Senden bile bir Tony çıkar ama Gandi Kemal’den asla!
Eşimin dün sabah evden ayrılırken sorusu “Saat kaçta gidiyorsun Ankara’ya?” oldu.
Bir gün önce arayan asistanım Nazan, “Uçak biletinizi saat kaça aldırayım“, dün kurultay salonunda olduğuma yüzde yüz emin olan yazı işleri müdürümüz Metin (Sever) ise “Saat kaçta geçersin izlenim yazını” diye sordu. Salonda göremeyen meslektaşlar, CHP’li dostlar aradı. Hatta kurultay akşamlarımızın tek buluşma adresi Trilye’nin sahibesi Mahmure, “Rezervasyonu kaç kişi yapayım?” diye yokladı.
“Bu defa CHP kurultayına gitmeyeceğim! Gitmiyorum! Gitmedim!” cevabını alan herkes de neye uğradığını şaşırdı. Haklılar ama şaşırmakta.
Çünkü ben giderdim. İki elim kanda da olsa CHP’nin kurultayını mutlaka izlerdim. Partililerle konuşur, derin kulisleri alır ve onları sizlere aktarırdım.
Üstelik de ne iki elim kanda, ne de Bodrum sahillerinde suda! Buradayım. İstanbul’dayım. Ve son derece de müsaitim. Ama gitmedim işte.
Çünkü ilgimi çekmiyor artık CHP. Gündemimde yok! Ama bu ilgisizliğim kulis ya da haber yokluğu çektiğimden değil.
Onlar hep var. İstesem şimdi yüz tane perde arkası senaryoyu, ayak oyunlarını, sahne oyunlarını dökerim önünüze. Ama istemiyorum.
Çünkü anlamı yok benim için artık. Diyorum ki; “Yazarken ben keyif almıyorum. Okurlarım nasıl keyif alacak?”
Kaldı ki CHP’de “Kim kimi yiyor?” sorusuna karşılık almak için kalkıp ta Ankaralara filan gitmeye gerek yok. Zira CHP’li dostlar sağ olsun. Oturduğum yerden çatır çatır bildiriyorlar neler olup bittiğini. Tamam. Konuşuyorum tabandan, tavandan birçok insanla. Muhabbet ediyorum. Ama yazmak istemiyorum. İçimden gelmiyor yazmak. Heyecan vermiyor artık CHP bana.
Ama bakıyorum bu heyecansızlık, CHP’ye bu alakasızlık sadece beni avucunun içine alan bir durum değil.
Kılıçdaroğlu genel başkanlık koltuğuna oturduktan sonra kâh sandalyelerin üzerine çıkıp naralar atan, kâh sokaklara düşüp, “Başbakan Kemal!” diyerek meydanları arşınlayan kalemler bile pes etmiş durumda. Ona el altından “danışmanlık” yapanlar hariç, bir dönem “Gandi Kemal” diyerek ikonlaştırdıkları Kılıçdaroğlu’nun peşine düşenler dahi vazgeçmiş CHP’den.
Tamam. Yazmış birkaçı kurultaya dair bişiler ama öylesine… Maksat komşular alışverişte görsün. Girin arşive bakın adı CHP’yle anılır olmuş Yalçın Bayer’in, ya da yeni parti meclisine girebileceği bile kulislerde konuşulan Can Dündar’ın, CHP’nin azgın takipçisi Melih Aşık’ın dünkü yazılarına. Yazmışlar ama “mır mır” tadında.
İlk zamanlarda eşi ile birlikte Kılıçdaroğlu için kalemini seferber eden Güngör Mengi ise resmen bunalıma girmiş CHP konusunda. “Başarılar” diye başlamış makalesine ama içerde; “Sen bu işi bilmiyorsun Kemal Bey!” manasına gelecek sözler etmiş.
Bazıları ise hiç görmemiş. Mesela bi tanesi var ki çok ilginç. Bir ara halka pompalamak için Kılıçdaroğlu’nu neredeyse iki haftada bir alıp yayınına çıkarıyordu. Pompalayayım derken düzmeye çalıştığı methiyelerle çuvallıyordu. İşte o arkadaş… Ne hikmetse her şeyi yazmış ama Kılıçdaroğlu için tarihi değer taşıyan 34. kurultaya ucundan kıyısından bile dokunmaya gerek duymamış dünkü köşesinde.
Aslında ben de öyle yapacaktım. Yani hiççç görmeyecektim ama son dönemde AKP’ye olan hıncına esir düştüğünden olsa gerek Kılıçdaroğlu’ndan bir “Tony Blair” çıkabileceği gibi son derece ütopik bir projeyi dile getiren Ahmet Altan’ın dünkü yazısını okuyunca dayanamadım.
Çok güldüm. Ve neye yalan söyleyeyim sırf Altan’ın bu hayal ötesi öngörüsüne dair şu iki çift lafı edebilmek için yine CHP’ye girdim
“Ahmet Bey. Haklısınız. CHP’nin başına kesinlikle Tony Blair karizmasında, zihniyetinde biri lazım. Sadece CHP’yi değil! Bütün solu, sosyal demokrasiyi kurtaracak bir lider ancak onun gibi biri ile mümkün olabilir. Ama inanın bana o kişi asla Kemal Kılıçdaroğlu değil! Çok zorlasak belki sizden bir Tony çıkarırız ama Kemal Bey’den çıkaramayız! Onun için boşuna kürek çekmeyin lütfen!”
SEVİLAY YÜKSELİR/SABAH