Sabah yazarı Melih Altınok, Sözcü gazetesinin algı haberlerini sert bir dille eleştirdi ve Sözcü’yü Aziz Nesin’in o sözleriyle vurdu…
Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok, Sözcü gazetesinin “Evet, çıkarsa opera ve bale Diyanet İşleri’ne bağlanır!” başlıklı haberinin aleni bir yalan olduğunu belirtip, gazeteyi ve gazeteyi yapanları adeta topa tuttu.
“O gazetenin yazı işlerinde ‘Yahu bu saçmalık manşet yapılır mı?’ diyecek tek bir gazeteci yok mu?” diye soran Melih Altınok, başka bir soruyu daha gündeme getirdi: “Onları bu kadar utanmaz kılan, uğrunda her türlü yalanı söyleyebildikleri davaları ne?”
Melip Altınok, Sözcü’yü hazırlayanları Aziz Nesin’in o sözleri ile vurdu: “Aziz Nesin’in dediği gibi, yaşlandıkça sert yerleri yumuşayan yumuşak yerleri ise sertleşen bu küfürbaz yalancıların kavalının ezgisiyle mest olmuş onca insan ne olacak?”
İşte Melih Altınok’un o yazısı:
YALAN SÖYLEYE SÖYLEYE ÇEKİLİYORLAR!..
Sözcü gazetesinden bir haber… Üstelik koca koca puntolarla:
“Evet, çıkarsa opera ve bale Diyanet İşleri’ne bağlanır!”
Anayasa değişikliği maddelerinde böyle bir görev devri mi var?
Hayır.
Zaten akli melekeleri yerinde birisi böyle bir şey önerebilir mi ki?
O halde on binlerce satan ulusal bir gazete böylesine yalanları düzenli olarak niçin yayıyor?
Bu gazetecilik mi?
O gazetenin yazı işlerinde “Yahu bu saçmalık manşet yapılır mı?” diyecek tek bir gazeteciyok mu?
Ya da o gazetenin gerçekten bir yazı işleri var mı? Yoksa 28 Şubat günlerinde olduğu gibi, üst katta “İslamcı” gazete çıkartan bir gazeteci abi alt kata inince de Sözcü’yü mü hazırlıyor?
Gazetecinin sorumluluğu muhaliflik değil eleştirelliktir ama bir de oradan soralım. Bu muhaliflik mi?
Peki dertleri ne? Onları bu kadar utanmaz kılan, uğrunda her türlü yalanı söyleyebildikleri davaları ne?
Evet, hepimiz biliyoruz hikâyelerini.
Öylesine kibirliler ki, kölesi oldukları yalanların boyası dökülen yerlerini kapatmak için daha fazla yalan söylüyorlar.
Kendileri de biliyorlar, operaların Diyanet’e falan bağlanmayacağını.
Ama izah edilemeyen pozisyonlarını korumak için, ellerinde söyleyebilecekleri mantıklı tek bir gerçek kalmadığı için yalanın dozunu artırmak zorundalar.
Bir hipnoz tekniği bu.
Panellerde, televizyon ekranlarında kendilerini dinleyenlere düzenli aralıklarla korku ve panik hissi vermek zorundalar.
Söyleyecekleri yalanın mantığı ve içeriği değil ritmi önemli.
Çünkü her toplumda oranları aşağı yukarı aynı olan, bunalıma, mutsuzluğa, umutsuzluğa müptela edilmeye müsait kitlelerin onlardan istediği de kendi istedikleri…
Seküler bir çilecilik tarikatı adeta.
Evet, koskoca bir ömrün yalanla geçtiğini kabul edecek özgüvene ve zekâya sahip olamadıkları için köprüden önceki son çıkışı da çoktan kaçırdılar. Uçurumun dibindeler.
Bu yüzden yalan söyleye söyleye çekilmekten başka çıkar yol görmüyorlar.
Haklısınız, bunlar iflah olmaz, yolun sonunda. Ama ben de asıl onları düşünüyorum…
Aziz Nesin’in dediği gibi, yaşlandıkça sert yerleri yumuşayan yumuşak yerleri ise sertleşen bu küfürbaz yalancıların kavalının ezgisiyle mest olmuş onca insan ne olacak?
Toplum olarak onları tedavi etmek bizlere düşüyor.