Suriye Leyla, bunlar Mecnun’du
Büyük bölümü eski tüfek solcu. Şimdilerde kendilerine “ulusalcı”adını veriyorlar.
Uzunca bir süredir Türkiye‘nin izlediği Suriye politikasını yerden yere vuruyorlar.
Suriye, askeri uçağımızı düşürdü, mal bulmuş gibi üzerine atladılar. Neredeyse zil takıp oynayacak hale geldiler…
Kimi, “Ben demiştim” diye söze başladı.
Kimisi, uçağın Başbakan‘ın tahrikleri sonucu düşürüldüğünü söyledi. Kimi de “O uçağın orada ne işi vardı?” diyerek, Türkiye‘yi sorgulamaya kalktı…
Bunlardan biri dün, “Suriye’nin uçağımızı düşürerek, Başbakan’ın karizmasını çizdiğini” yazdı. Yine Erdoğan‘a yüklendi.
Peki, Türkiye‘nin “karizması” ne oldu?
Umurunda mı, önemli olan Erdoğan!
Başbakan zarar görüp sıkıntıya girsin de Türkiye de arada gidiversin!
İşte pek çok meseleye böyle bir gözlükle bakıyorlar. Hırsları ve düşmanlıkları çoğu zaman akıllarının önünde gidiyor.“Yazarımız” diyor ki: “Bu savaş Türkiye’nin savaşı değildir.
Tayyip Erdoğan’ın kendi savaşıdır.”
Yani “Bir sıkıntı ortaya çıkarsa, ben yokum” demeye çalışıyor. Sıkılmasa, atlayıp Şam‘a gidecek. Suriye Diktatörü‘nün dizinin dibine oturacak. Önce saygılarını sunup, ardından yemin billah edecek:
-Vallahi ben Erdoğan’ın yanında değilim.
O, bunları yazıp çizedursun, bir başkası Suriye‘nin sözcülüğüne soyunup, Başbakan‘a veryansın ediyor: “Uçak faciasının yegâne sorumlusu Başbakan ve izlediği Suriye politikalarıdır. Erdoğan bunun hesabını mutlaka verecek.”
Bir diğeri ise, Hükümetle Genelkurmay Başkanı arasında “ciddi bir sorun olduğunu” ispat edebilmek için çırpınıyor.
Vesaire, vesaire…
Bunlar kim biliyor musunuz?
Kendilerine “ulusalcı” adı verilen kalemler!
İşte bu ülkede “ulusalcılık” bile ayağa düşmüş durumda. Böylesine ucuz, böylesine içi boşaltılmış. Kendi ülkelerinin yöneticilerini ve uyguladığı politikaları yerden yere vurup, Suriye gibi bir ülkenin avukatlığını yapabiliyorlar. Sonra da dönüp“Ben ulusalcıyım” diyorlar.
* * *
Durum bu olunca, biraz geçmişe dönmek gerekiyor…
Kimse kusura bakmasın, ama bunların çoğu eskiden de böyleydi. Hem “Bağımsız Türkiye” nutukları atar, hem de Sovyetler Birliği‘nin dizinin dibinden ayrılmazlardı.
Kıbleleri Moskova‘ydı. “Bağımsızlıktan” anladıkları, Sovyet Bloğu ile birlikte hareket edip, sadece “Amerikan Emperyalizmi”ne karşı olmaktı. “Yurtseverliklerinde” de önce Moskova ya da Pekin, daha sonra Ankara gelirdi.
İçlerinde Arnavutluk gibi gariban bir ülkenin dümen suyuna girip, oraya gıpta ile bakanların sayısı az değildi.
Hep birlikte yaşadık ve unutmadık…
Elele tutuşup, gruplar halinde Bekaa Vadisi‘ne giderlerdi. Moskova güdümlüsü, Pekin sevdalısı, Enver Hoca veArnavutluk yanlısı, orada silahlı eğitim alırdı. Lübnan ve Suriye arasında mekik dokuyup dururlardı.
Aralarında, bugün elindeki kalemle “yazar” unvanı almış, kamuoyunun yakından tanıdığı isimler de vardı.
THKO, TİKKO, Halkın Yolu ve Halkın Kurtuluşu gibi örgütler, o dönemde Şam‘dan destek görürdü. Türk polisine ve askerine kurşun sıkmak için silahlı eğitim alırdı. Orada kol kola olan bu örgütler, 1 Mayıs örneğinde olduğu gibi zaman zaman da birbirine girerdi.
Sonra şartlar değişti…
Onlardan boşalan yeri PKK denilen terör örgütü doldurdu. Türkiye‘ye sıkıntı vermek için PKK‘nın sırtı sıvazlanmaya başlandı.
Abdullah Öcalan yıllarca Şam‘da ağırlandı. Baba Esad olmasaydı, PKK böylesine palazlanıp güçlenemezdi.
* * *
Bakıyorum da…
Türkiye‘nin Suriye ile yaşadığı son krizle birlikte yeniden Suriye ve Rusya aşkları depreşmiş durumda!
Türkiye‘yi ve Erdoğan’ı yerden yere vurup, Suriye‘deki despotların avukatlığını yapanların çoğu bu eski aşkın mensubu.
Demek ki bu işi bilenlerin söyledikleri doğruymuş. Geçmiş aşklar kolay kolay unutulmuyormuş!
EMİN PAZARCI/TAKVİM