Said Alpsoy 17 yıl Gülen hareketinin yayın şirketinde görev aldı. Camianın şirketlerinin yayın danışmanlığından futbolcu imamlığında, bürokrasideki genç Gülen gönüllülerinin “hizmet ağabeyliği”nden kitapların dini açıdan kontrollü görevine kadar birçok kademede görev aldı. Şimdi Gülen hareketinin gerçek yüzünü anlatan üç kitap çalışması hazırlığı içinde.
Said Alpsoy, Gülen hareketi içinde 17 sene bulunmuş entelektüel bir isim. Edebiyat Fakültesi’nde öğrenim görürken Gülen grubu ile tanıştı. Uzun yıllar Gülen hareketinin yayın ve dağıtım şirketinde yayın danışmanlığı görevini yürüttü. Son 6 yılında ise bu harekete ait yayınevleri ve kitabevlerinde basılan ve dağıtılan kitapların dini açıdan kontrol görevini yani “sansür” hizmetini üstlendi.
Said Alpsoy’un Cemaat içindeki misyonu sadece bundan ibaret değil. Aynı zamanda Süper Lig’de top koşturan, kamuoyunun yakından tanıdığı birçok ünlü futbolcunun ve bazı bürokratik kademelerdeki genç cemaat gönülülerinin “imamlık” ve “hizmet ağabeyliği” görevini de yerine getirdi.
Gülen grubundan ayrıldıktan sonra bağımsız yazarlık ve yayıncılık faaliyetine devam eden Said Alpsoy. Bugünlerde Gülen hareketinin geçmişi, bugünü ve yarınını anlatan üç kitap çalışması hazırlığı içinde.
Said Alpsoy ile Gülen hareketi içinde geçen yıllarını ve 17 Aralık operasyonunun ardından yaşanan süreci konuştuk.
İFTİRA, İTİBARSIZLAŞTIRMA, KARALAMAYA MARUZ KALDIM!
-Said Bey isterseniz önce Gülen hareketi içinde geçen yıllarınızdan bahsedelim.
1965 yılında İzmir Foça’da doğdum. İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünündeki eğitimimi yarıda bıraktım. Dini ilimler ve tarih alanında kendimi yetiştirmeye çalıştım. 17 sene Gülen cemaatinin içinde aktif olarak yer aldım. Bu sürecin son altı senesinde Kaynak Holding bünyesinde Gülen hareketine ait kitabevlerinde satılan kitapların dini açıdan kontrolünü yapıyordum.
-Sizin için kırılma noktası ne oldu? Gülen hareketinden neden ayrıldınız?
Benim için 3 tane kırılma noktası var. Birincisi hizmetle bağımı kesmeme neden olan süreç. Zaman içerisinde, cemaate ait kitapevlerinde satılan kitaplarda islami hassasiyetimiz ve ölçülerimiz dikkate alınmamaya başlandı. Bu duruma gösterdiğim tepkilerin hiçbiri ciddiye alınmadı. Benim hizmete katıldığım yıllardaki iman kurtarma misyonu 2000’li yıllarda bir ticari faaliyete dönüşmüştü.
MAVİ MARMARA’DAN SONRA CEMAATLE DUYGUSAL BAĞIM KOPTU
-Ayrıldıktan sonra duygusal bağınız devam etti mi?
2003 yılında ayrıldım ve hizmetle kurumsal ve gönül bağım ortadan kalktı. 2010 yılı Mayıs sonundaki Mavi Marmara saldırısında Fethullah Gülen’in “otoritelerden izin alınmadan gidilmemesi gerekirdi” şeklindeki açıklamaları ve sonrasında 5N 1K yapımcılarına “Mavi Marmara’da katledilenler şehit değildir” demesi bende ikinci kırılmaya neden oldu. Bu kırılma ile Gülen’in şahsı hakkında taşıdığım bütün olumlu düşünceler ortadan kalktı.
Üçüncü kırılmayı da 17 Aralık’ta yaşadım. Bu süreçle birlikte, Gülen hareketinin Türkiye için çok büyük bir tehdit kaynağı haline geldiğini gördüm
-Ayrıldıktan sonra nelerle karşılaştınız?
Ayrıldıktan sonra bir yayınevi çatısı altında İslami tebliğ faaliyetine devam etme gayreti içindeydim. Fakat, ayrılmamla birlikte, bazı üst düzey cemaat yöneticilerinden kaynaklanan ve beni, tanıyan insanların nezdinde itibarsızlaştırma amacına yönelik karalama ve iftira faaliyetleri ile karşılaştım. Bu iftiraları yayanlar, yayınevinin finansörleri ile temasa geçip benimle ilgili akla hayale gelmeyecek yalanlarla mali desteklerini çekmesini sağladılar. Bu yüzden yayınevini satmak zorunda kaldım. O günden bu yana hayatımı, İslami alt kimlik aidiyetlerinden bağımsız bir yazar olarak sürdürüyorum.
FUTBOLCULARIN İMAMLIĞI GÖREVİNİ YÜRÜTTÜM
-Sizin için “futbolcuların imamı” da diyorlar. Gerçekten futbolcuların imamı mısınız?
Gülen hareketi içerisindeki son yıllarımda Süper Lig’deki futbolcularla ‘hizmet abisi’ olarak ilgilendim. O dönemde futbolcuların resmi bir imamı vardı ama aktif değildi. Aktif olarak o görevi ben yerine getiriyordum. Bu durumdan hizmetin üst düzey yönetiminin haberi ve onayı vardı. Amaç, futbol takımlarından cemaate adam kazanmaktı. Kamuoyunun yakından tanıdığı birçok futbolcu ile hizmet adına ben ilgileniyordum.
-Türkiye’de paralel devlet yapısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
1970’li yılların başından itibaren Fethullah Gülen ısrarla, ‘masonlar ve din düşmanları Anadolu’nun fakir fakat zeki çocuklarını devşirip milletin başına bela, dini ve kültürel varlığına düşman ediyorlar; biz de İslam adına alternatif bir eğitim altyapısı hazırlayıp kendi insanımızın devşirilmesine izin vermeyelim’, söylemini yoğun olarak tekrarlıyordu. Bu argüman, Türkiye genelinde muhafazakar halk kitlesi üzerinde çok ciddi bir kabul ve destek gördü. Hizmetin okulları ve diğer eğitim kurumları böylece vücut bulmaya başladı.
DEVLETİ ELE GEÇİRME HIRSLARINA YENİLDİLER
-Masum başlayan hareket bugünkü duruma nasıl geldi?
Ortaya yurtlar, dershaneler ve okullardan oluşan adeta bir imparatorluk çıkmıştı. Sonrasında güç zehirlenmesi yaşamaya başladılar. Kendilerine verilen halk desteği büyük bir güce dönüştü. Bu, Gülen ve cemaatin üst yönetimi tarafından hazmedilemedi. Anadolu insanının kültürel ve manevi değerlerini koruma, İslam’ı anlatma/yayma hedefi, yerini Gülen ve cemaat üst yönetiminin devleti ele geçirip hükmetme hırslarının tatmin amacıyla yer değiştirdi.
-Siyasete müdahale etme fikri nasıl oluştu?
7 Şubat 2012 krizi ile Gülen hareketinin gizli amacı artık görünür hale geldi. Ancak 17 Aralık operasyonu ile bu görünür hale gelmiş olan amacın gerçekleştirilmesi hamlesiydi. Buna bir tür ‘ya hep ya hiç’ harekatı ya da bir hükümet darbesi de diyebiliriz.
ERDOĞAN’IN LİDERLİK GÜCÜNÜ UNUTTULAR
-Sözünü ettiğiniz bu hükümet darbesinde gerçekten başarılı olabileceklerini düşündüler mi?
Hesabı temelde şuydu: Uluslararası siyonizmin ve ABD Neocon’larının desteklediği hiçbir hamlenin başarısız olamayacağına dair kesin bir inanç besliyorlardı. Bu da onları alışılmışın dışında son derece rijit ve saldırgan bir tavra sürükledi.
-Sizce Gülen hareketi 17 Aralık’ta neden başarısız oldu?
İşin özü Cenab-ı Hak’kın takdiridir. Sebepler açısından ise birincisi Türk halkının derin tarihsel sağduyusu ile haklı olan ile-haksızı, saldıran ile-savunanı ayırt edebilme yeteneği ve şuur altında hala iliklerine kadar Müslüman kalmaya devam etmiş olmasıdır. İkincisi ise Başbakan Erdoğan’ın tahmin edemedikleri, liderlik yeteneği, çabuk ve kesin hareket edebilme dirayetidir. Üçüncüsü, sözünü ettiğimiz tepkisinde, Başbakan Erdoğan’ın ihtiyaç duyacağı kadro desteğini verebilecek nitelik ve niceliğe sahip dindar ve vatansever bir bürokrat katmanının artık yetişmiş olmasıdır.
Bu çatışma sürecinde ‘Fethullah Gülen stratejik aklı!’nın atladığı veya ihmal ettiği en önemli dinamik ise 2200 yıllık geleneğe sahip olan bir devletin bir emekli vaiz ve onun etrafında kümelenmiş 5-10 bin fanatik bürokrat tarafından teslim alınmasının yapısal olarak imkansız oluşuydu.
CEMAAT TABANI DAĞILMA SÜRECİNE GİRDİ
30 Mart seçim sonuçları Gülen hareketinden nasıl bir yankı buldu?
-Fethullah Gülen ve yakın çevresi yani çelik çekirdek bugün itibariyle rasyonalitelerini tamamen kaybetmiş ve tavırlarını içgüdüsel tepkileri ile yönlendirir hale gelmiş bulunuyorlar. Bu durum, ilmi analizlerden ziyade aslında bir psikiyatristin alanına girer.
-Peki Gülen hareketinin tabanı, paralel yapının darbe planlarının boşa çıktığının farkında mı?
Cemaat tabanının birinci halkası diyebileceğimiz kitle, zaten onlarca yıldan beridir “hocaefendi asla yanılmaz” şeklinde bir beyin yıkama operasyonu ve “Hocaefendi kültü” ile zihinsel bir sakatlığa maruz bırakıldıkları için onlar hakkında da ‘ümitsiz vak’a’ diyebiliriz. Cemaat tabanının ve cemaat finansmanının büyük kısmını oluşturan dış halka ise şu an zaten çok hızlı bir dağılma süreci yaşıyor.
HER YIL GÜÇLERİNİN YARISINI KAYBEDECEKLER
-Eski bir Cemaat mensubu olarak Gülen hareketinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Her şey bu hızla giderse, maddi ölçüler açısından Cemaat, önümüzdeki 2-3 sene boyunca her sene varlığının en az yarısını kaybetmeye devam edecektir. Er ya da geç, Gülen’in ölümünü müteakip ise o günkü cemaatin çok hızlı biçimde parçalanacağını söylemek ise kehanet değil, sosyolojik bir zorunluluğun tespit edilmesi olur.
-Gülen Grubu’nun uluslararası desteği kaybedeceğini düşünüyor musunuz?
17 Aralık darbesinde başarısız olduktan sonra, önümüzdeki süreçte kendilerine verilen yeni misyonlarda da başarısız olurlarsa, hizmetin dış desteğini oluşturan Siyonist ve Neocon çevreler, cemaat hakkında, ‘ses var görüntü yok’ tarzında bir değerlendirme yapıp desteklerini çekerek Fethullah Gülen hareketini yokluğa mahkum edeceklerdir.
BAŞARSALARDI “CEMAAT FAŞİZMİ” GELECEKTİ
-Bir de tersinden bakalım. 17 Aralık operasyonu başarılı olsaydı, iktidar düşürülebilseydi bugün nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık?
17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları başarılı olsaydı Fethullah Gülen de Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık yetkilerinin bir araya getirildiği bir güce sahip olacaktı. Gülen, adı konulmamış bir biçimde, o yetkinin tek sahibi olacaktı. Ve Türkiye de karanlık bir Cemaat faşizmi dönemine yuvarlanacaktı. Bu teşhisi aşırı ve subjektif bulanlar olursa, Cemaatin, dünyada, yazılmış fakat henüz yayınlanmamış bir kitabı (yani Ahmet Şık ile Nedim Şener’in kitabını) yasaklamanın ilk örneği verdiğini ve böyle bir suç nedeniyle kitabın yazarlarını aylarca hapiste tuttuğunu hatırlatalım.
GÜLEN’İ MEHDİ VE MESİH OLARAK GÖRÜYORLAR
-Hareketin tabanının Fethullah Gülen’e bakışı nedir?
Cemaatin bir kısmı Fethullah Gülen’in Mehdi olduğuna, başka bir kısmı ise Mesih olduğuna inanır. Bu konuda en mütevazi olanlar “asrın alimi” derler ki biz bunu islami terminolojide “müceddid” olarak değerlendirebiliriz. Ama, ‘üçü de değil, o sadece ünvansız bir hidayet önderi, bir cemaat lideridir’ şeklinde değerlendiren kimseye ben rastlamadım.
17 AĞUSTOS DEPREMİNİ BİLE CEMAATE BAĞLADILAR
-Son dönemde ülkemizi üzen bazı olaylar Gülen hareketi tarafından farklı yorumlanıyor. Bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
17 Ağustos 1999 depreminden sonra Fethullah Gülen ” bu çarpan bir TIR’dı. Arkadan tren geliyor” demişti. Bu depremin sebebini 18 Haziran 1999 gecesi ATV Ana Haber Bülteninde Ali Kırca’nın başlattığı Gülen ve cemaate yönelik aleyhte kampanyaya bağlıyordu. Yakın çevresine, “Ben Amerika’da garip bir yetimim, annem, babam yok, bana sahip çıkan yok. Allah da bana böyle sahip çıkıyor” şeklinde konuştuğunu biliyoruz.
Fethullah Gülen, çocukluğundan itibaren kendisinin manevi-tarihi bir misyon yüklenmiş, olağanüstü bir insan olduğu konusunda kesin bir inanca sahiptir. Bunu eserlerinin birçok yerinde satır aralarında ifade etmiştir.
HER FELAKETİ KENDİ HESAPLARINA YONTARLAR
-Günümüzde de kuraklık ve Soma faciası gibi tüm Türkiye’yi ilgilendiren meselelerde de benzer yorumlar görüyoruz.
Gülen’in 22 Aralık’ta yaptığı o unutulmaz bedduadan sonra Cemaat genelinde bir felaket beklentisi oluştu. Bu beklenti halen devam ediyor. Yani Allah korusun ülkemizin ve milletimizin başına gelebilecek her çeşit felaket bu insanları fevkalade sevindirecektir. Çünkü o zaman yaşanan çatışmada Fethullah Gülen ve çevresindekilerin haklı ve mağdur, Erdoğan’ın ise haksız ve zalim olduğu, o nedenle de Hoca’larının yaptığı bedduanın tuttuğu şeklinde bir sonuç ortaya çıkacağına inanıyorlar. Böylesine hastalıklı ve gayrı-islami bir ruh haleti içindeler. Ve ülkenin yaşadığı/yaşayacağı her çeşit olumsuzluğu kendi hesaplarına yontabiliyorlar.
HERKÜL BİR YUNAN TANRISI ADIDIR
-Gülen’in web sitesinin adı Herkül. Bu da tartışma konusu oldu. Sizce neden bu isim tercih edildi?
-Bence rasyonel bir cevabı yok. Herkül bir Yunan tanrısı. Müslüman bir alim olma iddiasında bulunan biri sitesinin ismini neden bir Yunan tanrısından alıyor?
-Yasadışı dinlemeler de çok fazla tartışılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Cemaat güç sahibi olmayı becerdi ancak o gücü kullanıp kontrol altında tutmayı beceremedi. Bu durum 19. yüzyılın ünlü İngiliz siyasal bilimcisi Lord Ackton’un ifadesiyle:”Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar”. Cemaatin 800 binden fazla insanı dinlediğinden söz ediliyor. Neredeyse herkesi dinlemişler. Yani bulunca bunamışlar ya da güçlerinin altında ezilmişler.
GÜLEN’DEN SONRASI YOK!
-Gülen sonrası da konuşuluyor. Mustafa Özcan’ın ikinci isim olduğu söyleniyor. Siz Gülen sonrası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet Cemaat içinde Mustafa Özcan, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi, Mehmet Ali Şengül gibi ikinci üçüncü adam isimleri sayabiliriz. Ancak sosyolojik bir zorunluluktur ki karizmatik liderlerin ikamesi ve yedeği olmaz. Gülen’in karizmatik bir lider olduğu ise hiç kimsenin tartışmadığı bir gerçektir. Dolayısıyla Gülen sonrası, cemaat açısından bir kaostur.
-Gülen hareketinin samimi gönüllülerine vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Fethullah Gülen’de gördüğünüz dikkat çeken, tepki alan, İslam’ın ölçülerine göre kalp tırmalayıcı olan şeyler için elinizi vicdanınıza koyun ve “Hz. Peygamber böyle yapar mıydı?” sorusunu kendinize sorun. (SABAH)
Sayın Said Alpsoy’un mükemmel teşhisleri için Allah razı olsun dan başka ne denebilir ki!
-‘İlmi analizlerden ziyade aslında bir psikiyatrisin alanına girer.’
-Cemaat tabanının “hocaefendi asla yanılmaz” “hocaefendi hep yanıltır ” ifadeleri bugüne kadar duyduğum en isabetli görüşlerden birisidir.