Yeni Şafak’ta Salih Tuna’nın “Aydın Doğan’ın kıymetlisi bu itirafa ne diyecek?” başlıklı yazısı şöyle:
FETÖ davasından Bakırköy Kadın Tutukevi’nde yatan Nazlı Ilıcak, bir zamanlar toz kondurmadığı, hatta kartopu oynadığı FETÖ’cü kaçak savcı Zekeriya Öz’ün kendisine “kumpas” kurduğunu itiraf etti.
Aslında “itiraf etti” ifadesi yanlış oldu; doğrusu, “iddia etti” olacak.
Zira işin aslına henüz muttali değiliz. Belki de “kumpası” birlikte kurmuşlardı, nerden bileceğiz!
Madem “kumpasa” maruz kaldı şimdiye değin neden dermeyan etmedi?
Değil mi?
Nazlı Hanım geçen gün kerimesi (Aslı Ilıcak) vasıtasıyla Posta gazetesi yazarı Nedim Şener’e gönderdiği notta şöyle diyor: “Savcı Zekeriya Öz’ün OdaTV soruşturması için bana kumpas kurduğunu şimdi anlıyorum. Küçücük bir nottan yola çıkarak ağzımdan ‘şikayetçiyim’ lafını yakalayarak davayı üzerime yıkmıştır…”
Şayet doğru söylüyorsa, “küçücük not” dediğinin “işlevi” çok büyükmüş ki Zekeriya Öz havada kapmış.
Gelgelelim, doğruyu da söylemiş olsa, “şikayetçiyim” lafı öyle ağızdan kaçacak laflardan değildir, hiç kusura bakmasın.
Neyse, bunlar, nihayetinde iddia.
Peki ya itiraf?
O da var; buyrun birlikte okuyalım: “Yanıldığımı, bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim, ne orada yazardım ne de orada bulunurdum (…) 17/ 25 Aralık yolsuzluk operasyonu gibi gözükse de darbe faaliyetinin ilk adımları olduğunu 15 Temmuz göstermiştir…”
Demek ki…
Büyük bir adanmışlıkla her fırsatta savunduğu, uğrunda kitap (“Her taşın altında ‘The Cemaat’ mi var?”) yazdığı “yapının” acımasız bir terör örgütü olduğunu 15 Temmuz gecesinden sonra görebilmiş.
Demek ki, Nazlı Hanım’ın görebilmesi için 250 insanımızın şehid düşmesi, binlerce insanımızın gazi olması ve Meclis’in bombalanması gerekti.
Doğrusu faturası çok ağır bir görme şekli bu.
Yine de görmekle kalmayıp, “itiraf” etmeyi bildi. Bu da takdir edersiniz ki hiç yoktan iyidir.
Aydın Doğan’ın kıymetlisi bunu bile lütfetmiyor.
Hayır canım, her şeyi görüyor, hiç görmez olur mu?
“Tek bir defa” görmekle, “Bunların hiçbirinin cemaatçi olması mümkün değildir. Ne hayat tarzları ne kişilikleri buna müsaittir…” (26. 09. 2014, Hürriyet) şeklinde kefil olduğu eski HSYK’nın FETÖ’cü başkanvekili dahil birçok üyesinin itirafını da “görüyor.”
Gördüğü halde susuyor, mesele de burda.
Yargıtay’dan Danıştay’a kadar nasıl örgütlendiklerini, Fetullah Gülen’den aldıkları direktifleri nasıl yerine getirdiklerini bir bir anlattılar.
Tutuklu yargılanan İbrahim Okur bile en sonunda bildiklerini “itiraf” edeceğini beyan etti.
Aydın Doğan’ın kıymetlisi kulağının üstüne yatmaya devam ediyor.
Neden acaba?
Konuşursa, o “bir tek defada” kefil olduğu yüksek yargı mensupları da “konuşmaya” başlar diye mi çekiniyor, bilemiyorum.
Benim bildiğim, Milliyet’i tüm yazarçizerleriyle elinden çıkartan Aydın Doğan’ın bu beyefendiyi elinde tutmasının muhakkak bir hikmeti vardır. (Unutmuş olamazsınız; dönemin Başbakanı bu beyefendi hakkında, “Aydın Doğan’ın iş takipçisi” dediği iddia edilmişti.)
Bu beyefendiyi bu denli kıymetli kılan, “bir tek defada” tanışıp kefil olduğu mahut yüksek yargı mensuplarıyla kurduğu “ilişki biçimi” miydi?
Bunları ve daha nicesini sordum.
Aydın Doğan’ın kıymetlisi geçenlerde cevap sadedinde etrafta dolaştı durdu.
Afyon’da HSYK müfettişlerine hitaben konuşması için İbrahim Okur ve Hamsici tarafından davet edilmiş de, konuşması çok beğenilmiş de, alkışlanmış da, falan da filan da…
Beyefendi, siz benim sorularıma neden cevap vermiyorsunuz?
Ben size CIA şeflerinden Ruzi Nazar muhabbetini veya Mehmet Ali Ağca’nın cebinden çıkan notu sormuyorum ki.
Çok daha basit sorular soruyorum.
Yargı ayağını “atanmamış sözcü” gibi sabah akşam arkaladığınız örgüt, 15 Temmuz’da korkunç bir cinayet işledi, dahası, bu ülkeyi işgal etmeye kalkıştı, neden hâlâ susuyorsunuz?
NOT: “Allah aşkınıza bu adam neden hâlâ içeride” başlıklı yazımda (16 Kasım 2016) Mehmet Ali Tekin’in mağduriyetini dile getirmiştim. “Bu adam ve arkadaşlarının “yargılanmasını” yapan tüm hakim ve savcılar FETÖ’cülükten tek tek görevden alınmış, bazıları da tutuklanmıştır. Gelgelelim, bu adam hâlâ mağdur, hâlâ mahpus damında” dediğim naçizane yazımı, “Üstelik, kendisine kumpas kuran, zulmeden FETÖ’cülerle aynı koğuşta…” şeklinde nihayete erdirmiştim.
Mehmet Ali Tekin elbette FETÖ’cülerle aynı koğuşta yatmıyor. Zaten ölür de FETÖ’cülerle aynı koğuşta yatmayı kabul etmez. Böylesi bir işkenceye asla boyun eğmez.
Kafka, bazı gerçekleri grotesk anlatmak en etkili yoldur, demişti, aklımda kaldığı kadarıyla.
Demem o ki, mağduriyetini etkili bir şekilde dile getirmek için söz konusu ifadeye yer verdim.
Necip Fazıl üstadımız, “Baba katiliyle baban bir safta” der ya, o hesap işte.
Mezkur ifademi yanlış anlayan çıkacağını hiç sanmam, ama, yine de not düşmek istedim.
Günün birinde arşive bakan literal okumanın ifratında dolaşan bir insan evladı yanlış anlamasın diye şunu da ilave edeyim: Mehmet Ali Tekin 3 kişilik odada 4 kişi kalıyor. Hepsi de FETÖ’ye bidayetinden beri karşı olan insanlar.