MEDYAGÜNDEM- Kendisi de Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan bugün çarpıcı bir yazıyla Murat Belge’nin akillikten istifasını yazdı.
Belge’yi çok değil Gezi Parkı olaylarından 27 gün önceki yazısıyla vuran Kaplan, Belge’nin çelişkisini de gözler önüne serdi.
Belge, sol sendika ve grupların 1 Mayıs’taki Taksim ısrarının arkasındaki stratejiyi Taraf’taki 4 Mayıs 2013 günkü köşesinde şöyle anlatıyordu:
“Bu stratejinin özü, her fırsatta gerilim, mümkünse fiziksel çatışma çıkarmak. AKP 2002’de hükümet kurduğundan beri uygulanıyor, ama gerçek tarihi çok daha eskilere dayanıyor, 27 Mayıs’ı hazırlayan 27 Nisan’a kadar. O zaman bu, şimdiki gibi, ‘çizilmiş’ bir plan, strateji değildi, çok daha ‘spontane’ bir süreç içinde biçimlenmişti. Muhtemelen o nedenle 27 Mayıs gibi bir sonuca da erişebildi. 27 Mayıs’ı izleyen yılları, 1971 darbesine kadar, ikinci bir 27 Mayıs yaratabilme hazırlıkları, çalışmaları, eylemleri arasında geçirdik. Ama gelen ‘ikinci 27 Mayıs’ değil (onun ‘hikmeti’ her neyse, o da ayrıca tartışılır) 12 Mart oldu. Yöntem her durumda kalıcılaştı. Türkiye’nin zamana direnen sosyo-politik yapısının belirleyicileri bu davranışı kalıcılaştırıyordu: Özgür seçim ortamında seçim kazanamayan CHP, on yılda bir darbe yaparak onun eksiğini gidermeyi gelenekselleştirmiş Silâhlı Kuvvetler, tabii bir de, Tan matbaasına veya Bayrak Mitingi’ne aynı heyecanla koşan genç militanlar.”
Hilal Kaplan da Belge’nin çelişkisini yüzüne şöyle vurdu:
“Aydınlıkçılarla Özkökgiller, Sözcü ile Hürriyet, antikapitalistlerle kapitalist ağa babaları el ele vermiş aynı amaca doğru koşuyorlar. Erdoğan’ı düşürme pahasına memleketi düşürmeyi göze almışlar. Ama 1 Mayıs’taki onbinlerden darbe tehdidi ve ‘çizilmiş strateji’ çıkaran Belge, mevcut durumdaki yüz binlerden kendiliğinden husule gelmiş bir demokrasi ittifakı çıkarmaya çalışıyor, öyle mi?”
Yazısından bazı bölümler şöyle:
(…)
Kelimenin her anlamıyla hayatî olan bu meselenin çözümü noktasında, geçen sene 7 Şubat’ta tam da bu sebepten ötürü Yüce Divan’la tehdit edilmiş bir Başbakan, daha önceki hükümetlerin HİÇBİRİNİN almadığı riski alarak, elini değil gövdesini taşın altına koymuşken, üstelik tarafların herhangi biri henüz yoldan dönmemişken, ‘Ben bu işte yokum’ oyunbozanlığını bir aydına yakıştıramadım.
Ki aydınlar, bir toplum içerisinde en rahatsız olması gereken insanlardır. Böylesi bir süreçte, hükümet ve diğer başat aktörlerin (Abdullah Öcalan, Murat Karayılan, Ahmet Türk gibi) süreçten vazgeçmediği ortadayken, bir aydının çıkıp hükümete çatmak adına istifa kolaycılığına kaçması anlaşılır iş değil. Üstelik Murat Belge’nin, laik mahalle baskısından kaynaklandığını düşündüğüm bu ‘muhalif konfor’a teslim olması hiç anlaşılır değil.
(…)
Âkil insanlar heyetine Başbakan Erdoğan için katılmadım. Ak Parti hükümeti için de katılmadım. Bu ülke bir 30 yıl daha baştan ayağa kanla yıkanmasın diye katıldım. Bu heyete katılmadan önce de Başbakan Erdoğan’ın üslubundan ve on yıllardır süren yapısal hale gelmiş polis şiddetinden haberdardım. O yüzden Belge’nin istifasını ne akla ne de vicdana uygun buluyorum. Kendimi çözüm sürecindeki başat aktörlerin hiçbirinden daha değerli ve önemli de görmüyorum. Bu yüzden tarafların hepsi vazgeçse bile, ben yapıcı olarak ne katkı sunabilirim ona bakmayı daha sorumlu buluyorum.
Arkadaşlarının kovulduğu veya istifaya zorlandığı Taraf’tan yine ‘arkadaş hatırı’ için istifa etmeyen Belge’nin, biraz da ‘barışın hatırı’nı öncelemesini beklerdim. Doğrusu hayal kırıklığına uğradım.
(…)