Anayasa Mahkemesi’nin “seçim barajı”na dair siyasete “yargı darbesi” niteliğindeki hamlesine dair çarpıcı bir yazı Star gazetesinde Taha Özhan’dan geldi. “367 ruhu ve AYM” başlıklı yazısında Özhan, Anayasa Mahkemesi’nin 2015 seçimlerine korsan bir aktör olarak müdahaleye kalkıştığının altını çizdi. Yazısı şöyle:
NEO-VESAYET ODAĞI AYM’DE ARZ-I ENDAM ETMEYE BAŞLADI
Askeri vesayet rejimi, yıllarca yargı unsurlarını koltuk değneği veya doğrudan sisteme bir müdahale aracı olarak kullanmaktan çekinmedi. Askeri vesayetin, 2007’de Cumhurbaşkanı seçim sürecine müdahalesine seçilmişlerin açık bir cevap vermesiyle gerileme dönemine girmiş oldu. Yargı, ortaya çıkan boşluğu askeri vesayetin zekâ ve ahlâk düzeyini aratmayacak şekilde doldurmakta gecikmedi. Bu durumun zirve örneği ise şapkadan çıkarılan ‘ 367 tezgâhı’ oldu.
2010 referandumu ile Kemalist vesayet odağı büyük ölçüde yargıda akamete uğrarken, tam anlamıyla normalleşme yaşanamadı. Zira seçilmişlere karşı KCK, Balyoz ve Ergenekon gibi davaları suiistimal ederek mühimmata dönüştüren Paralel Yapı, neo-vesayet odağı olarak zuhur etti. 7 Şubat’taki müdahale girişimleri akamete uğradıktan sonra 17-25 Aralık’ta intihar saldırısı yapan Paralel Yapı, vesayet girişimlerinin en trajik örneği olarak kayda geçti. Siyaset bu saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Ancak neo-vesayet odağı bir tenasühle Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) arz-ı endam etmeye başladı.
TÜRKİYE BAĞLAMINDAN KOPUK AYM KARARLARI
Şimdi yeni bir vesayet girişimi spekülasyonuyla karşı karşıyayız. AYM, otuz bin dosyanın arasından tesadüf eylediği bir ihlal başvurusunu gündemine aldığını ilan etti. Bu ilan; basını bilgilendirmekten çok, kararın ne olacağına dair ipuçları vermeye yönelik. Zira altı çizilerek, çıkacak kararın hemen hayata geçeceğinin söylenmesinin ve usule aykırı bir şekilde gündeme alınmış olmasının başka bir izahı bulunmuyor. Bu ilanın, 2002 Kasım seçimlerine günler kala AK Parti’ye kapatma davası açan Sabih Kanadoğlu’nu ya da 2008’de seçimlerden %50’ye yakın oy almış iktidar partisine kapatma davası açan Abdurrahman Yalçınkaya’yı andıran bir rahatlıkla dillendirildiği ve kararın neticelerini umursamadığı ortada. Zaten AYM’yi ya da yargı vesayetini var eden ana motivasyon tam da bu zeminden kaynaklanıyor; kararı verirken bağımsız olmayı sorumsuzlukla karıştırmalarından.
AYM kararlarının Türkiye bağlamından ne kadar kopuk olduğunu anlamak için son yıllardaki kararlarına bakmak bile yeterlidir. 2000’ler öncesi kelimenin tam anlamıyla fecaat olduğu için değinmeye bile gerek yok. Lakin bugün gelinen noktada bir mukayese yapıldığında, 2000’ler öncesi AYM kararlarının Türk demokrasisine vurduğu darbelerin tahrip gücünün son 12-13 yıla göre daha az olduğu bile söylenebilir. Bunun sebebi geçmişte AYM’nin daha demokrat, insaflı veya basiretli olması değildir. 2000’ler öncesi sivil siyasetin demokratik gücü ve perspektifi AYM darbeleri olmasaydı bile bugünlerin düzeyinde değildi. Ya da basit bir okuma ile 1990’larda koalisyon ortağı olan %20’lerdeki Refah Partisi’ni kapatmakla, %50 oy alan, ikinci kez seçim kazanmış iktidar partisini kapatmak arasında ciddi bir siyasi, toplumsal ve ekonomik etki farkı olduğu aşikârdır. 1990’ların istikrarsızlık döneminde, AYM’nin bir tahripkâr unsur olarak istikrarsızlığa yaptığı katkılarla, bugün yapabileceği yıkım birbirinden farklıdır.
MECLİSİN İRADESİNİ GASP
Yargı bağımsızlığını “Türkiye’den bağımsız karar almak” şeklinde kullanan yargı, siyasetin meşru vazifesi olan “düzen kurma” işine ortak olmaya çalışmaktan kendisini kurtaramıyor. Hükûmetin seçim barajını demokrasi paketinde gündemine alıp farklı üç öneri getirerek siyaseten yönetmeye çalıştığı bir dönemde, AYM bütün süreci allak bullak edecek bir karar alabileceğini ilan etmiş durumda. İşin hazin yanı şu: Meclis böyle bir değişime imza atarsa, yani seçim barajını indirirse, bu yeni durum yapılacak ilk seçimlere Anayasa’nın 67. maddesi gereği yansımıyor. Ama AYM seçim barajını sıfırlarsa, bu durumun ‘bir değişiklik’ değil hak ihlalinin giderilmesi olduğunu iddia edip, kararın hemen uygulanması gerektiğini söylüyor. Bunun ismi olabilecek en açık şekilde Meclisin iradesini gasptan başka bir şey değildir. Benzer şekilde binlerce başlıkta ‘hak ihlali’ kamuflajı altında, Meclisin çıkarabileceği ya da çıkartmış olduğu yasa, AYM’nin istediği bir zamanda ve Anayasaya aykırı olarak iptal edilebilir, değiştirilebilir. Siyasaldan, hiyerarşiden, egemenlikten ve karardan istifa eden bir hukuk yorumu açısından ‘hak ihlali teknolojisi’ marifetiyle müdahale edilmeyecek hiçbir alan kalmayabilir.
2015 SEÇİMLERİNE MÜDAHALEYE KALKIŞAN KORSAN AKTÖR
AYM, ‘367 Ruhu’ ile hareket etmeye niyetlendikten sonra, siyasete her gün tuzak kuracak bir malzeme bulabilir. Seçim barajı elbette sıfıra inebilir. Bu öneriyi yapan bir hükûmet var iktidarda. Ama doğrudan ülkenin kaderini şekillendirecek bu kararı, Meclis’in yerine bir mahkemenin, üstelik Anayasa koyucunun ve yasa koyucunun açık iradesine aykırı olarak almaya kalkması, hem de seçimlere aylar kalmışken böyle bir şeyi düşünmesi, 367 rezaletini aratır sonuçlar doğurabilir. Son tahlilde, 367 kararı Meclis’in seçme iradesine ipotek koymuştu, yeni AYM kararı ise bahsedildiği gibi çıkarsa, doğrudan milletin seçme iradesini kaosa sürükleyecektir. Böylesi bir kaosun siyasi, toplumsal ve ekonomik maliyetinin telafi edilemez olacağını görmemek için kötü niyetli olmak gerekir. 2015 seçimlerine korsan bir aktör olarak müdahale etme arzusu, zaten yıpranmış olan AYM’yi tam anlamıyla meşkûk hale getirir.