The Economist’in iki tuhaf isteği
Vatandaşların, Libor yolsuzluğu nedeniyle kaybettiği toplam 176 milyar liranın geri alınması için davalar açılacağı haberi geçen hafta ABD basınında yer aldı.
Bir yanda bu kadar büyük bir tazminat davası, bir yanda da finansal regülatörlere ödenecek cezalar, Libor yolsuzluğuna karışan İngiliz bankalarını batırabilir. Ama nedense İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisi bu konulara hiç değinmiyor. Herhalde bu haberi “ekonomik” bulmuyor.
Sayfalarında, Barclays bankasının İngiltere’de yaptığı ve pek çok İngiliz bankasının karıştığı, vatandaşları soyan Libor yolsuzluğuna pek yer vermeyen, İran’a silah satışlarını finanse eden Standard Chartered’a ise neredeyse hiç değinmeyen, kara para aklayan İngiliz bankalarını sorgulamaktan kaçınan The Economist dergisi kendi ülkesine böylesine ilgisizken, nedense Türkiye ile pek ilgili!
The Economist’in Türkiye’ye ilgisi, 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce seçmenlere oylarını CHP’ye vermelerini bile önerecek kadar ileriye gitmişti. The Economist, Yunanistan’da 17 Haziran’da yapılan genel seçimlerde ise nedense Yunanlı seçmene akıl vermeye kalkmadı. Oysa Yunanistan seçimleri euronun yaşaması için Türkiye seçimlerinden çok daha önemliydi.
The Economist bu haftaki nüshasında da yine Türkiye’yi ele aldı. “Erdoğan’ın amaca zarar veren tutkusu” başlıklı bir yazı yayımladı. Yazının özünü, iki tuhaf değerlendirme oluşturuyor.
Bu değerlendirmelerden birincisi şu… The Economist “With scores of generals jailed on coup- plotting charges the army has been cowed into silence” diyor. Anlamı şu: Darbe planı yapan çok sayıda general hapse atıldıkları için, görevdeki askerlerin gözü korktuğundan konuşmaktan korkuyorlar. Yani askerler konuşmaları gerekirken konuşamıyor!
Peki The Economist’in vatanı İngiltere’de askerler konuşabiliyor mu?Geçen yıl haziranda İngiltere Hava Kuvvetleri komutanı Simon Bryant parlamenterlere, “Libya’da savaşmamız için malzeme ve asker ihtiyacımız var” dedi. Bunun üzerine İngiltere Başbakanı David Cameron, Hava Kuvvetleri Komutanı’nı adeta azarlayıp, “Siz savaşacaksınız, ben konuşacağım” dedi ve generalin konuşmasını yasakladı. Ardından da askerlerin bırakın basınla konuşmasını, İngiltere parlamentosu üyeleriyle konuşmasını bile savunma bakanının iznine bağladı.
The Economist, kendi ülkesinde yaşanan bu olayı görmezden gelip, İngiltere uygulamasının tam aksini Türkiye’de istiyor.İstediği açıkça askeri vesayetin Türkiye’ye geri gelmesi.
Gelelim The Economist’in ikinci isteğine… The Economist aynen şunları yazıyor: “Media bosses fearful of losing government contracts have sacked critical journalist.”
Ne anlama geliyor bu? Medya patronları devletten aldıkları ihaleleri kaybetmemek için önemli gazetecilerini işten kovuyormuş. The Economist’e göre medya patronunun devletten ihale alması normal, ihaleyi kaybedeceği düşüncesiyle gazeteci kovması anormal.
Oysa medya patronunun devletle ihale işi olursa zaten o medya özgür medya olamaz. Ama anlaşılan The Economist, gazete patronunun maliyede vergi işini, devlet bakanlığında teşvikini, yargıda davasını takip eden, patronun istediği bankaya el koyması için bürokratı tehdit edip şantaj yapan gazeteciliği tekrar hayata geçirmek istiyor. Aslında The Economist’in özlemi gazete patronlarının siyasetçiyi yönettiği bir Türkiye’ye geri dönülmesi. Her şeyin eskiden olduğu gibi olması.
Anlayacağınız The Economist, askerin konuşmadığı, gazete patronunun politikacıya istediğini yaptıramadığı bugünkü Türkiye’yi “otoriterleşmekle” suçluyor. Oysa tam tersine askerin konuşamaması ve gazete patronunun siyasetçiyi yönetemediği bir düzenin kurulması, Türkiye’de demokrasinin gelişmekte olduğunu gösteriyor bize.
SÜLEYMAN YAŞAR/SABAH