Havana günlükleri
Mexico City’den dün sabah çok erken bir uçakla yola çıktık. İki saatlik bir yolculuğun ardından Havana’ya vardık. Varış kolay da… Ülkeden içeri giriş o kadar kolay değil! Pasaport kontrolünü geçtikten sonra bizi bir polis durdurdu ve tam 50 dakika boyunca adeta suçlu muamelesi yaparak sorguladı. Neyse ki İspanyolca biliyorum da anlaştık. Zira tek kelime İngilizce konuşmuyordu. İş uzayınca makara senaryolar bile yazmaya başladık. Benim ekranda Guevara’ya barbar dediğim kulaklarına gelmiş onun için bırakmıyorlarmış vs vs… Neyse sonunda kapı açıldı…
Küba, turistler için müthiş pahalı bir ülke. Burada turistlere has ‘ayrıcalıklı’ mekanlar var. Küba halkı sefaletle boğuşurken kapitalist ülkelerden gelenlere tanınan imtiyazlar insanın midesini bulandırıyor… Kendi vatandaşı için ayrı ve hiçbir değeri olmayan Küba Pesosu, turist için ‘Çevrilebilen peso’ (Peso Convertible) kullanılıyor. Her şeyde acayip vergiler koymuş Castro. Otele, uçak biletine, dövize…
Burada her şey devlete gidiyor, her şey devlete ait. Oteller devletin, lokantalar devletin, taksiler, sokak satıcıları, animatörler, palyaçolar bile devletin. Peki bu kadar turistten para kazanan devlet vatandaşını iyi mi yaşatıyor? Ne gezer! Bir sefalet ki sormayın gitsin! Akılalmaz düşük maaşlar (ortalama ayda 20 dolar), yasaklar, baskılar, insan haklarının ve özgürlüğün olmadığı ‘Devlet ne verirse şükredeceksin, ne derse kabul edeceksin’ diyen karneye dayalı zalim bir düzen. Sosyalizmin barbarlığına bir kez daha tanık oluyoruz…
Havana’nın durumu içler acısı. Müthiş bir art-deco kolonyal mimari mahvedilmiş. Biraz güzel bakılsa çok büyüleyici olacak bir şehir bu haliyle dökülüyor. Pislik içinde sokaklar, berbat halde binalar, daracık ve karanlık evlere hapsedilmiş yorgun ve çaresiz Kübalılar… Bu feci manzaralara vicdansız turistlerin ‘Ne kadar egzotik’ demesi ‘Sefaletin estetiği’nden hoşlanmaları da ayrı bir hastalıklı durum. Castro’nun başarılı olduğu yegane nokta aşırı yatırım yaptığı sağlık hizmetleri. Yani sistem yalnızca hastalanınca avantajlı hale geliyor! Önce insanı hasta ediyor, sonra da hastayken iyi tedavi etmekle övünüyor. Sağlıklıyken sürünüyorsunuz ama hastalanınca size iyi bakıyorlar!
Öte yandan son yıllarda az da olsa bir gevşeme yaşandığını söylüyor Kübalılar. Zaten o da olmasa uçuruma doğru gitme hızlanacak. Casa particular yani pansiyonlar legalleşmiş, bir de Paladar denen ve eskiden kaçak işletilen ev lokantaları artık yasal. Ama bu mekanlara halkın erişimi yok çünkü onların kazandıkları ile buralardaki fiyatları ödemek imkansız. Kübalılar hala karneyle yemek alıyor, devletin dağıttığı romu içiyor, devletin dağıttığı puroyu da turiste satmaya çalışıyor!
Bir de müzikten bahsetmeliyim. Dün sabahtan beri Havana sokalarında turluyoruz. Burada müzik çok önemli. Oturduğumuz her yerde çok iyi canlı müzik yapılıyor ama turist rotasından çıkıp Kübalıların yaşadığı ara sokalara girince o müzik ortadan kalkıyor. Sanki sefalet ve çaresizlik müziği de turistik bir meta haline getirmiş, hayatlarından almış. Hani hep anlatılır ya ‘efsaneyi beslemek için, Kübalılar parasız ama mutlu, dans edip şarkı söyleyen bir halk’ diye. Ben bunun bir propaganda olduğunu anladım Havana sokaklarında. Yok öyle bir şey! Nasıl olsun! Umutlanacak hiçbir şey yok bu ülkede! Tek umut kaynağı sistemin yıkılması olabilir… İki gündür buradayız ve Havana Vieja’da yani şehrin ana kısmı olan eski Havana’da elektrik yok. Oteller ve lokantalar turistler için jeneratör kullanıyor ama halk tamamen karanlıkta. Ve söylediklerine göre yarın da tüm gün olmayacakmış. Ah o karanlık sokakları bir görseniz… Mum ışığıyla aydınlanmaya çalışan evlerinin önünde oturan o insanları… Burayı solcuların ve steril burjuva turistlerin romantize etmesi insanlığa büyük bir hakaret gibi geliyor bana.
NAGEHAN ALÇI/AKŞAM