanıtlarken “Teyyüp” hitap ettiklerini belirtti.
Erdoğan, bir soru üzerine, çocukluğunda sakin değil haraketli olduğunu, mahalle komşuluğu yaşadığını, annesi ve babasının nahiyesindeki her insanı tanıdığını, Kasımpaşa’da sokaklardaki herkesi tanıdıklarını dolayısıyla komşuluk ilişkilerinin çok iyi olduğunu ifade etti.
“Bisiklet alacak durumda değildik”
Erdoğan, sokaklarda çelik çomak, uzun eşek ve yakartop, evde ise dama, dokuz taş gibi oyunlar oynadıklarını, kandillerde ise kule oluşturup ateş yaktıklarını anlattı. Erdoğan, bisikleti olup olmadığına ilişkin bir soruyu ise “Maalesef bisiklet alacak durumda değildik” diye yanıtladı.
Çocukluğunda Rize’de çay ve fındık topladığını aktaran Erdoğan, “Gittiğimizde babam beni yalnız bırakmazdı, okulum sebebiyle. Yine orada bir hocaefendiye teslim eder, imam hatip yıllarında Kuran-ı Kerim, Arapça derslerine orada ayrıca gitmişimdir ve oradan aldığım derslerin de benim hakikaten gelişmemde çok büyük faydası oldu” dedi. Rize’ye gittiklerinde yakın akraba ve arkadaşlarını ziyaret ettiklerini ifade eden Erdoğan, babasının vasiyeti üzerine hala bu ziyaretleri gerçekleştirdiğini kaydetti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir diğer soru üzerine Karadeniz mutfağının zengin olduğunu ve annesinin çok maharetli olduğunu anlattı. Evlerinin misafirsiz kalmadığını, babası Ahmet Erdoğan’ın haber vermeden misafirler getirdiğini, sofranın hızla hazırlandığını ve yerde, sinide yenildiğini belirtti.
“Babam otoriterdi”
Erdoğan, “Babama ‘Kaptan Amca’ diye hitap ederlerdi, lakabı buydu. Babam aynı zamanda da bizim hemşerilerin kasasıydı. Yurt dışında gemilerde çalışan bizim hemşehriler, bunların illa akraba olması da şart değil. Köylüler, komşu köylerden olanlar, onu bir yediemin olarak görürlerdi. Paralarını babama bırakırlardı, giderlerdi. Babam oradan hepsinin birer zarfı vardı, hesapları ben tutardım. Köyde eşine onlara parayı oradan, onlar ne kadar isterse sağlam güvenilir insanlarla otobüslerle gönderirdi. Bundan dolayı da çok güvenilen bir insandı” diye konuştu.
Babasının çok otoriter olduğunu, yetişmelerinde, karakter yapılarının oluşmasında Ahmet Erdoğan’ın ciddiyetinin çok ciddi katkısı olduğunu ifade eden Erdoğan, ağızlardan kötü söz çıktığında cezasının çok ağır olduğunu anlattı. “Küfür ettiğiniz anda faturasını çok ağır ödersiniz onun içinde zaman zaman babam bizimle hesaplaşmıştır” dedi.
Yatılı okuduğu zaman babasının kendisine haftada 2,5 lira verdiğini onunla kartpostal alarak sattığını, bunun yanında simit ve su satarak para kazandığını ve bu paralarla kitap almaya başladığını belirtti. Erdoğan, kitaplara olan ilgisini fark eden babasının kendisine ihtiyaçlarına uygun bir kütüphane yaptırdığını söyledi.
“Şiir yarışmasında birinci oldum”
Erdoğan, şöyle devam etti:
“O aralarda, şu anda mevcut gazetelerden bir tanesinin düzenlemiş olduğu bir şiir yarışması vardı. Türkiye Teknik Ressamlar Cemiyeti aslında düzenleyen. Fakat o dediğim grup da bir ödül koymuştu. Teknik Ressamlar Cemiyeti duvara monte bir kütüphane, yayın grubu da bir kitap serisi ödül olarak koymuştu. Mithatpaşa Kız Sanat Enstitüsü, Kız Meslek Lisesindeydi yarışma. O yarışmaya katılmıştık ve o yarışmada ben birinci olmuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla 500 lira gibi bir para ödülü almıştık. O zaman o benim için çok büyük bir ödüldü. Bir taraftan duvara monte kütühane, kitaplar falan, ilk aldığım ödül de buydu.
Aklımda kaldığı kadarıyla iki tane şiir yarışma vardı biri buydu diğeri daha sonra olmuştu. O zamanlar çocuk rollerindeki artistlerden Parla Şenol vardı, onun da katıldığı bir yarışmaydı. Biz derece yaparak ben birinci oldum. O yarışmayı kazandık, kütüphanedeki ilk adımı atış, kendi kitaplarıma sahip oluş orada başladı.
Liseler arası münazaralara okulumuz adına katılmam hasebiyle o zaten sizi iki şeye sevk ediyordu: Bir araştırmaya, iki okumaya. Araştırma yapacaksın, okuyacaksın ki o tezi en iyi şekilde hazırlayabilesin. Bunlar bize ciddi zenginlik kazandırdığı gibi bir de tabii kitleler karşısındaki konuşma cesaretimizi artırdı.”
“Çocuk sevmek geleceği sevmek”
Gittiği yerlerde çocuklara oyuncak hediye ettiği hatırlatılarak, bu hassasiyetinin nereden geldiği sorulan Başbakan Erdoğan, çocuk sevgisinin Hazreti Muhammed’in en önemli sünnetlerinden olduğunu vurguladı. Hazreti Muhammed’in çocuklara yönelik davranışlarından örnekler veren Erdoğan, “Ben de hakikaten çocuklara karşı emsalsiz bir sevgi var, çok seviyorum. Aynı şeyi şu anda torunlarım için de o sevgi söz konusu” diye konuştu.
Çocuğu sevmenin geleceği sevmek anlamına geldiğine dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam ettii:
“Onlara verdiğiniz o sevgi onların kendi dünyasında farklı bir zenginliğin temellerini oluşturuyor aslında. Sizden sevgiyi görürse o da sevgiyi yarın başkalarına aktaracaktır. Ama azarlamayla büyürse ondan kalkıp şefkat bekleyemezsiniz. Onun için yarının şefkat edecek nesillerini yetiştirmek için onları bu şekilde yetiştirmemiz, büyütmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü onlar sevgiye muhtaç kalmasınlar. Onlara bu sevgiyi her yerde verelim. Annesi olsa da verelim olmasa da verelim.”
Erdoğan, çocukların “Recep Tayyip Erdoğan denildiğinde aklınıza ne geliyor” ve “O nasıl biri” sorularına verdikleri cevapları da izledi. Çocukların yanıtlarını tebessümle seyreden Erdoğan, düşüncesinin sorulması üzerine, “Hepsi ayrı bir tespit yapmış, bu iletişim çok anlamlı. 3 çocuk, 5 çocuk onu bile yakalamışlar. Onlar bile mutlular, demek ki ihtiyacımız var” dedi. Erdoğan’ın sözleri salondakileri güldürdü.
“Kasımpaşa şu anda Türkiye’nin bir özeti durumuna geldi”
Kasımpaşalı olmanın anlamı sorulan Başbakan Erdoğan, “Bu, aslında bugünün bir jargonu değil, mazisi çok eski” karşılığını verdi.
Kasımpaşa’nın, Osmanlı’da denizcilikte müstesna kesimin yerleşik olduğu bir yer olduğunu belirten Erdoğan, Kuzey Deniz Saha Komutanlığının da hala orada olduğunu hatırlattı. “Şu andaki hal, Kasımpaşa değildir” diyen Erdoğan, kendilerinin ahşap bir binada oturduklarını söyledi.
Yaşadıkları dönemin Kasımpaşa’sı hakkında bilgi veren Erdoğan, “Daha sonra Kasımpaşa’da tabii ki doğru bulmadığımız, zaman zaman mafyanın içine karışmış tipler de buralardan çıkmaya başladı. Yani yoğunlukla efendilerin oturduğu, yerleşik olduğu Kasımpaşa bu hale geldi. Daha sonra onlar da yine bir değişime uğradı ve Kasımpaşa adeta şu anda Türkiye’nin bir özeti durumuna geldi” ifadesini kullandı.
Yaşadığı yıllarda ağırlıklı Karadenizlilerin Kasımpaşa’da olduğunu, daha sonra Romanların geldiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
“Şimdi oradan kalan, mafyamsı o yapıdan kalan o kabadayılık. Kasımpaşalı deyince, ‘bunlar kabadayıdır ama bunun yanında tabii bir de sözünün eridir.’ Bir şeye söz verildiyse o sözü yerine getirir, karşı taraftan da sözünü yerine getirmesini bekler. Getirmediği takdirde de bedeli ağır olur. Böyle bir anlayış var. Doğrusu biz o anları, günleri yaşadık, gördük, bildik. Böyle bir şeyin içerisinde yetiştik. Bir de o dönemdeki aile yapısı içinde de bir karakter oluştu üstte. O oluşan karakter de size bazı şeyler veriyor. Neyi veriyor? Sözüyle özünün bir olmasını veriyor. Örneğin bize onu verdi. Bu, okulumuzda da bize bütünleşmeyi sağladı, getirdi. Ben Kasımpaşa’yı doğrusu böyle anladım, böyle tanıdım.”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da aslında “Kasımpaşalı sayılacağını” ifade eden Erdoğan, semtte hala dostları, arkadaşları olduğunu ve onlarla görüştüğünü söyledi.
İmam hatipli olduğu hatırlatılarak, “Siz okurken ötekileştirmeye dair hangi sıkıntıları yaşadınız?” sorusu üzerine Erdoğan, kendisinin imam hatibe gitmesinde ilkokuldaki müdürünün vesile olduğunu belirtti.
Müdürün tavsiyesi üzerine babasının imam hatibe götürdüğünü, sınavı kazanarak okula gitmeye hak kazandığını aktaran Erdoğan, şöyle konuştu:
“O zamanki ötekileştirme şuydu, öğretmenlerimiz bize şunu söylerdi: ‘Niye siz buraya geldiniz? Ölü mü yıkayacaksınız? Bütün bu diğer liseler varken ne işiniz var burada?’ O zaman bu, ötekileştirmenin kullandığı jargon buydu. Buradan siz rahat rahat her üniversiteye gidemezsiniz. Gideceğiniz yer o zaman sadece yüksek İslam enstitüsü vardı veyahut fark dersleri vereceksiniz. Fark derslerini verdikten sonra normal üniversiteye gideceksiniz. Mesela ben okuduğum dersi fark ders olarak gittim Eyüp Lisesinde verdim. 6 dersten gittim Eyüp Lisesini bitirdim. 6 dersten imtihana girdim Eyüp Lisesinden diploma aldım. Eyüp Lisesinden aldığım diplomayla ben Marmara Üniversitesine girdim. O zaman Aksaray İktisat ve Ticaret Fakültesiydi. Oraya öyle girdim. İmam hatibe ötekileştirme ta orada başlamıştı.”
“Dört çocuğumun dördü de imam hatip mezunu oldu”
Kendinden sonraki kuşakların önünün açıldığını ancak 28 Şubat’la yeniden imam hatiplilerin önünün kapandığını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“O dönemin birçok yöneticileri inanın imam hatiplerde hangi dersin okutulduğunu bilmiyor. İmam hatip denilince zannediyor ki sadece Kur’an, Arapça, tefsir, fıkıh, hadis bunlar okunuyor. Halbuki hiç alakası yok. Bunlar da okunuyor ama bunun yanında edebiyat, Türkçe, fizik, kimya, felsefe, sosyoloji, tarih bunların hepsini okuduk. Onun için de bizim dönemlerde diğer liseler 6 seneyken, orta lise, biz yedi sene okuyorduk, bir sene fazla okuyorduk. Böyle bir durumu vardı. Böyle haksızlıklar karşısında, buralar aşıla aşıla gelindi. Yapılan neydi? Dedik ki ‘Sabır. Çalışacağız. Çünkü buradan almamız gereken bazı dersler var.’ Benim dört çocuğumun dördünün de gerek eşim, birlikte kararımızı verdik ama çocuklarımda da babalarından aldıkları herhalde o heyecan, coşku, dördünü de imam hatibe gönderdik, dördü de imam hatip mezunu oldu. İmam hatipten çıktılar. ”
“Bu, adalet mi?”
İmam hatip mezunlarına üniversiteye gitmeleri konusunda erkeklere katsayı, kızlara ise hem katsayı hem başörtüsü engeli olduğunu, bu dönemlerin yaşandığını anlatan Erdoğan, şöyle dedi:
“Bu, adalet mi? Bir taraftan kalkacaksın, diyeceksin ‘Ötekileştirme yok, biz böyle bir şey yapmıyoruz.’ Türkiye’de şu anda hala bu zihniyet var. Adli yılın açılışında da buna şahit olduk. Bir taraftan bunu söyleyeceksiniz, ‘İnanç ayrımı yapmıyoruz’ diyeceksiniz, bir taraftan bunu söylerken öbür taraftan ‘Başörtüsünü inancım sebebiyle kullanıyorum’ diyen çocuğa eğitim hakkı vermeyeceksin. Ona sosyal hayatta iş imkanı vermeyeceksin, kamuda iş imkanı vermeyeceksin, bu adalet mi? Hani ayrım yoktu? ABD’de okuyabiliyor, batıda okuyabiliyor orada tüm bu imkanlar var ve çalışabiliyor. Bu imkanlar da var. Peki Türkiye, halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, niye okuyamıyor. Türkiye laik. Eyvallah. Laiklik ne demek? Bu noktada da 1982 Anayasasının gerekçesinde çok açık, net var. Nedir? Bütün inanç gruplarına eşit mesafede olmak o yönetimin laikliğin de gereği olarak görevi. Eşit mesafede olacaksın. Dolayısıyla burada bir ayrıma gidemezsin. Ama maalesef bu ayrımı da yaptılar. Şimdi bunlar aşılıyor. Rahatsızlığın altında yatan bu zaten. Biz de ne diyoruz? Bu ülkede başı açık olan da başı örtülü olan da bütün imkanlardan istifade etmeli. Yani biri bir fazla, öbürü bir geri olmasın. Hepsi aynı haklara sahip olsun, rekabet içerisinde olsun ve bu rekabet içerisinde de bu toplum birbirini kucaklasın, birbirini sevsin. Anlayış bu.”
“Ailede hanım hariç herkes Fenerbahçelidir”
Futbola ilgisinin bilindiği belirtilerek, “Fenerbahçe sevginizin temelinde ne yatıyor?” denilmesi üzerine Erdoğan, “Başbakan olarak bunu cevaplamak çok zor” sözleri izleyenleri güldürdü.
Fenerbahçe’yi tutmasının bireysel tercih mi, yoksa bir yakının yönlendirmesiyle mi olduğu sorusuna Erdoğan, “Aslında bizim ailede futbolla ilgili ne babamda ne yakınlarımda böyle bir hastalık yoktu, tam aksine, tersi vardı” karşılığını verdi.
İmam hatibe başladığı dönemde futbol tutkusunun başladığını anlatan Erdoğan, okul bahçesinde futbol oynadıklarını belirtti.
Mahallelerde de takımların olduğunu aktaran Erdoğan, kendi mahallesinin kulübünde futbola başladığını söyledi. Fenerbahçeli olan mahalle kulübü başkanının Lefter’in de “hastası” olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, “Bizi de alır götürürdü maça. Biz de Lefter’in o zaman ki sergilediği oyunları görerek, ondan herhalde etkilenmiş, büyülenmiş olacağız ki böylece bir Fenerbahçelilik bizde başladı” diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, 16 yaşında amatör ligde İstanbul genç karmaya seçildiğine, bu süreçte statlara serbest giriş kartı aldığına değinerek, şunları kaydetti:
“Serbest giriş kartıyla o zaman adı Mithatpaşa Stadı idi şu andaki yıkılmış olan İnönü Stadyumu’na bedava girebiliyorduk o kartımızla. Benim ilk transferim de Camialtı’na olmuştu. 17,18 yaşlarındaydım. Aynı zamanda imam hatipte okuyorum. Ama babamın haberi yok. Babam sonra öğrendi. Önce biraz kızdı ama sonra babamı da alıştırdık. Fenerbahçeliliğimiz bu şekilde gelişti. Şu anda da ailede hanım hariç herkes Fenerbahçelidir. Ama bu son olaylardan sonra bütün aile nedense soğudu bu işten. Yaşanan olaylar filan aileyi epeyce soğuttu.”
Erdoğan, eşinin hangi takımı tutuğu sorusuna ise “Beşiktaş” yanıtını verdi.