Ortadoğu uzmanı Graham Fuller her ne kadar eski bir CIA yöneticisi olsa da, ABD merkezli Rand düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı etiketiyle Amerikan gizli servisine çalışmaya devam ediyor. Teröristbaşı Fetullah Gülen’in de ABD’de yaşaması için referans mektubu yazan isimlerden biri olan Fuller, kişisel bloğunda 19 Şubat 2016 tarihinde bir yazı yazdı. Yazı ABD’nin Türkiye’yi “teslim alma” şartnamesi gibiydi. CIA ajanı Fuller madde madde sıraladığı talepler yerine getirildiğinde Türkiye’nin ancak nefes alabileceği tehditlerini sıraladı. Fuller Türkiye’ye “Suriye’den çekil” diyerek aslında “biz PKK’ya devlet kurduracağız Türkiye de bunu engelliyor” mesajını gizleyemedi. Terör örgütü YPG ve PYD’yi “Suriye Kürtleri” diye tanımlayan Fuller, Türkiye’nin teröre karşı meşru müdafaasını da “Suriyeli Kürtlere kötü davranıyor” diye çarpıttı.
CIA ajanı Fuller Türkiye’ye “Suudi Arabistan’la ilişkini kes, ABD, Rusya ve AB ile çalış” uyarısı yaptı.
Fuller’in yazısı Türkiye’nin Gezi kalkışmasından bu yana neden teslim alınmaya çalışıldığının da kodlarını içeriyor. Ve ABD’nin tüm kirli operasyonun arkasında nasıl yer aldığını da…
İşte Gülen’in akıl hocası CIA ajanından Türkiye’ye tehdit mesajları:
(***)
Türkiye dış politika karmaşasını nasıl aşar?
Modern Türkiye tarihinin en büyük dış politika fiyaskolarından birini aşmak için Türkiye’nin neye ihtiyacı var?
İşin ironik yanı bu karmaşadan doğrudan sorumlu olanlar, yani mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile eski Dışişleri Bakanı ve mevcut Başbakan Ahmet Davutoğlu, on yıl kadar önce yeni, yaratıcı ve başarılı bir dış politika geliştirmiş olan kişiler. Peki nerede hata yapıldı? Ve Ankara şu anda kendisini gömdüğü o derin çukurdan nasıl kurtulabilir?
Cevap basit: Erdoğan ve Davutoğlu şu an terk etmiş oldukları on sene önceki başarılı olan prensiplerine geri dönmeliler.
Ankara için en baskın ve acil görev bir an önce Suriye’den çıkmaktır.
Zira Suriye politikası Türkiye’nin uluslararası pozisyonunu yerle bir eden en büyük etkendir. Ama net olmakta fayda var: Ankara Suriye’deki mevcut felaketten birincil olarak sorumlu değil. Birincil sorumlu Suriye Başkanı Başar el Esad’dır. Fakat Erdoğan sorunu ciddi şekilde körüklemiş, Suriye’de savaşan cihatçı radikal unsurları cesaretlendirmiş, mezhep tartışmalarına çomak sokmuş ve Suriye Kürtlerine kötü davranmıştır. Bütün bunlar Türkiye için gerçekten önemli olan bir dizi ülke ile ilişkilerini bozmuştur: İran, Irak, Rusya, Çin, ABD, AB, Kürt toplulukları ve tabii Suriye.
Peki, Ankara ne yapmalı?
Esad’ın yakın zamanda devrilmeyeceğini artık anlamalı (her ne kadar 2011’deki ayaklanmadan sonra devrileceğini varsaymak mantıklı idiyse de). Esad’ı devirme saplantısından kurtulmalı. Rusya, ABD, AB, Çin, Mısır ve çok sayıda Suriyeli, haklı olarak Esad’ın gidişinden sonra yerini alacak olanın Esad’dan çok daha kötü olacağına inanıyor. Türkiye’nin bu sonuçsuz mücadeleye devam ederek kaybedeceği şey çok, kazanacağı ise pek yok.
Büyük güçlerle birlikte Suriye’de barışçıl bir çözüm için çalışmalı: ABD, Rusya ve AB ile çalışıp Suudi Arabistan’ın dev bir uluslararası Sünni ordusu eliyle Şam’ı kontrol etme yönündeki absürt vizyonundan uzaklaşmalı.
Ankara, daha önceki politikasına dönüp mezhep kavgalarının üzerinde bir politika izlemeli: Türkiye’de çoğunluk Sünni ama geniş bir Şii ve Alevi nüfus da var. Türkiye yüzyıllardır Sünni İslam’ın önde gelen temsilcisi olarak anılmıyor. Hatta Türkiye on yıl kadar önce Sünni ve Şii gruplar arasında tarafsız olmayı seçtiğinde saygı ve prestij kazanmıştı. Şimdi taraf tutmanın hiç sırası değil.
Iran ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmalı. İran’ın bölgedeki rolü her geçen gün artıyor. Bu Türkiye için stratejik ve ekonomik açıdan çok önemli. Demokrasisi hâlâ oluşma aşamasında. İki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye Tahran’ın müttefiki Esad’ı devirmeye kalkınca bozulmuştu.
Irak ile yakın çalışarak mezhep çatışmalarını engellemeli. Irak’ta sadece Sünnilerin tarafını tutmamalı. Bölünmüş bir Irak Türkiye’ye yarar sağlamaz. Bu İran’ın da işine gelmez, o da birleşik ve istikrarlı bir Irak’ta etkin olmayı tercih eder. Türkiye Irak’taki mezhep tartışmalarını bitirebilecek donanıma sahip, Bağdat ile mükemmel ekonomik ilişkileri var ve Irak Kürdistanı’nın refahı konusunda çıkarları ortak.
Suudi Arabistan’la stratejik ilişkiler geliştirmekten vazgeçmeli. Suudi Arabistan Türkiye’nin değer verdiğini söylediği her şeyi reddediyor: ılımlı İslam, dini ve etnik hoşgörü, mezhepçi ve müdahaleci olmamak, demokrasi, küreselleşen piyasalar, kültürel çekicilik ve yumuşak güç. Bunların yerine, Suudi Arabistan’ın istediği Ankara’yı bir Sünni mücahit haline getirip Esad’a, İran’a, Irak’taki Şiilere ve Yemen’deki Zeydi Şiilere karşı bir müttefike dönüştürmek.
Diğer Körfez ülkeleriyle ortak hareket etmeli, özellikle mezhepçi olmayan bir anlayışla. Katar ile bağ kurmak özellikle faydalı olacaktır.
Rusya ile ilişkileri düzeltmeyi bir öncelik haline getirmeli. NATO’yu Rusya ile yaptığı bu akılsızca didişmede yanında sürüklemeye çalışmamalı. Gerçek şu ki Moskova’nın Suriye denklemine girmesi Ankara’nın bütün seçeneklerini ve hareket alanını ortadan kaldırdı. Ve Ankara Rusya’yı diplomasi ile yenemez. Ayrıca, beğenin ya da beğenmeyin, Rusya Suriye’de siyasi olarak yerleşmek için iyi bir pozisyon aldı. Eğer Türkiye yukarıdaki politika değişikliklerini gerçekleştirirse Moskova ile ilişkileri zaten otomatik olarak düzelecektir.
Bölgedeki bütün Kürt unsurları ile yakın ilişki kurmalıdır. Türkiye daha önceki politikalarında sergilediği akılcı tutumla Irak Kürtlerini yakın bir müttefik haline getirmiştir. Fakat Erdoğan daha önce Türkiye’deki Kürt hareketi yani PKK ile çığır açan yakınlaşmasının sone ermesine izin verdi. Ankara, Suriye’de IŞİD’e karşı etkin bir şekilde mücadele eden az sayıdaki gruptan biri olan Suriye’deki Kürt hareketi ile de temas kurmayı reddetti. Kürtlere karşı topyekûn bir savaşa doğru gidebilir ve bunu belki savaş alanında kazanabilir ama siyasi olarak kaybedeceği de açıktır.
Bölgede büyüyen bir Kürt varlığı olduğu barizdir. Bu durum yaklaşık 25 yıldır yükselen bir eğridir ve Kürtler bölgedeki her türlü çatışmadan de facto özerklik sağlayıp dünya tarafından tanınmaktadır. Eğer Ankara bölgenin herhangi bir yerinde Kürtlerin daha fazla özerklik elde etmesini engellemek istiyorsa bu ancak Kürtlerin yabancılaşmasına sebep olur. Ayrıca böyle bir duruş Kürtlerin siyasi, ekonomik ve kültürel taleplerinin ortaya çıkışını ancak hızlandırır. Kürtlerin yükseliş sürecini bloke etmeye çalışmak sadece başarısız olmaz, Türkiye ve bütün bölge Kürtleri için gelecekte yok da çirkin ve tehlikeli bir ilişkinin oluşması anlamına gelir.
İroniktir ki doğru şekilde davranılıp daha fazla özerklik verilen Kürtlerin çoğu Türkiye’yi bölgesel bir koruyucu, ekonomik merkez ve kültürel bir mıknatıs olarak görmektedir, tabii Ankara onları dışlayıp yabancılaştırmadığı sürece. Kürtlerin bölgede değerli jeopolitik bağlar kurmak için bakacağı başka neresi var ki?
Ankara’nın, iki buçuk milyondan fazla mülteciyi insani bir şekilde ve masraftan kaçınmayarak Türkiye’de barındırıyor olması takdir edilecek bir konu. Suriye’deki iç şiddet yavaş yavaş sona ererken pek çok Suriyeli evine dönecek ama tamamı değil. Bu Türkiye için bir sorun da olabilir, bir fayda da sağlayabilir. Osmanlı geleneği imparatorluk şemsiyesi altında yaşayan Araplara bir görev biçmişti. Bugün Türkiye yeni Suriyeli Türk vatandaşları sayesinde zenginleşip güçlenebilir ve Arap dünyasına girebilir. Türkiye halihazırda çok uluslu bir ülke, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan ve Orta Asya’dan gelen pek çok başka grubu da barındırıyor. Güçlü bir Arap varlığı ve tecrübesi Türkiye’nin bölgesel gücüne, ekonomik erişimine ve yeteneklerine katkı sağlayacaktır.
Son olarak Türkiye Washington ile fırsat bulduğu yerde işbirliği yapmalıdır. Ama bunu ancak Washington’un politikaları akılcı ve üretken olduğu sürece yapmalıdır. 11 Eylül’den bu yana (hatta bazılarına göre daha da önce) Ortadoğu’daki ABD politikaları felaket şekilde kötü, başarısız ve hatta yıkıcı oldu. Ankara bunlara katılmadı. Başkan Obama son dönemlerde ABD’nin müdahaleci ve agresif tavrından vazgeçmiş durumda, özellikle de Suriye konusunda. Eğer Ankara bütün bu politika değişimlerini gerçekleştirirse Washington ile ilişkileri de gelişecektir. Tabii bu, bir sonraki ABD başkanının da Ortadoğu’ya akılcı bir şekilde yaklaşacağı varsayımına dayanmaktadır, ki küçük bir ihtimaldir.
Bütün bu senaryo Erdoğan’ın da akılcı bir şekilde hareket edeceği ve Türkiye’nin dış politikadaki çıkarlarını kendisi için daha fazla güç ve iktidar sağlamak yönündeki bölücü ve pervasız çabalarına feda etmeyeceği varsayımına dayanmakta. Erdoğan’ın kişisel çıkarları Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla aynı değil.
Erdoğan daha önce Atatürk’ün akılcı sözünü başarıyla uygulamıştı: Yurtta sulh, cihanda sulh. Şimdi bu prensiplerden uzaklaştı ve iki barışı da kaybetti.