MEDYAGÜNDEM- Gezi Parkı provokasyonunda etkili biçimde yer alan reklam ajansları arasında gösterilen ve son olarak Takvim gazetesinin manşetiyle NTV binasının önünde protesto eylemine katıldığı iddia edilen reklamcı Serdar Erener Habertürk’e verdiği röportajda günah çıkardı.
Erener hakkındaki iddiaları yalanlarken Gezi’deki tezgahı da şöyle itiraf etti:
“Gezi olaylarının başlangıçta Paris 68’vari bir gençlik tepkisi olduğunu, sonra işin hükümet devirme hayaline dönüştüğünü düşünüyorum.”
Erener’in sözleri çapulcular üzerinde de şok etkisi yarattı. Bu sözler Gezi’deki tezgahın da boşa çıkarıldığının kanıtı oldu. Artık kim Taksim’e yürürse amaçlarının “darbe” olduğu aşikar.
İşte Erener’in cevapları:
(…)
* Gezi Parkı eylemlerine destek verdiğiniz için büyük şirketlerin sizinle olan sözleşmelerini iptal ettiğini okuyoruz. Böyle bir şey var mı? Doğuş Holding ile anlaşmanız fesh edildi mi?
– Külliyen yalan. Kuyruklu yalan. Beni “Gezi’nin reklamcısı” diye yaftalamaya çalışanlar var. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamış değilim. Göya ben NTV’nin kapısına gitmiş, bağırmışım, Ferit Bey de benimle işi bitirmiş. Buna sadece kargalar değil, yedikleri solucanlar da güler. Şahenk sadece müşterim değil, 20 yıllık dostumdur. Bence mesele, beni müşterilerinin kapısına gidip bağıracak çağıracak kadar zıvanadan çıkmış Gezi protestocusu gibi göstermek. Tekzip ettim. Ben Gezi’nin değil, ticaretin emrindeyim.
* Kobe Bryant ve Lionel Messi’li THY reklamları beğeni toplamıştı. Buna rağmen THY ile sözleşmenin yenilenmemesi neden? Bu olayla ilişkilendirildi doğal olarak?
– Bir tek son reklam değil, yaptığımız pek çok iş dikkat çekti. Ama maalesef ilişkimiz bu asılsız haberlerden etkilendi. Sözleşmemiz zaten bitiyor. Yerel bir ajanstan daha fazlasını aradıklarını söylediler. Bence dünyada o markayı bizden daha iyi anlayacak ve anlatacak birileri yok. Kobe+Messi reklamımız Youtube’da 105 milyon tıkla rekor kırdı. Benim ColaTurka reklamında “pozitif milliyetçilik” dediğim şey bu işte. Biz dünyayla rekabet edecek akla, fikre, bilgiye, kabiliyete sahibiz. Maksat bir dış bakış getirmekse onu da ekibe dahil etmek zor değil.
* Gezi Parkı eylemleri sırasında en çok konuştuğumuz, sloganlardaki mizah ve yaratıcılıktı. Bunları da sizin yazdığınız söyleniyor…
– Gezi’nin değil ticaretin reklamcısıyım dedim ya. O yazılan şeylerin reklamcı işi olduğunu düşünmek insanları küçük görmek bence. Çarşı grubu yıllardır bizim reklamlardan da esprili laflar buldu. Zaten ben ticaretin reklamcı marifetiyle büyütülmesine ne kadar inanıyorsam, siyasetin reklamcıya bel bağlamasını da o kadar gereksiz buluyorum. Siyaset, lider işidir. Büyük liderler doğuştan reklamcıdır. Geçmişte pek çok siyasi kişi, parti işe çağırdı. Yapmadım. Mal ve fikir alışverişinin siyasetten de önemli bir tarihi aktör olduğunu düşünüyorum. Ted.com’da Matt Ridley’i izleyin. Değiş-tokuş insanın fıtratına en uygun eylem. AVM medeniyeti entelektüelleri gıcık etse de insanlık en çok orada mutlu.
* Bunlar gerçek olmadığı halde, hangi refleksle yazılıp çiziliyor peki?
– Müşterim aynı zamanda dostum Ekrem Dumanlı bu karalamaların, siyaseti malzeme ederek ticari olarak yıpratma gayreti olabileceğini söyledi. Bakın olan şu: İşyerimiz Akaretler’in başında. Cumartesi gecesi, kapı yumruklanıyor. Bekçi açıyor. Hamile bir göstericiyi içeri alıyor. Ajansın yöneticilerine haber veriyor. Onlar da insani refleksle resmi twitter hesabından “Kapımız açıktır” yazıyorlar. Bana sorulsa kurumsal twit atmayın derdim. Ama oradaki polisler de tuvalet ihtiyacını bizim işyerinde gidermişler. Çayımızı, kahvemizi içmişler. Kaderin cilvesi. Dükkân orda olmasa, o twit atılmasa ben iftiraya uğramayacaktım. Reklamcı dostum Erol Olçak’a sordum. Oradan protestoculara lojistik destek verildiği iddiası var dedi. Güvenlik kamerası görüntülerini Youtube’a koymayı bile düşündüm bu uydurmaya karşı. Pes.
* Peki siz bir reklamcı olarak ya da insan olarak, son bir ayda yaşananlara nasıl bakıyorsunuz? Nerede duruyorsunuz?
– Gezi olaylarının başlangıçta Paris 68’vari bir gençlik tepkisi olduğunu, sonra işin hükümet devirme hayaline dönüştüğünü düşünüyorum. Üniversitede tarih okudum ben. Akademisyen olmak istiyordum. Parasız kaldım. Sırf Robert Kolejliyim diye bir ajansta iş buldum. Ama tarih, felsefe, psikoloji, okumaya devam ettim hep. Türkiye’nin de, insanlığın da tarihçilikte “long duree” (çok uzun vade) dedikleri bin yıllık, yüz yıllık dönemlerde nereye gittiğiyle ilgiliyim daha çok. O çok uzun vadede Türkiye’nin, insanlarına daha fazla özgürlüğü garanti eden, koruyan, dünyadaki mal, hizmet, fikir, bilgi alışverişinin çok daha fazla parçası olmuş bir yere dönüşeceğine eminim. Bu perspektifte askeri vesayeti bitiren, çözüm sürecini başlatan siyasi irade bir de bunları birey özgürlüklerini koruyan sivil anayasayla taçlandırırsa benim açımdan buraların tarihindeki en ilerlemeci-gelişmeci güç olur.
* Peki hükümetin bu eylemler karşısında verdiği reaksiyon farklı olabilir miydi?
– Hidayet Şefkatli Tuksal bir röportajında Sünni geleneğimizde “isyan” nosyonunun zayıf, hatta yok olduğunu söylüyordu. Eğer doğruysa, hükümetin bu sivil itaatsizlik halinin sadece itaatsizlik kısmını gördüğünü söyleyebiliriz. Bunu da siyasetin değil, örf ve âdetin anlam çerçevesinden okudular herhalde. Halbuki negatif ve pozitif özgürlükler perspektifinden, insan hakları perspektifinden bakılabilirdi o ilk sabahta.
(…)