MEDYAGÜNDEM- Dün Başbakan Erdoğan Ak Parti grubunda yaptığı konuşmada “satılmış kalemler” diyerek medyada kimleri kasdetti bilinmez ama Radikal yazarı Cengiz Çandar’ın “NATO şakşakçısı” ve Türkiye’nin Suriye’ye girmesi yönündeki “yoğun çabası” dikkatlerden kaçacak gibi değil.
Bugünkü yazısına Çandar, NATO’yu alkışlayarak başlamış. Çandar, “Beklenebilecek olan, NATO’nun Türkiye’nin ‘yanında durduğunu’ güçlü bir biçimde vurgulaması ve duyurması oldu. Tabii bu gelişmenin bir ‘zımni’ anlamı da var. Son yıllarda, Batı sisteminden ‘özerk’ davrandığına dair görüntüler veren ve hakkında çıkarılan ‘eksen kayması’ söylentilerine hedef olan Türkiye, NATO sistemine sağlam biçimde çıpalanmıştır.” diyerek, Suriye ile savaş konusunda Türkiye’ye “gaz vermek” için kolları sıvamış.
Çandar’ı okuyanlar NATO’nun nasıl bir “Türkiye dostu” olduğundan etkilenebilirler belki ama bugün Star Gazetesi’nde Şamil Tayyar’ın yazısındaki şu cümleler kazın ayağının hiç de öyle olmadığını ortaya koyuyor:
***
Dün sadece Türkiye değil neredeyse tüm dünyanın gözü, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın grup konuşmasındaydı. Suriye’nin Türk jetini düşürmesinden sonra ilk kez kürsüye çıkan Başbakan Türkiye’nin yeni yol haritasını açıklarken, eş zamanlı olarak toplanan NATO krize ilişkin yaklaşımını netleştirdi.
NATO “şiddetli kınama” kararıyla yetinerek Suriye’yi ıskaladı. Diplomatik dille nasıl ifade edilir, bilmem, ancak amiyane tabirle Türkiye’yi açıkça sattı.
Oysa uluslar arası hava sahasında NATO üyesi ülkeye karşı gerçekleşen bu saldırı, tüm NATO’ya karşı bir saldırıydı.
Kınama kararına ekledikleri “bir daha olmasın” türünden açıklamaları, “Kahrol düşman al sana bomba” geyiğinden bile daha komikti.
Suriye jetimizi düşürdüğünde kimileri “Bunlar bu kadar beyinsiz mi, NATO üyesi bir ülkenin uçağını neden düşürsün?” diyerek Türkiye’yi karşı komployla suçlarken, bu ihtimali öngördüklerini düşünemediler veya art niyetli olmayı tercih ettiler.
Bu kuyuya sazan gibi atlayan ilk kişi tahmin edildiği gibi CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Başbakanlık’taki bilgilendirme toplantısından sonra yaptığı açıklamada saldırıyı adeta Suriye’nin meşru hakkı olarak gören Kılıçdaroğlu, Rus yapımı Suriye füzesinden iktidar çıkarma umuduna kapıldı.
Okuyanlar hatırlayacaktır; son yazımda Suriye ve arkasındaki iradenin üç temel referans noktasına dikkat çekmiştim: 1-Türkiye’nin karizmasını çizmek istediler, 2-Savaş ve BM/NATO arasında tercihe sürükleyip ortada kalacağımızı varsaydılar, 3-İç siyasete benzin döktüler.
***
NATO’CU ÇANDAR
Cengiz Çandar’ın bugünkü yazısı Suriye ile savaş çıkarmak için ne kadar arzulu olduğunu ortaya koyarken, “NATO şakçakçılığı” ise Radikal yazarının “uluslararası misyonu”na dair ciddi ipucu oluşturuyor. Bu durum da yine dün Başbakan Erdoğan’ın “Bazı köşe yazarları sanki bu ülkenin evladı değil” sözünü daha anlamlı kılıyor.
İşte Çandar’ın yazısı:
***
Yeni ‘angajman kuralları’; yani ‘artan savaş ihtimali’…
NATO, Türkiye’nin yanında duruyor. Suriye’yi şiddetle kınadı. Savaş uçağımızın düşürülmesinin kabul edilemez olduğunu belirtti.
Türkiye’nin anlaşmanın 4. maddesini işletmesi üzerine yapılması günlerdir beklenen ve dün yapılan NATO toplantısından çıkan bu. Aksini bekleyen yoktu herhalde. NATO’nun, kendisi Batı dünyasında bir ‘parya’ haline gelmiş Suriye rejimini kollaması söz konusu olamazdı.
Bununla birlikte, NATO’nun Libya’da yaptığını Suriye’de yapmayacağı da çoktandır açıklanmış olduğuna göre, Suriye’yi ‘cezalandırıcı’ nitelikte bir NATO eylem kararının alınması da söz konusu değildi.
Beklenebilecek olan, NATO’nun Türkiye’nin ‘yanında durduğunu’ güçlü bir biçimde vurgulaması ve duyurması oldu.
Tabii bu gelişmenin bir ‘zımni’ anlamı da var. Son yıllarda, Batı sisteminden ‘özerk’ davrandığına dair görüntüler veren ve hakkında çıkarılan ‘eksen kayması’ söylentilerine hedef olan Türkiye, NATO sistemine sağlam biçimde çıpalanmıştır.
Libya’daki krizin başında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilk tepkisi “NATO’nun orada ne işi var?” olmuştu. O Türkiye’den bugün, Suriye ile sürtüştüğü vakit, NATO’nun kapısını çalan ve ‘NATO dayanışması’ndan mutluluk üreten bir Türkiye’ye ulaştık. Bir iktidar değişikliği olmadı.
‘Suriye’den Türkiye sınırına güvenlik riski’
NATO’nun dünkü açıklamasından daha önemli olan, kuşkusuz, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dünkü konuşmasıydı. Türkiye’nin son gelişmeler üzerine alacağı tavrı, Türkiye’nin ‘bir numaralı siyasi karar sahibi’nin sözlerinden çıkaracaktık.
Ne dedi? Suriye konusunda şimdi nerede duruyoruz?
Başbakan’ın konuşmalarını sıkı bir filtreden geçirmek gerekiyor. Her konuşmasında mutlaka iç politikayla ilgili bol polemik malzemesi bulunuyor. Dün konuşurken Arapça ve İngilizce simultane tercüme de yapılıyordu. Arapça ve İngilizce olarak konuşmayı dinleyenler bakımından fazla bir anlam taşımayan tumturaklı sözlerini ve hamasi bölümleri çıkarttığınız takdirde, filtreden geçecek olan bölümü şu sözleri:
“Türkiye olarak, Suriye rejiminin sınırlarımızda oluşturduğu güvenlik risklerini hiçbir şekilde tolere etmeyecek, karşılıksız bırakmayacağız. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin angajman kuralları, artık bu yeni aşamaya göre değiştirilmiştir. Suriye’den Türkiye sınırına güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde yaklaşan her askeri unsur bir tehdit olarak değerlendirilecek, askeri hedef olarak muamele görecektir.”
Burası önemli işte. Önemli çünkü yeni ve somut.
Tabii, bu sözlerinden önce, son uçak düşürme olayıyla birlikte Suriye’nin ‘artık’ Türkiye için de bir ‘güvenlik tehdidi’ haline geldiğini söylediğini de kaydetmeliyiz.
Şimdi şöyle bir yol izleyelim:
1- Suriye, Türkiye için artık bir güvenlik tehdididir.
2- TSK’nın Suriye’ye ilişkin ‘angajman kuralları’ buna göre değiştirilmiştir.
3- Bundan böyle, Türkiye sınırına ‘güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde’ yaklaşan her (Suriyeli) askeri unsur, askeri hedef olacaktır.
Galiba Türkiye, ‘angajman kuralları’ terimi ile ilk kez dün tanıştı. İngilizce ‘Rules of Engagement’ diye ifade edilen askeri anlam taşıyan sözcüklerin çok da anlamlı olmayan bir Türkçe çevirisi yapılmış.
TSK’nın değiştirilmiş ‘angajman’ kuralları
‘Angajman kuralları’, askeri unsurların, askeri harekât sırasında, yasal çerçevesi çizilmiş biçimde, yapacaklarını tanımlar. Genel ve spesifik olabilirler. Siyasi kararla belirlenirler ve komutanlar ve askeri personelin, sınırları açıkça çizilmiş sorumluluklarını ve operasyon imkânlarını ortaya koyarlar. Bu çerçevede, nasıl bir askeri harekâtın gerektiği ve uygun olacağı da saptanır.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre, bundan sonra, Türkiye-Suriye sınırına yakın bölgelerde, sınıra doğru hareket halinde görülecek Suriye askeri güçlerine karşı kuvvet kullanılacaktır.
TSK’nın Suriye’ye ilişkin, yeni ve ‘değiştirilmiş’ olan ‘angajman kuralları’ budur.
Ne var ki burada bir belirsizlik var. Türkiye-Suriye ortak sınırının kaç kilometre derinliğindeki bir alanda Suriye askeri varlığının görülmesi ‘Türkiye’ye tehdit olarak’ nitelenecektir?
Suriye askerleri ne yaptıkları takdirde ‘güvenlik riski ve tehlikesi oluşturdukları’na hükmedilecektir?
Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri çok önemli, zira Suriye’nin kendi sınırlarının son milimetresine kadar ‘egemenlik hakkı’nı tanımamakta, Suriye’nin kendi toprakları içindeki ‘askeri varlığı’nı, Türkiye’nin yorumuna tabi olacak biçimde ‘tehdit’ olarak değerlendirip ‘hedef’ olarak ilan etmektedir.
Türkiye fiilen bir tampon bölge ilan etmiş olacak
Tayyip Erdoğan’ın açıklamasıyla, şayet Suriye rejimi bu açıklamaya uygun davranırsa, Türkiye, kendiliğinden ve fiilen bir ‘tampon bölge’ ilan etmiş olacaktır. Türkiye sınırının dibinde uzanan ve derinliği bilinçli olarak ifade edilmeyen bir bölge, Suriye askeri varlığına bir nevi yasaklanmış durumdadır.
Beşşar Esad rejimi buna uymazsa?.. Yani askerlerini sınırın dibine kadar göndermeye devam ederse?..
Türkiye’nin kendisine karşı askeri harekâtını göze almış olacaktır.
Ama Türkiye’nin de sınırın ne kadar yakınında, nasıl bir gücü tehdit göreceği belli değildir. Bunu hükümet ve askerler biliyor olmalılar. Belki NATO da biliyordur ve belki belli kanallardan Suriye de bu ‘değişmiş olan angajman kuralları’ndan haberdar edilmiştir.
Biz bilmiyoruz. Kamuoyu bilmiyor.
Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamasından sonra Türkiye-Suriye ilişkisinin nasıl seyredeceği daha aydınlanmış değil, daha belirsiz hale gelmiştir.
Savaş daha mı uzak yoksa daha mı yakın?
‘Misilleme’ olacak mı? “Suriye’ye girecek miyiz?” soruları; dünden itibaren daha da geçerli ve sorulması meşru sorulara dönüşmüştür.
Şöyle bir basit soru sorulsa doğru cevap ne olurdu?
“Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamasından sonra Suriye ile savaşa daha mı yakın, daha mı uzak?”
En doğru cevap: “Daha uzak değil…”
Zira bu sorunun cevabı, Türkiye’den ziyade Başşar’a ve Rusya’ya bağlı. Şayet, NATO ve AB’nin Türkiye’ye desteğini ‘yeterli’ bulmazlar ve Tayyip Erdoğan’ın ‘restini görmeyi’ kendi politikaları açısından daha kazançlı görürlerse, savaş, dünden itibaren, önceki güne oranla daha yakındır…
***
medyagundem.com