Murat Ülker’in Şehir Üniversitesi’nde geçmişte 28 Şubat zulmünü destekleyen, İslam’ın kutsal değerlerini aşağılayan ve bugün paralel örgütü savunan bir adamı Şehir Üniversitesi’ne rektör seçmesine tepki göstererek istifa eden Prof. Dr. Burhanettin Duran bugün Sabah gazetesindeki köşesinde “Şehir Üniversitesi’nden neden ayrıldım?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısı onurlu bir akademisyenin yürekli tavrının manifestosu gibiydi. İşte yazısı:
Bazı kararlar zordur, yüreğinizi acıtır.
Ta içinizde bir tel kopar, içinizde boşluk oluşur.
Ama zamanı gelmişse de kaçınılmazdır.
Şehir Üniversitesi’nden ayrılmak benim için böyle bir karar oldu.
Seyrantepe’deki mütevazı bir masaya davetle başladı Şehir Üniversitesi’ndeki hikâyem.
Yeni bir üniversitenin kuruluşunda yer almak karşı koyulamaz bir heyecandı.
Hele bu davet “iyi, doğru ve güzeli” aramak için bir araya gelmiş insanlardan gelmişse.
Öğrencilik yıllarımdan itibaren entelektüel birikimimde istisnai yeri olan Bilim ve Sanat Vakfı’nın kurduğu bir üniversiteye davet edilmişsem. Büyük soruların cevabının peşine düşmüştük.
Evrensel olanla yereli nasıl birleştirebiliriz?
Her biri bir dünya görüşünün elinde küçük cemaatlere dönen üniversitelerden olmayacaktık. Kadim değerlerin ışığında yeni bir soluk olacaktı Şehir Üniversitesi.
Farklılıkları zenginlik olarak gören, kaliteli ve entelektüel duruşu olan akademisyenlerden oluşacaktı üniversitemiz.
Başarılı akademik kariyer tek tercih sebebi değildi.
İdeolojik görüşler önemli değildi, özgürlüklere sahip çıkılması vazgeçilmez öncelikti.
Yasakçılığı reddeden, müzakereye, etkileşime açık beyinlerin buluşması olacaktı.
Her ideolojiden nitelikli akademisyenlerin bulunduğu “kozmopolit bir vahayı” düşlemiştik. Sadece klişelere, katı duruşlulara, kesin inançlılara, yasakçılara yer yoktu.
Türkiye’nin ihtiyacı olan sinerji ve ortak zemin bu birliktelikten doğacaktı.
Bu duygularla kurucu akademisyen kurulun içinde büyük bir onurla ve ümitle yer aldım.
Mustafa Özel’den Gökhan Çetinsaya’ya, Akif Demirci’den Erkan Türe’ye, Abdülhalik Damar’dan Ahmet Okumuş’a, Fahrettin Altun’dan Medaim Yanık’a ve Ali Pulcu’dan Coşkun Çakır’a birçok güzel insanın emekleriyle eşsiz bir kurum hayat buldu.
Uzun toplantıların, çok ciddi bir altyapı çalışmasının sonunda Şehir Üniversitesi bahsettiğim ideallere büyük ölçüde ulaşan bir üniversite oldu.
Bu başarının arkasında Murat Ülker’in mali desteği vardı. Kendisi, Bilim ve Sanat’ın vizyonuna inanmıştı.
Peki bugüne nasıl geldik?
Malum, Türkiye’nin son iki yılı türbülans içinde. Siyaset kurumunun krizi ile gerçekliğin büyük aynası küçük parçalara bölündü.
Bu parçalanma en çok da akademisyenleri, aydınları yordu, savurdu.
Yabancı devlet adamlarına “gelme” diyen çağrıları duyduk.
Şehir Üniversitesi’nden de farklı ideolojik pozisyon alanlar oldu. Kimisine katılmasam da üniversite olmanın ruhuna uygun buldum.
Ancak üniversitemdeki son rektör atamasını başka bir yola girildiği şeklinde yorumladım.
Ticarileşme belki kaçınılmaz vakıf üniversiteleri için.
“Akademik cennet” rüyaları görmek kırılgan bir beklenti.
Bununla birlikte Bilim ve Sanat Vakfı’nın temsil ettiği misyondan uzaklaşılmasını kabul edilemez buluyorum.
Üniversitemin misyonu, vizyonu ve değerleriyle açık bir karşıtlık içinde olan, “YÖK türbanla mücadelede sonuna kadar haklı. Türban üniversiteye girerse Türkiye Şeriatla savaşı kaybeder” gibi ifadelerle anti-demokratik ve özgürlük karşıtı cephede yer alan ve bugüne dek “paralel” medyaya destek veren bir ismin getirilmesini onaylamıyorum.
Öğrencilerimin, çalışma arkadaşlarımın beni anlayışla karşılayacağını umuyor, İstanbul Şehir Üniversitesi’nin bu dar boğazdan bir an önce çıkmasını temenni ediyorum.