MEDYAGÜNDEM- Haberin başlığına şaşırdınız değil mi? Aynen dediğimiz gibi… Türk medyasının “eli en kirli ismi” Ertuğrul Özkök’ün çok büyük bir günahı daha ortaya çıktı.
Resmi rakamlara göre 18 bin kişinin yaşamını yitirdiği 17 Ağustos 1999 günü yaşanan büyük Marmara deprem felaketindeki Özkök’ün sorumsuzluğu yıllar sonra deşifre edildi.
Nerden mi çıkarıyoruz?
Habertürk’te bugün Murat Bardakçı’nın yazısından…
“Prof. Işıkara diyorsa bir bildiği vardır” başlıklı yazısında Bardakçı, deprem uzmanı Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara ile ilgili 13 yıl önceki bir anekdotu köşesine taşıdı.
Murat Bardakçı 1999’daki depremden önce Hürriyet’in radyosunda yaptığı programa bir gün Işıkara’yı davet eder. Işıkara program bitiminde İstanbul’da büyük bir deprem beklediğini ve önlem alınması gerektiği uyarısını yapar.
Devamını Bardakçı’nın yazısından okuyalım:
“Hoca, programdan sonra bir müddet daha oturduğumuz sırada da anlatmaya devam etti. Yayında söylemediği bir meseleden bahsetti ve ‘Buralarda çok yakında büyük bir deprem bekliyorum. Bir felâket olacak, şimdiden tedbir almamız ve halkı uyarmamız lâzım’ dedi. Herkesin anlayabileceği şekilde hazırlayacakları basit bir broşürün gazete ile beraber verilmesini teklif etti, gazete broşürün dağıtımını kabul ettiği takdirde yaşanacak felâkete halkın dikkatinin daha fazla çekileceğini ve bunun hayat kurtarmaya yarayacağını söyledi.
Işıkara’nın söylediklerini ertesi gün gazeteye naklettim, aldığım cevap ‘Durup dururken niye panik yaratalım ki? Felâket tellâllığı mı yapacağız? Boşver, insanların içini karartmayalım’ oldu.
Ve bütün bunlardan birkaç ay sonra da büyük deprem geldi! O günleri gerçi çoktan unutmuş gibiyiz ama hafızamızı tazeleyebildiğimiz takdirde 1999 Ağustos’un-dan sonra yaşadıklarımızı, korkularımızı ve hattâ kapıldığımız paranoyaları düşünecek olursak çok yakında başımıza gelmesi kesin olan yeni felâket karşısında mutlaka titreriz!”
Peki sizce Bardakçı’ya Hürriyet’te “Durup dururken niye panik yaratalım ki? Felâket tellâllığı mı yapacağız? Boşver, insanların içini karartmayalım” diyen isim kim olabilir?
Elbette “sit-comcu yayın yönetmeni” Ertuğrul Özkök.
Özkök depremle ilgili o teklifi kabul etse, millette bir deprem bilincinin oluşmasına yardım etse, belki de 17 Ağustos’ta yaşanan felaketin böylesi bir sonuç vermesine engel olacaktı.
Bardakçı bu yazısıyla Özkök’ün adını vermedi ama çok büyük bir günahını deşifre etti.
Sonuç itibariyle Bardakçı’nın köşesindeki o sözleri Özkök’ten başkası edemezdi. Çünkü Hürriyet’in o dönemki genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’tü.
Bu olay bile gösterdi ki, Özkök’ün yatacak yeri gerekten yok!
İşte Bardakçı’nın yazısı:
***
Prof. Işıkara diyorsa bir bildiği vardır
PROF. Dr. Ahmet Mete Işıkara, önceki gün aklı başında olanları hayli korkutacak bir açıklama yaptı, Marmara depreminin 2014’te olmaması halinde ihtimalin daha da artacağını söyledi ve “Kurtuluş yok!” dedi…
Işıkara böyle açıkça tarih veriyorsa ben korkarım, zira boş yere lâf etmediğine ve mutlaka birşeyler bilerek konuştuğuna senelerce öncesinden şahidim!
1999 depreminden birkaç ay önceydi, Türkiye’de gene bir yerler sallanmıştı. O günlerde yazdığım Hürriyet’in bir de radyosu vardı, haftada bir gece arkadaşlarla beraber radyoda müzik programı yapıyorduk. Çalıp söylüyor, eski kayıtları dinletiyor bazen de konuk davet ediyorduk.
O hafta yapacağım programa kimi davet edeceğimi düşünürken arkadaşlardan biri birkaç gün önce yaşanan depremi hatırlattı, “Kandilli Rasathanesi’nin başında enteresan bir hoca var, deprem işini de çok iyi biliyor. Yakında daha büyük bir felâket olacağını söylüyor, istersen onu davet et” dedi.
FİRDEVSÎ’NİN ŞİİRİ GİBİ
Prof. Işıkara ile bu program vasıtasıyla tanıştık… Davetimizi kabul edip geldi, gece iki saat boyunca Türkiye’nin nasıl bir deprem bölgesi olduğunu anlattı, evlerde yapılması gereken tedbirleri sıraladı, dinleyen herkesin tabii içi karardı ve yayın bittiğinde hepimiz neredeyse ruhî bir çöküntü içerisinde idik.
Hoca, programdan sonra bir müddet daha oturduğumuz sırada da anlatmaya devam etti. Yayında söylemediği bir meseleden bahsetti ve “Buralarda çok yakında büyük bir deprem bekliyorum. Bir felâket olacak, şimdiden tedbir almamız ve halkı uyarmamız lâzım” dedi. Herkesin anlayabileceği şekilde hazırlayacakları basit bir broşürün gazete ile beraber verilmesini teklif etti, gazete broşürün dağıtımını kabul ettiği takdirde yaşanacak felâkete halkın dikkatinin daha fazla çekileceğini ve bunun hayat kurtarmaya yarayacağını söyledi.
Işıkara’nın söylediklerini ertesi gün gazeteye naklettim, aldığım cevap “Durup dururken niye panik yaratalım ki? Felâket tellâllığı mı yapacağız? Boşver, insanların içini karartmayalım” oldu.
Ve bütün bunlardan birkaç ay sonra da büyük deprem geldi! O günleri gerçi çoktan unutmuş gibiyiz ama hafızamızı tazeleyebildiğimiz takdirde 1999 Ağustos’un-dan sonra yaşadıklarımızı, korkularımızı ve hattâ kapıldığımız paranoyaları düşünecek olursak çok yakında başımıza gelmesi kesin olan yeni felâket karşısında mutlaka titreriz!
1999 depreminin üzerinden 13 sene geçti ve alınması gereken tedbirlerin neredeyse hiçbirini hâlâ almadık! Firdevsî’nin meşhur şiirinde söylediği gibi “Geldik, oturduk, konuştuk ve kalkıp gittik”! Dikkatleri yaşayacağımız âfete çekebilmek maksadıyla Prof. Işıkara ile Prof. Celâl Şengör başta olmak üzere jeologların ve diğer uzmanların dillerinde tüy bitti ama aldırmadık ve aldırmıyoruz…
FELÂKET TACİRLERİ
Gerçi her işte olduğu gibi deprem meselesinde de ortaya menfaat düşkünü bazı hocalar çıkmadı değil… Kendi kendilerine pâyeler verip şirketler kurdular, endişeye kapılanların evlerinde zemin etüdleri yaptıkları iddiasıyla deprem tehdidini paraya tahvil etmeye çalıştılar…
Ama asıl yapılması gerekenler bir türlü yapılmadı, tedbir falan alınmadı ve işin ucu bırakıldı, gitti…
Umursamazlığımızın en başta gelen delili, dayanıksız binaları belirleme faaliyetine 1999 depreminden bu kadar sene sonra girişmemiz ve “kentsel dönüşüm projesi” denen bu işin bazı yerlerde tam bir rant faaliyeti halini alacak gibi görünmesidir!
İstanbul’u 15 asırdan buyana her 250 senede bir dümdüz eden ve ocaklar söndüren depremin rutin periyodunun artık son günlerindeyiz ve eskilerin “küçük kıyamet” dedikleri belâ gelmek üzere…
***
medyagundem.com