MOON
ERDEM YAVUZ YAZDI
Türkiye’de bir zamanlar meşhur olan ama şimdilerde artık pek önemsenmeyen Koreli Sun Myung Moon, zatürre teşhisiyle Seul’de yatırıldığı hastanede, 92 yaşında 15 Eylül 2012 tarihinde vefat etti. Vefatının ardından yardımcısı Bo Hi Pak, ”O bizim babamız ve Tanrı’nın mesihiydi. Vücudu Tanrı tarafından özel olarak yapılmıştı bu nedenle 100 yaşına kadar yaşayacağına inanıyorduk” diye bir açıklama yaptı.
Moon, mesih miydi değil miydi bilemem ama özel bir insan olduğu kesin. Moon Kuzey Kore’de fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi, Japonya’nın işgalindeki Kore’de o dönemde Budizm ön plandaydı, mecburen ailece budist oldular ancak Japonya 2. Dünya Savaşı nedeniyle Kore’deki gücünü zayıflatınca, Moon da açlıktan ölmemek için Budizm’den vazgeçerek Hırıstiyanlığı seçti ve Kuzey Kore’de insani yardım merkezi olarak faaliyet yürüten aslında misyonerlik çalışması yapan protestan kiliselerinden birine bağlı olarak çalışmaya başladı.
Sun Myung Moon’un, kısık gözlerinden zeka fışkırdığını misyonerler kısa zamanda anladı, kilisede kendini sevdirdi hızla geliştirdi. Ondaki ezber ve hitabet yeteneği misyonerler arasında takdirle karşılanıyordu.
Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ile ABD gözünü Kore’ye dikti, Çin o dönemde Tayvan sorununa o kadar konsantreydi ki, ABD’nin Kore’yi işgal planını fark edemedi, ABD yardım bahanesiyle Güney Kore’ye asker gönderip, askerler Kuzey Kore’ye geçince, 1950 yılında Çin ve ABD arasında 3 milyon kişinin öldüğü bir savaş başladı.
Moon o dönemde Kuzey Kore’yi cazip bir pazar olarak görüp büro açan, mürit kazanmak için bol para dağıtan ve bütün semavi dinleri birleştirdiğini idda eden Yehova Şahitleri’ne katıldı. Ancak Yehova işi fazla uzun süremedi, çünkü ortalık fena karışmış savaş geliyordu, 1950 yılında Kore savaşı başladığında yürüyerek Güney Kore’ye geçti, Güney tamamen CIA’in kontrolündeydi ve Kuzey’den gelen herkes Çin ajanı gözüyle sorguya alınıyordu. Moon’u ilk olarak Güney Kore istihbaratında çalışan ve ölene kadar ayrılmadığı Bo Hi Pak fark etti, Moon önce tercüman sonra danışman kadrosuna alındı, 1954 yılında savaş bittikten sonra, Güney Kore istihbaratının önerisiyle, CIA destekli anti komünizm propaganda birliklerine katıldı. “Dünya Barışı için Aile Federasyonu ve Birlik” isimli bir kilise kurdu ve hızlı bir şekilde örgütlendi, Moon kilisesine gelen herkese İsa ile Buda ile konuştuğunu kendisinin dünya barışı için özel görevlendirildiğini anlatıyordu, kilise cemaatine içki, sigara kesinlikle yasaktı iyi bir aile hayatı Moon’un genel prensibiydi, Evlendirme ajansı gibi çalışan ve önceleri gülerek yaklaşılan bu oluşum yıllar içerisinde maddi zorluk içindeki akıllı gençleri bünyesine kattı, iyi eğitimlerden geçmelerini sağladı.
1960’lı yıllarda Moon artık Güney Kore’nin kendisine dar geldiğini ve ölüm tehlikesi içinde olduğunu ABD’de daha faydalı olacağına CIA’yi ikna etti ve ABD’ye Pensilvanya’ya göç etti, Moon’un Amerika yılları komünizm tehlikesi bitene kadar çok güzel geçti, adeta dokunulmazdı, ABD gibi vergi konusunda katı kuralları olan bir ülkede 1980 yılına kadar vergi ödemediği bir türlü anlaşılamadı.
Koreli Sun Myung Moon, 1960-1990 yılları arası dünyada nasıl etkin bir şahıs haline gelişinin özet hikayesi bu… Moon’un kurduğu karışık sistemin her yere ulaşma kabiliyeti vardır. Moon’un vazgeçmek zorunda kaldığı Dinler arası Hoşgörü ve Diyaloğ çalışmalarında bayrağı şimdi hangi tarikat grubunun üstlendiğinin aslında pek önemi yok amaç aynı ABD’nin dünya’nın kritik bölgelerindeki kontrolünü kolaylaştırmak, bir insanın kutsal olduğuna şartsız inanan şahısları, vatan bilincinden uzaklaştırmak ve kutsal olduğunu düşündükleri şeye hizmet etmelerini sağlamak bu herhalde istihbarat servisleri için en kolay çalışma yöntemi olmuştur.
Bizim “Amerikalı top sakal”, 15 Haziran 2012 tarihinde yani Moon daha ölmeden önce ne yazmış bakalım:
“Cemaat Türkiye’den çıkmış en büyük dünya markasıdır. Hatta şunu da söyleyebilirim Türkiye’nin dünya çapında en büyük ve tek ihraç ürünü Cemaat’tir. Ancak bu yalın gerçeğe rağmen Cemaat özellikle son dönemde Türkiye’nin saçma sapan gündemiyle uğraşmaktan, kaprisli yazarlarına kendini anlatmaya çalışmaktan kendini alamıyor. Türkiye’de üretilen, köpürtülen ve kaynatılan gündeme açıklama yapma ihtiyacı hissediyor. Oysa Cemaat gibi global bir hareket için Türkiye’de olanların bir çakıl taşı kadar bile kıymeti olmamalıdır. Türkiye’yi seviyor olabilirsiniz. Türkiye’nin demokratikleşmesini de önemsiyor olabilirsiniz ama Cemaat gibi global bir hareketin Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi son derece sıradan ve basit bir konuya bu kadar enerji sarf etmesini hiç akıllı bulmuyorum. Türkiye demokratikleşse Cemaat’in ne kazancı olacak da derdiniz anlatmak için kendinizi paralıyorsunuz?”
“Amerikalı top sakal” ne güzel anlatmış, “Global Cemaat” karşısında Türkiye’nin ne önemi var. Devede kulak gibi bir şey, top sakal Amerikalı bir akademisyene atıfta bulunarak, “Amerikan tarihinde Martin Luther King’den sonra çevreden merkeze yürüyen en büyük değişim hareketinin çekirdeklerini içinde barındırıyor bu okullar ama kendileri bile farkında değil” diye anlatıyor.
Herhalde bu top sakalın samimi arkadaşı olan akademisyen ABD/Utah’daki Moon merkezini görmemişti veya ırkçılığa karşı çıkan ama FBI tarafından komünist sanılan zenci Papaz King’in Vietnam savaşı nedeniyle ABD’yi eleştirince aniden kilisede öldürüldüğünü bilmiyor.
İşte bu “top sakallar” böyle bir düşüncenin ürünü, onlar için Türkiye’nin çıkarlarından çok ABD’nin menfaatleri geliyor. ABD onlar için dünyanın merkezi, AKP kapanmış, Türkiye fakirleşmiş, hak, hukuk adalet çökmüş bir önemi yok, onlar için “İlahi Prensip” ne derse o…
