Büyük bir ihanet belgesi… Ya da ihanetin ta kendisi… Sevr antlaşmasından söz ediyoruz… Peki, Sevr’e hangi şartlarda gidildi? Osmanlı’ya neden zorla imzalatıldı? Geçmişin izleri bugüne nasıl yansıdı ve ne doğrultuda ilerliyor?
Öğleden sonra saatler 16:00’yı gösterirken Fransa’nın Sevr şehrindeki bir porselen fabrikasında ‘Türklerin idam yaftası’ olarak nitelendirilen bir anlaşmaya imza atılıyordu…
Müttefik Devletler; Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Çekoslovakya ile Osmanlı Heyeti arasında bir karara varılıyor ve Türk toprakları tam anlamıyla kurtlar tarafından paylaşılıyordu…
Artık Anadolu’nun hiçbir köşesinde Türk hakimiyeti kalmıyor, Türk kuvvetleri yabancıların denetimine giriyordu.
Osmanlı Devleti’ne ait yerlerde işgal kuvvetleri bulundurabileceklerini, istedikleri yerleri işgal edebileceklerini, telsiz, telgraf ve kabloları kontrol edeceklerini ve bunların bütün masraflarını Osmanlı bütçesinin karşılayacağını ifade ediyorlardı…
Osmanlı devleti yok edilecek, Anadolu’da Türklüğe dair hiçbir iz bırakılmayacaktı…
Sevr Antlaşması bir idam fermanıydı…
Ekonomik maddeleri Osmanlı Devleti’nde hükümet ve milli meclisin yetkilerini büyük ölçüde elinden almaktaydı.
İzmir’de istenen, yeni ve büyük bir Yunan Devleti’nin kurulmasıydı.
Ülkenin doğusunda Kürdistan planlanıyor ve Kürtler ayrı bir devlet kurmak isterlerse Türkiye’nin buna razı olacağı belirtiliyordu…
64.madde ile Musul vilayetinin Kürt kısımları da buraya katılacaktı…
“Ermenistan” gibi sözde devletler oluşturuluyordu…
Sevr’i TBMM’ye kabul ettirmek için de bir taraftan Yunan saldırıları diğer taraftan isyanlar ülkenin doğu bölgesinde destekleniyordu…
Hem batıdan hem de doğudan sıkıştırılmak istenen Ankara Hükümeti böylece anlaşmayı kabul etmek zorunda bırakılacaktı…
Örneğin 1920 yılında başlayan ve 1921 yılında da iyice tırmandırılan Koçgiri İsyanı bu amacın bir parçasıydı…
Öte yandan Türkiye, Wilson ilkelerinin belirlediği Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis şehirleriyle kurulması düşünülen sözde Ermenistan’ı bağımsız bir ülke olarak tanımayı kabul etmekteydi, Yani Sevr ile Türklük Anadolu coğrafyasından tamamen çıkarılmak isteniyordu…
Çok ağır şartlar içeren bir antlaşma taslağı hazırlanmıştı.
Konferansa katılan Osmanlı heyeti antlaşma şartlarına itiraz etti…
Ancak İtilaf Devletleri antlaşma şartlarını değiştirmeyerek, Osmanlı Devleti’ni imzalamaya zorlayacaktı… Yunanistan, Bursa, Balıkesir ve Edirne’yi işgal ederken, İngilizler de Bandırma ve Mudanya’ya asker çıkardı.
Osmanlı Devleti antlaşmayı kabul edecek ve Paris’e gönderilen heyet Sevr Antlaşması’nı imzalayacaktı…
Anlaşmaya göre;
” Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a, Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye’ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak…
” İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlar’da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletler’in donanmalarını yardıma çağırabilecek;
” İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecek
” Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı İmparatorluğu egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için oylama yapılacak;
” Osmanlı Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek
” Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek;
” Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okul ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı’nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecek;
” Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri kuvveti, 15.000’i jandarma olmak üzere 55.000 personelle sınırlı olacak, Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesi’nde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek;
” Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak;
” Osmanlı İmparatorluğu’nun mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye’nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak Türk maliyesi müttefiklerarası mali komisyonun denetimine alınacak;
” Osmanlı’nın 1914’te tek taraflı olarak fesh ettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak;
” Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek.
TBMM, Sevr Antlaşması’nı tanımadığını ilan edecek ve 19 Ağustos 1920 tarihinde toplanarak Antlaşmayı imzalayanların ve onaylayanların vatan haini sayılmalarını kabul edecekti…
Osmanlı padişahı Vahdettin’in bulunmadığı Sevr’deki antlaşmaya imza atan Eski Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Hadi Paşa, Şura-yı Devlet (Danıştay) eski reisi Rıza Tevfik, Bern elçisi Reşat Halis vatan artık vatan hainiydi…
Anadolu üzerinde oynanan oyunlar ve Küresel güçlerin Türk-İslam dünyası üzerine kurguladığı plan tarihin her döneminde süregeldi…
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra müttefiklerin, Ağustos 1920’de Sevr Barış Antlaşması’nı dayatmaları işte bu oyunun etkili bir parçasıydı…
Öyle ki; Sykes-Picot Antlaşmasının mimarlarından Mark Sykes’in Çanakkale deniz savaşı yenilgisinden sonra, 1 Nisan 1915’te İngiltere meclis üyesi olan Aubrey Herbert’e gönderdiği mektup planın hangi tarihte olursa olsun geçerliliğini koruyacağının kanıtı oluyordu…
“Türkiye diye bir şey artık var olmamalı. İzmir Yunanlıların olacaktır. Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız, Filistin ve Mezopotamya (Irak) İngiliz, geri kalan İstanbul da dahil Ruslara verilecektir. Ayasofya’da ve Ömer Camii’nde Latin ilahileri okuyacağım. Bunu bütün kahraman uluslar şerefine Galce, Lehçe, Keltçe ve Ermenice okuyacağız.”
Türkiye, İstiklal Harbinden sonraki ikinci büyük mücadelesini veriyor…
Kimlere karşı? İşte o dönem Mondros ve Sevr antlaşmasını dayatan, Anadolu topraklarında küçük ve etkisiz bir Türk varlığı hayalini kuran o devletlere karşı…
Avrupa’ya, sözde Batı medeniyetine karşı…
Türkiye’ye karşı hareket eden terör örgütleri ile işbirliği yapan;
Kendi boyunduruğuna girmek istemeyen her lidere olduğu gibi bugün de Türkiye Cumhurbaşkanı’na saldıran;
İçerideki, o dönem Sevr antlaşmasına sinsice destek veren aydınlar güruhu gibi bir kitleyle, Türkiye’yi aşağılatan;
Azınlık hakları, özgürlükler ve demokratikleşme manipülasyonu üzerinden dünyada kamuoyu oluşturmaya çalışan;
O ülkelere karşı mücadelesini veriyor…
Ortadoğu’da belki de yüzyıllık bir barışın arefesinde Türkiye’nin aldığı büyük rol; 100 yıl önce ayrılık tohumlarını eken anlayışın bugünkü koruyucularını şiddetle rahatsız ediyor…
Sevr antlaşmasıyla Türkiye’yi Anadolu’da küçük bir alana hapsetmek isteyenler bugün de terör örgütleri üzerinden iç savaş senaryolarına yeltenip Türkiye’yi farklı oyunlarla hedef alıyor…
Dünyanın her köşesindeki mazlum halkları ezerek, sömürerek büyüyen emperyalist güçler, tarih sayfalarında ne kadar karanlık bir yer tutuyorsa;
Gelecekleri de bir o kadar karanlık görünüyor…
Sevr Antlaşmasıyla bir milleti boyunduruk altına almak isteyen Avrupa’nın bugünkü içler acısı durumu buna işaret değil mi?
Sosyo-ekonomik veriler Emperyal politikalarla yayılmacı anlayışa sahip Batılı devletlerin ne durumda olduğunu gözler önüne sermiyor mu?
Örneğin İngiltere,
Örneğin Fransa,
Örneğin İtalya bugün kaosla, krizlerle sarsılıyor…
Ekonomisi bitmiş bir Avrupa Birliği, siyaseten yaşadığı çaresizlikle de Başta Ortadoğu olmak üzere Dünyanın hemen hemen her bölgesi için potansiyel bir ‘savaş sebebi’ olarak görülüyor…
Fransa, İngiltere ve diğer AB ülkeleri yetiştirip beslediği terör örgütlerinin hedefi haline geliyor…
İngiltere, AB’den ayrılma kararı alıyor; İtalya Avrupa Birliği’ni tartışmaya açıyor…
Dış borçları büyüyor, yaşam kaynakları tükeniyor, iki nesil sonrasına altından kalkılmayacak bir borç yükü müjdeliyor…
Mazlum milletlerin üzerinden medeniyet kuranlar karanlık bir dehlizin içerisinde savrulup dururken, haksızlığa “dur” diyenleri de dehlizlerine çekmeye çalışıyor…
Türkiye işte bu kaosun ortasında milleti ile dik durmayı başaran bir güç… Türk milleti, tarihinin her döneminde birlik ve beraberliği şiar edinerek ayakta kaldı…
Yeni Sevr’lere fırsat vermemek için tarihten aldığımız ders Anadolu insanın hafızasında yeniden canlanıyor…
-AHABER-