Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı Sezai Karakoç, partisinin İstanbul il binasında mutat Cumartesi konuşmasını gerçekleştirdi. Konuşmasında yine Türkiye ve İslam alemi için kritik mesajlar verdi. Satırbaşları şöyle:
KONUŞMASINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN
İSLAM’IN EN PARLAK DÖNEMİ EN BÜYÜK DEVLETLER OLDUKLARI ZAMANLARDIR
Aydınlar bir hareket içinde toplanmalı, hem kendi kimliklerini oluşturmalı, hem de toplumun seviyesini yükseltmeliler. İslam aleminin her tarafında diriliş hareketleri vardır. Ancak bunlar şu anda küçük ve yerel çaptadırlar. Bunların büyümesi birleşmesi lazımdır ki, bütün İslam alemine dediğimiz yararı sağlasın. Bunun için herkes kendi memleketindeki hareketlere sahip çıkmalı, onları bütünleştirmeye çalışmalı, ondan sonra İslam aleminin diğer hareketleriyle bütünleşme çabasına girilmeli, daha çok parçalanma, ayrışmadan ziyade daha bir araya gelme, bütünleşme devamlı bütünleşme…
İslam ülkeleri çok küçük parçalara bölünmüş çeşitli sebeplerle, bunlar daha sonra bir araya gelmiş kaynaşmışlardır, onlardan büyük İslam devletleri çıkmıştır. İslam’ın en parlak dönemi en büyük devletler oldukları zamanlardır o dönemler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlı gibi.. Bu tesadüf değildir.
Bunlar toplumun aydınlarının bilinçli olarak hareket edip, o günün şartları imkan vermediği halde uçsuz bucaksız yedi iklimin hüküm sürdüğü coğrafyalarda bu bütünlüğü sağlamışlardır.
EĞER BUNU YAPMAZSAK KURTULUŞ HEP DOĞMAYACAK BİR GÜNE KALIR
Bugün artık zaruret haline gelmiş ve imkanlar artık çok daha genişlemiştir ama o bilinç ve irade olması lazım. O bilinç, o iradeden mahrumsak bunu yapamayız. O dış güçler bizim daha çok ufalmamızı daha çok ayrılmamızı isterler, dolaylı yoldan bizzat kendi içimizden sağlarlar. Bugün işte o önemli konu bu bir yanda bölünüp parçalanıp daha etkisiz hale gelme durumu var ama öte yandan tam tersi bunu aksini yapma gereği yani mutlaka karşılıklı fedakarlıklarda bulunup, ufak tefek ayrıntıları mesele yapmamak birleşmek zorundayız.
Bugün en büyük mesele budur, ancak hareketlerin büyüyüp birleşmesiyle olacaktır. İslam aleminin her tarafında az çok birtakım İslami hareketler vardır, bunların birleşmesiyle bu sonuç doğacak, özlediğimiz büyük güç oluşacaktır. Bunun oluşması için herkesin en evvel en yakın olduğu harekete sahip çıkması lazımdır yoksa birtakım güncel, geçici oluşumlar sebebiyle bundan vazgeçilirse kurtuluş hep ertelenir, kurtuluş hep doğmayacak bir güne kalır, bunu tarihte hep böyle yaşadık, 200 yıldır da bunu böyle yaşıyoruz.
100 YILDIR DIŞARIYA KENDİMİZİ ANLATAN BİR TANE FİLMİMİZ YOK
Geçici olana değil kalıcı olana bakmak lazım…Geçici olarak kısa zamanda bir kurtuluş yok. Bugün inancımız dünyada en temiz, en saf, en güçlü inanç olması, ahlakımızın en yüksek ahlak, sanatımızın, edebiyatımızın en büyük edebiyat olması ancak böyle kalıcı ve uzun vadeli düşünmekle mümkündür, yoksa geçici birtakım “hemen yapalım, hemen olsun”la olmaz. Mesela bugün belki 100 yıldır sinemacılık alanında, dünyaya yüz akıyla çıkardığımız bir film yoktur. Halbuki dünyanın en büyük toplumlarına, medeniyetlerine sahibiz onu dışarıya bile yüz akıyla arz edebilecek bir film yapılamamıştır, bir roman yoktur.
Bir Mevlana, bir Muhyiddin İbn-i Arabi gibi eserler, dünya çapında okunan insanlarımız artık yok. Bizim şimdi yeni eserler yazıp aynı şekilde bütün dünyaya göstermeli, okutmalıyız. Bunlar da çok kısa vadede olmaz çok çabuk oluşacak şeyler değildir. Ancak azmedersek, çaba sarfedersek böyle bir amacımız, idealimiz olursa, o zaman mutlaka gerçekleşir bizim Diriliş dediğimiz bu.
SİYASETİ DÜŞÜNCENİN HAKİMİYET ALTINA ALMASI LAZIM, OYA BUGÜN AKSİ BİR DURUM VAR
Son 50 yıla baktığınız zaman gelen giden yönetimler veya büyük hareketler sonunda yine yerimizde saydığımızı hatta daha kötü durumda olduğumuzu söyleyebilirim. İstilacı güçler daha çok bugün İslam alemi işgal altına giriyor, Irak, Afganistan bunlar gözümüzün önünde. Aynı şekilde bugün Suriye kendi iç savaşını yaşıyor, Filistin’in durumu diğerlerinin bağımlılığı, Mısır’ın hali tüm bunlar gösteriyor ki İslam alemi büyük bir kriz içindedir, çözümünü bulabilmiş değildir, bir Arap baharı veya Türkiye’deki birtakım darbelerden sonraki söylemler bir zamanlar Ecevit için “ortanın solu” söylemi veya daha sonrakilerinin söylemi bir çare olmamıştır. Çare ancak bütün İslam alemi için geniş, derin ve çok boyutlu bir hareket olabilir. Çare hepsini kapsayan, İslam aleminin tümüne hitap eden herkesin dertlerine derman olan, Mısır’ın, Türkiye’nin, İran’ın Araplarınkini de çözen bir söylem. Bu olmadığı sürece parça parça veya daha çok da siyasetçilerin söylemiyle bir yere varılamaz. Siyaseti düşüncenin hakimiyet altına alması lazım. Düşünce siyasetin hakimiyeti altındadır, ona hizmet etmek için bir şeyler üretilmektedir. Halbuki bunun tersi olması lazım. Kalem kılıçtan güçlüdür dediğimiz zaman herkesten tepki gördüm siyasetçisinden yazarına kadar. Suriye konusu yeni olmuştu, bu işi düşüncenin halledeceğini, düşünürler kalem sahipleri, bilim adamları bu işi çözmeli dediğim zaman bana saldırdılar. Şimdi buyursunlar silahla mı halledecekler göreceğiz. Ortada bir iç savaş var insanlar birbirlerini kırıyor, İslam aleminin her tarafında böyle durumlar var.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE ASIL ARKADAKİ DIŞ GÜÇ BELİRLEYİCİ
Çözüm süreci diyorlar. İkisini de kandıranlar var onlar farkında değiller. Halbuki arkalarında küresel güçler var ve asıl onlar meseleyi konuşuyor, çözümsüzlüğü devam ettiriyorlar. Çözüm ancak kendi aydınının bulacağı fikirlerde yatıyor. Kendi aydınını hesaba katmıyor siyaset… Sen gel benim yanımda ol, benim çözümümün doğru olduğunu söyle, onu onayla… Halbuki bu çözüm değildir zaten aslında şöyle bir tarihe baksaydık, 1984’te başladı Güneydoğu olayları. 50 bin kişi öldü. İnsanların evleri yıkıldı, köyleriden edildiler, şehirlere göç ettiler, şehirler şehir olmaktan çıktı. Halbuki şöyle bir baktığımız zaman meseleleri halletmek çok kolaydı. Atılacak yavaş yavaş adımlarla bu mesele halledilebilirdi, bizim 90’dan beri konuştuklarımıza yazdıklarımıza bakın bütün bunların çözümünü söylemişiz. İki taraf da buna bakmak yerine onların baktığı şey şu; “sen benim tarafımda ol.” Biz milletimiz, İslam milletinin geleceğinin yanındayız. Bu millet Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez, Farsi her türlü Müslümanın birleştiği bir millettir bu millet, bir yurdu vardır Çin’den ta Avrupa’nın ortasına kadar uzanan, yukarıda Rusya’ya, aşağıda da okyanuslara kadar bir devlet olacak. Müslümanlar bir medeniyet sahibidirler ve bir millettirler. Hiç kimsenin hiç kimseden üstünlüğü yoktur. Herkesin de hakkı vardır ve hepsi eşittir, bu en basit bir gerçekken bunu kabul etmeyip hala direnirlerse elbette bir çözüme varamazlar.
BAŞKANLIK SİSTEMİNİ 1989 YILINDA İLK TEKLİF EDEN BENİM
150 yıldır sistem tartışması var. Meşrutiyeti kurarken, Cumhuriyeti kurarken, 1945’te çok partili sisteme geçerken bulsaydınız sistemi… Şimdi de bulamazsınız… Başkanlık sistemini getirseniz de bulamazsınız, siz sistemin rejimin esas olduğunu zannediyorsunuz. O geldi mi herşey çiçek böcek, güllük gülistanlık olacak zannediyorsunuz. Cumhuriyet’te de, Meşrutiyet’te de öyleydi. Şimdi de başkanlık gelirse daha iyi olacak deniyor. Bunlar biçimdir, bunlar isimlerdir, muhteva değildir. Muhtevası insanın kendi medeniyetidir. Kendi medeniyetini yükseltmedikçe, kap ne kadar güzel olursa olsun, içine koyduğunuz su kaliteli değilse olmaz. Siz suyun kalitesini yükselteceksiniz. Onun elbette kabı da kasesi de, bardağı da güzel olsun ama önce içindeki su…
1989 yılında ben bir yazımda başkanlık sistemini teklif ettim. Önce muhteva dedim. İslami bir düzende başkanlık sistemiyle mümkün.. Yoksa bir nevi totaliter düzene dönüşebilir. Benim yazımdan birkaç ay sonra Turgut Özal söyledi. 1989’da ilk yazan kişi benim. Sonra Turgut Özal söyledi Cumhurbaşkanı oldu bir daha söylemedi. Sonra 1990 yılında biz Diriliş Partisi’ni kurduk ve onu programa koyduk. Şimdi de programımızda vardır başkanlık sistemi. Bizim kendi düşüncemiz İslam’a göre başkanlık sistemi. Esas olanın muhteva olduğunu unutmamak şartıyla. Biz 1990’da bunu programımıza koyduktan sonra ben yine böyle konuşmalar yapıyordum Şehzadebaşı’ndaki il başkanlığımızda. O zaman doçent olan Burhan Kuzu geldi dinlemeye. Bana başkanlık sistemi hakkında sorular sordu ben de söyledim. Tabi sonra profesör oldu, daha sonra siyasete atıldı zaman zaman başkanlık sistemini savunur, zaman zaman da karşısında şiddetli tenkitler görünce vazgeçer. İşin sırrı biçimde değil. Aslolan özdür, cevherdir, öz ve cevher de milletin kendi inancından, idealinden, medeniyetinden doğar.