Güneş gazetesi yazarı Kayahan Uygur’un “Pop nobel ve düttürü dünya” başlıklı yazısı şöyle:
Nobel Edebiyat Ödülü’nün Bob Dylan’a verilmesi dünya kamuoyunu ikiye böldü. Dylan, çok iyi bir pop şarkıcısıydı, sevenleri çoktu ama sonuçta bir edebiyatçı değil, şarkı sözü yazarıydı. Kimileri şarkı sözünün de bir sanat biçimi sayılabileceğini, Bob Dylan’ın bir şair olduğunu söylediler. Ama Baudelaire, Rimbaud, Verlaine, Edgar Allan Poe gibi şairlerin eserlerini bilenler ise “O büyük insanlar şairse, Bob Dylan nedir, yok Bob Dylan şairse onlar kimdir?” sorusunu sordular. Modern çağ öncesi şairleri ve Doğu’nun “ebedi şair-i azam” ve muazzam isimlerini saymıyorum bile.
Sanat tüccarları
Eskiden Batı’da olsun Doğu’da olsun büyük şairlerin, hikâyecilerin, ressamların, hat sanatçılarının, müzisyenlerin, mimarların isimlerini herkes bilirdi. Çok eskiden değil, örneğin 1930-1940’larda Türkiye’de herhangi bir lise öğrencisinin ezberinde en azından 20-30 şiir olurdu, hem de değişik görüşlerdeki şairlerden. Bugün bu dönem geride kalmıştır, şairleri, gerçek sanatçıları kimse tanımaz ama insanlara sorsanız futbolculardan, dizi sanatçılarından, her sene yenileri çıkıp eskileri kaybolan pop şarkıcılarından yüzlerce ismi rahatlıkla sayabilirler. Bu durumun nedeni içinde yaşadığımız liberal kapitalist sistemdir ve liberalizmin piyasa düzeninde de sanat bir ticaret unsuru, bir kullan-at ürünü haline getirilmiştir.
Asıl adı Robert Zimmerman olan Bob Dylan üzerine birtakım ayı ve kurt hikâyeleri anlatılıyor. Güya Bob Dylan’a ödül Yahudi olduğu için verilmiş. Gerçek daha da acıdır, çünkü kendisi 1980’de din değiştirip, Hıristiyan olmuştur. Ancak ille de politik alanda kalacaksak ben daha başka bir bilgi vereyim. Söylendiğine göre Nobel Komitesi aslında ödülü İslam düşmanı, “Şeytanın Ayetleri” yazarı Salman Rüştü’ye vermek istemiş ama ABD Devlet Başkanı Obama devreye girip buna engel olmuş. Çünkü tam Musul müdahalesi öncesi böyle bir ödül ortalığı karıştırabilir ve ABD çıkarlarına zarar verebilirmiş.
Bizde de farklı değil
Aslında Salman Rüştü konusunda en sert tepkileri haklı olarak gösteren insanlarımızı anlamak da kolay değil. Çünkü bir yandan bu hassasiyeti gösterirken nelere göz yummuyorlar ki? Örneğin, Ege ve Akdeniz kıyılarımızdaki tesislerde turistleri eğlendirmek için yapılan Mevlevi semaları. Tasavvuf kültürünün en üst örneklerinin gösterileceği ortamlar mıdır oralar? Reklam arası cingıl halindeki müzik, billboard üzerinde tanıtılan kitap, hızlı figürler haline getirilmiş dans, boş çerçeveden ibaret resim sanat mıdır? Saygı gösterilmeyen, çekirdek çitleyerek izlenilen sanat ürünleri anlam ve niteliklerini koruyabilirler mi?
Eskiler sanatı tanımlarken “Güzelliğin zaman ve mekân sınırları içinde, beş duyumuzla hissedebileceğimiz bir yolla sunulması” ifadesini kullanırlardı. Sanat duygularımızı yüceltir, insanî yeteneklerimizi geliştirir ve bakışımızı değiştirir. Hâlbuki günümüzde sanatsal nesne bir eğlence, bir ticari ürün, hoşça vakit geçirme aracı haline gelmiş ve tüketim toplumunun mantığına tamamen uymuştur.
Liberalleştikçe battı
Sanat ve kültür ürünlerinin kitlesel dağılımı bazıları tarafından demokratikleşme olarak sunuluyor ki bu tamamıyla hatalıdır. Batı’da 1968 hareketi denilen bu liberal kapitalist dönüşüm, sistemin kültüre yaklaşımını daha da olumsuz kılmıştır.
Kapitalizmin eski dönemlerinde kültür sadece bir elit kesime rezerve edilmişken de durum özünde farklı değildi. Kapitalistin kültüre yaklaşımı yararcıdır. Görgüsüz ve zevksiz burjuva, kültür ve sanatı tıpkı para gibi görür, yani toplumda kendisine üst düzey bir pozisyon sağlayacak bir araç. Öte yandan burjuva, kültür ürünlerini bireysel mülkiyetine alarak kendine olan güven ve saygısını arttır.
Sanatın bitişi
Kapitalizmde kültürün kitleselleşmesi ve tüketim ürünü haline gelmesi işte kültürle olan bu ilişkinin topluma yayılmasıdır. Kitle kültürü bir güruh haline gelmiş ve eski aidiyetlerinden kurtulmuş olan toplumun kültür nesnelerine ulaşmasıdır. Yeni çıkan her kültür nesnesi, örneğin yeni pop parçaları ya da filmler, zevksiz takipçilerine bir müddet başkalarından daha üstün oldukları duygusu yarattıktan sonra ortadan kaybolmak zorundadırlar. Çünkü bir müddet sonra aynı ürünlere başkaları da ulaşacaktır. Sonuçta tıpkı giyim-kuşam modası gibi sanat ve kültür ürünleri de yavaş yavaş değerlerini yitirir ve tüketilip atılan konfeksiyon ürünlerine dönüşür. Bu nedenle, örneğin Frankfurt Okulu takipçilerine göre Batı’da sanat ve kültür 1954 yılından itibaren bitmiştir.
Sonuçta bugün var olan bir kitle kültürü değil, bir kitle eğlencesidir. Boş zaman geçirmeye yarayan bu kültür soslu tüketim, eski gerçek kültür ürünlerini, örneğin Bob Dylan’ın yaptığı gibi folkloru aranje eder ve sanatımsı, kültürümsü ilkellikler ortaya koyar ki bunların kalıcı değerleri yoktur. Gerçek bir Amerikan folk şarkısı bence Dylan’inkilerden milyonlarca kez daha değerlidir.
Kültürlü olmak
Hannah Arendt’in dediği gibi sanat ve kültür, dünyayı ve geleceği görüş biçimimizdir ve aynı zamanda dünyanın bize nasıl göründüğüyle yakından ilgilidir. Bu da demektir ki olgun bir insan sanatla ne bir tüketim ürünü ne de bir bilgi nesnesi olarak ilgilenir. Sanat ve kültürle ilgili olmak hayatta dostları, içinde yaşanan çevre ve eşyayı, benimsenecek ve savunulacak geçmişin ve bugünün fikirlerini titizlikle seçmektir.