Dinle, Balyoz konuşuyor
(Bu yazı Balyoz Darbe Planı ile ilgili sadece sahihliği üzerinde herhangi bir tartışma olmayan belgeler ve veriler kullanılarak 22 Eylül 2012 günü Microsoft Word 2003 programında 12 punto Times New Roman karakteriyle yazılmıştır.)
Balyoz CD’leri gazeteye geldiğinde işbölümünde bana 5-7 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu’da düzenlenen plan seminerinin ses kayıtlarını dinlemek düşmüştü. Tamamını dinleyen ilk kişi ben olabilirim. Çünkü eminim o seminerin hazirunu bile bu kadar sıkıcı konuşmanın tamamını dinleme sabrını gösterememiştir.
Yazılan çizilenlere bakınca daha sonra da kimsenin o ses kayıtlarının tamamını dinleme sabrını göstermediğini anlıyorum. İddianameye bakılırsa buna savcılar da dâhil.
Hâlbuki o ses kayıtlarında dinlediğimiz şeyin suç olduğunu anlamak için ne ABD’de kriminal laboratuara, ne Microsoft’tan bilirkişi raporuna, ne de Harvard’dan profesörlüğe ihtiyaç vardı. Bir çift kulağa sahip olmak yeterliydi.
Zaten sahte belge üretmeye ne hacet, 2003 yılında adeta bir siyasi parti, rejimin bodyguard’ı gibi çalışmakta olan TSK’nın arşivinden gözü kapalı çekilecek herhangi bir belgenin normal bir demokraside ve hukuk devletinde sonu müebbet hapis cezasıyla bitecek bir davaya dönüşme olasılığı yüzde elliden aşağı değildir.
İddianameden ıslak imzalı, Microsoft onaylı, tartışma dışı bir belge çekelim.
Ocak-Şubat 2003 tarihli iki adet Kara Kuvvetleri Komutanlığı “Durum Değerlendirmesi” raporu. Bu iki rapor seminerden bir gün önce 4 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İzzet Ocak imzasıyla gizli ve kişiye özel olarak Harekât Başkanlığı’na şu ön yazıyla gönderiliyor. “Kara Kuvvetleri Komutanının yaptığı değerlendirmenin öncelikle plan seminerine katılacaklar olmak üzere Başkan, Pl./Pl.Eğt.Ş.Md seviyesindekilerce okumasına.”
Yani savaş oyunu oynandığı iddia edilen o plan seminerine gelenlerin zorunlu okuma parçası bu rapor. “Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldırmaya çalışıyorlar” ile başlayan rapor, AKP’nin irticai kadrolaşmasıyla devam edip, memleketten türbanla derse giren kız haberleri ve havaalanındaki bikini reklamlarını indiren hacılar ile bitiyor. En kritik paragraflardan birini okuyalım:
“AKP’nin, TBMM’de yapılan oylamayla, halkı Müslüman olan Irak’a karşı muhtemel bir harekâtta kullanılmak üzere Türkiye’deki üslerin modernizasyonu için ABD’ye izin vermesi ile; ABD ve müttefiklerinin desteğini alacağı, partinin buna ihtiyacının olduğu çünkü Refahyol deneyiminden sonra kendilerini güvende hissetmediği, iç politikada TSK engelini aşmada Batı ile işbirliğinin gerektiğine inandığı.”
Bunu yazan, okuyan askerler darbe planlamazsa ne olur? Bunun kendisini yazmak, dağıtmak, okumak bir muvazzaf asker için müebbetlik suç değil midir zaten?
Değildir diyenler için Çetin Doğan’ın seminer açış konuşmasına kulak verelim:
“Bu plan çalışmasında yalnız şimdiye kadar olan plan çalışmalarının dışında belki de Türkiye’de ilk defa ordu çapında bizim planlarımız içerisinde yer almakla beraber ikinci plana ittiğimiz aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz.”
Bu iç tehdit nedir, onu da Çetin Doğan’ın kapanış konuşmasından öğrenelim:
“Arkadaşlar bu plan seminerini, 1. konjonktürel gelişmelere göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir… Söylediğimiz her söz, atacağımız her adım evvela laik demokratik cumhuriyetin korunması ve kollanılması, kollanması için olmalıdır. Laik demokratik cumhuriyetten daha üstün, bundan daha büyük tehlikemiz yok mevcut durum içerisinde…”
Peki, ne yapılacak bu büyük tehdide karşı? Yine Çetin Doğan’ın seminerdeki sesinden dinleyelim:
“Evet, içteki birlik bütünlüğü nasıl sağlayacağız arkadaşlarımız bu konuyu işte gündeme getirdiler milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur. Dini öne çıkartan ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz. İnsanların dini inançları farklı farklıdır. Bu eski ümmet Osmanlı döneminde din adına, gaza yapma adına savaşlar vardı eski dönemlerde bütün ulusları işte 7 yıl 40 yıl 100 yıl savaşlarına falan soktular ama şimdiki dönemde ulusal çıkarlarımız ulus-devlet olmanın özelliğinden dolayı ulusal birliğimizde ilk Atatürk’ün o sözü ulusal birliğimizi öne çıkartır. Bunun içinde her şeyden önce evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici ben onu söyleyeceğim şeyde Genelkurmay Başkanına, Kuvvet komutanına diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın bu işin sonu b..ktur işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım. Milli Mutabakat Hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek. Edeceği bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması en önemli birinci …… (anlaşılmıyor) bu tabi, bu öngördüğümüz senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı hani bugün de gidip onu şu anda yapın diye gideceğim yok yanlışta anlamayın. Bizim yaptığımız tekliflerimiz vardır. O teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak istemem…”
Bu plan seminerinin neden yapıldığını hepiniz anlamış olmalısınız.
Hâlâ ikna olmayanlar için seminerden yükselen bugüne kadar pek de gündeme gelmeyen seslere biraz daha yakından kulak verelim. Savcıların nedense iddianameye bile almadığı şu diyaloga bakın:
Çetin Doğan: “Şimdi toplumsal olaylarda polisin kontrol edilmesi gerekiyor tabi bu durumda. Onlarda yeni silah araç ve gereçler var. Bunları kontrol etme yahut polisi bu bölünmüş olan polisi ya etkisiz bırakma bir bölümüyle ya bir bölümünü etkimiz altına almak için bir tertip ve tedbiriniz var mı?”
Komutan (Adı belirsiz): “Komutanım biz de bunların jandarma nezaretinde kullanılmasını ve çok sıkı kontrol altında tutulmasını düşünüyoruz.”
Komutan 2 (Adı belirsiz): “4000 polisi böyle bir durumda kontrol altına alma imkânımız var komutanım. Ama polisin özellikle istihbarat, narkotik vb. şubelerinde faaliyette bulunanlarının ne yapacağı konusunda ben şahsen tereddütteyim.”
Komutan 3 (Adı belirsiz): “Bizim yanlımız olmayan bir tutum içindeler. Bunu kullanırken sizin sorunuz sıkıyönetim şemsiyesi altında polisi kullanırken EMASYA görevlerindeki hiyerarşik diziyi kullanamayacağız.”
Çetin Doğan: “Mesela ben şimdi görüyorum şimdi Ankara şey İstanbul içerisinde bazen resmi fors çekerek ender olmakla beraber dolaştığım oluyor. Bir kısım polisler afedersiniz k…ı dönüyor. Böyle belli ki silahllı kuvvetlere po…suyla bağlı tamam mı öyle bir yakınlık gösteriyorlar bize.”
Komutan4 (Adı belirsiz): “Ben Ankara’da seneler önce görev yaparken Mehmet Aydın, Fehim Adak, Hasan Aksay, Necmettin Erbakan ile aynı apartmanda oturdum. Bu kişiler bu ekip işbaşına geldiği zaman bunların koruması için apartmana polisler geliyordu. Bunların hepsi masa üzerlerinde namaz kılan, takunyayla gezen apartman içinden kişilerdi. Komutanım seçimlerden sonra gazetelerde şöyle bir haber geçti kırıntı gibi bilmiyorum arkadaşlardan da okuyan var mı ben okudum Tayyibi tebriğe gidenlerin arasında çok sayıda emniyet mensubunun olduğuna dair şöyle bir iki haber vardı.”
Devam edelim. Başka bir diyalog:
Albay Memiş (23. Piyade Alay Komutanı): “37. Yansı. Komutanım harekâtın 3. Safhasında geçmişte irticai yıkıcı bölücü faaliyetlere karıştıklar tespit edilen şahıslar gözaltına alınacaktır. Gözaltına alınan ve tutuklananlar başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek Spor Tesisleri’nde, Ümraniye’de Netaş Misafirhanesi’nde, Kadıköy’de Fenerbahçe Stadyumu’nda toplanacak bilahere sorgulanmak üzere Ümraniye Cezaevi’ne götürülecek jandarma ve polis sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır.”
Çetin Doğan: “Kadıköy İmam hatip Lisesi Müdürü ….. şey yok mu onları falan almıyorsun yani?”
Albay: “Komutanım Kadıköy’ün sorumluluğu bana sonradan verildi, ben onu ismini tam olarak alamadığım için buraya yazmadım komutanım. Normalde o da alınacak komutanım, Üsküdar ve Ümraniye’de olduğu gibi.”
Seminer sırasında yapılan sunumlardan birine kulak kabartalım:
Tuğgeneral Varol (2. Zırhlı Tugay Komutanı): “Tugayın sorumluluk bölgesi Maltepe, Kartal Pendik Tuzla ve Sultanbeyli ilçelerini kapsamaktadır. Tuzla Belediye Başkanı idris Güllüce ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Yahya Karakaya yerine tespit edilen personelle değiştirilecek.”
Plan seminerinde herkes biraz sinirlenmiş anlaşılan. Daha sonra MGK Genel Sekreterliği de yapmış dönemin 5. Kolordu Komutanı Korgeneral Şükrü Sarıışık da oyun oynadıklarını unutmuş gibi:
“Bu konudaki bir başarısızlık Türk Silahlı Kuvvetleri’nin pasifize olmasına, bunun sonucu olarak da Atatürk ilke ve inkılâplarının temeli olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaçağ taassubuna bürünmüş bir yapıya dönmesine sebep olacaktır. Aldığımız istihbarat ve yaptığımız değerlendirmelere göre İstanbul’da yaklaşık 200-210 bin, İzmit’te 21 bin, Adapazarı’nda 12 bin olmak üzere toplam 240-250 bin kişinin irticai ve bölücü unsurlara destek verebileceği değerlendirilmektedir. Özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki olaylara İsrail örneğinde olduğu gibi kesin süratli ve sert tedbirler alınmadığı takdirde bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma ihtimali mevcuttur. Kurtuluş savaşından sonra olduğu gibi gerekli tedbirler alınmalı ve irtica sempatizanları da asimile edilmelidir.”
En açık sözlü olan komutanın adı bilinmiyor. Ama “bunu demek istemezdim ama anlamadınız bir türlü” diye ağzındaki baklayı çıkarmış:
“Şimdi bu ülkede gerçek vatanseverler ne yapacak yani şimdi onların karşısında bir kitle de yani onlar nasıl silahlanmışsa buna karşı bundan evvelki olduğu gibi onlara karşı bir harekât icra edilince yeni bir oluşum ortaya çıkacak yani. Buna silahlı kuvvetler müdahale mi edecek yoksa teşvik mi edecek yani bu oluşum içinde ülkenin yüzde oy potansiyeline baktığımızda ortaya çıkan irticai tablonun karşısında da yüzde 80’e yakın bir rakam var. Yani bunların da örgütlenmesi halinde, organize olması halinde, irticai unsurlara karşı yapılabilecek karşı bir harekâtın da olabileceğini göz ardı etmemek lazım. 1. Tugay komutanımızın söylediği konu aslında 12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine dönmüş her gün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol birbirine girmişti. Ama bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke sütliman haline geldi. E şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Yani kuvvetleri sağa sola göndermenin bana göre yapılacak en kolay harekât tarzı bir 12 Eylül gibi harekâtın baştan itibaren organize edilmek suretiyle bir anda söndürülmesi imkân sağlar diye düşünüyorum. Burada tabii, burada söylemek istemedik ama sonunda bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bundan sonraki konuşmalarda da dikkate alın…
2003 yılında AKP’nin iktidara gelmesinden aylar sonra 1. Ordu’da irticai kalkışmaya karşı plan seminerinde adıyla bahsedilecek kadar samimi olunan “Tayyib” herhalde komutanların devre arkadaşlarından biri olmalı.
Ama Balyoz konusunda ekspert ilan edilen Sedat Ergin için tüm bunlar sadece “sevimli değil, bir dizi problemli ifade”den ibaret. Harvardlı damat ve Çetin Doğan’ın ABD’de akademisyenlik yapan kızı için de bunlar “liberal-demokrat düşünce kalıplarını zorlayan rahatsız edici ifadeler” ama suç değil.
Bu konuşmaların Türkiye’nin askerî vesayet yıllarının ünlü bir Ankara temsilcisinin kulaklarını tırmalamaması sürpriz değil. Ama 2008’de Obama’nın seçilmesinden aylar sonra Pentagon’daki bir plan seminerinde “rejim düşmanı” 200 bin Demokrat’ı Yankee Stadyumu’na doldurmaktan, Beyaz Saray’a solcu ve siyahî olmayanlardan oluşan bir milli mutabakat hükümeti kurmaktan bahseden bir grup general bir de üstüne “FBI’ya güven olmaz, onlar Barack’ı tebrik için ziyaret etmişlerdi” diye konuşsa başlarına ne geleceğini tahmin etmek için Harvard’da profesör olmaya gerek yok herhalde.
Bu arada iyi ki Kenan Evren’in Harvard’da profesörlük yapan damadı yoktu. Yoksa 12 Eylül’ü de “O işkence aleti 1985’ten sonra keşfedildi” diye tartışırdık..
Balyoz haberinin altında imzası olan üç kişiden biri olarak bütün bu sahihlik tartışmalarını, sahtelik iddialarını değersiz bulduğumdan demiyorum tüm bunları. Yargıtay aşamasında bu iddialar daha titizlikle incelenmeli, kafalardaki soru işaretleri mutlaka giderilmelidir. Özellikle seminerde bile bulunmayan, adı sadece bir kâğıda yazıldığı için suçlanan insanlarla ilgili hakkaniyetli bir değerlendirme yapılmalıdır. (Emir kulu olmanın masumiyete yetmediğiyle ilgili içtihat içinse, bakınız Nazilerin yargılandığı Nürnberg Mahkemeleri.)
Ama tüm bunlar kulaklarımızın duyduğu gerçeğini değiştirmiyor. Velev ki hepimiz kandırılmış olalım, iddia edilen belgeler sahte, sonradan iPad’le falan üretilmiş olsun. Sadece bu plan semineri bile delil kabul edilse yapılan baştan aşağı suçtur hem de Çetin Doğan ve arkadaşlarına bu cezanın verilmesine yetecek kadar büyük bir suçtur bu.
Bir kadına beş kez tecavüz etmiş bir adam, altıncı kez aynı kadının kapısında kemerini çözerken yakalanınca “Ama hayır bu kez tecavüze yeltenmedi, çünkü o kemer o yıl üretilmedi” diye bu kadar kendinden emin en öne atlayıp hararetle savunmaların hangi vicdana ve adalet anlayışına sığdığını herkes bir düşünsün.
Bana bu çiğ tavuk, bırakın eski Kemalist asker dostlar için ya da kayınpeder için baba hatırına bile yenmez geliyor.
YILDIRAY OĞUR/TARAF