15 Temmuz darbe girişimi, meselenin psikolojik boyutuyla ilgili bir çok soruyu da beraberinde getirdi: Gülen Örgütü üyeleri nasıl robotlaşıyor? Şiddet kullanmaktan neden çekinmediler? Darbe girişiminde bulunmayı kendi iç dünyalarında nasıl meşrulaştırabiliyorlar? Fethullah Gülen’in temel psikolojik motivasyonu ne? Dünyada benzer örgütler, bütün bunları açıklayabilecek bir teori var mı? Bütün bu soruların yanıtlarını Politik Psikoloji Derneği Genel Sekreteri Psikiyatrist Dr. Rıfat Serav İlhan ile Al Jazeera Türk konuştu. Terör ve terörizmin psikolojisi üzerine çalışmalar yapan, Ankara Üniversitesi Politik Psikoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetim Kurulu üyesi de olan İlhan, Gülen Örgütü’nün darbe girişiminden önce nasıl bir büyük bir psikolojik operasyon yürüttüğünü, bu operasyondaki olası yabancı güçlerin etkisini de anlattı. Gülen Örgütü’nün bundan sonraki davranış biçimleri, Fethullah Gülen’in davranış biçimi kodlarını, iade edilmesi ya da etkisiz hâle getirilmesinin olası sonuçlarını da değerlendirdi.
Gülen’in ABD’de kalması için referans veren CIA ajanı Graham Fuller’in yakın tarihli ‘Gülen kült değildir’ yazısı da var, aksini söyleyenler de. Nedir kült?Kült daha çok Amerika’da kullanılan bir kavram. Türkçede tam karşılığı yok. Amerikalılar kültü yararlı ve zararlı olarak ikiye ayırmış. Adsız Alkolikler gibi insanın bireysel gelişimine olumlu etki etmeye çalışan kültler yararlı. Ama kült tanımı daha çok toplumun geneliyle örtüşmeyen sosyal ve inanç sistemine sahip, kendisini toplumun genelinden izole etmiş, kendine özgü sosyal kural ve normları olan tarikat yapılanmaları için kullanılan bir tanım. Yıkıcı tarzdaki kült örgütlenmeler genellikle kıyametçi diyebileceğimiz yapılar. Mesela Amerikalı Jim Jones’un kurduğu Halkın Tapınağı tarikatı. Aralarında bir çok çocuğun da olduğu 700 küsür müridiyle birlikte toplu intihar eylemi gerçekleştirmişlerdi. Bu tarz yapılanmalara katılanlarda öncelikle bir balayı dönemi yaşanır, daha sonra örgüt liderinin ve örgütün emir ve kuralları kişinin bütün sosyal ve duygusal yaşamını katı bir şekilde kontrol etmeye başlar. Balayı döneminde kardeşlik, barış söylemleri ve bir arada grup olma davranışı sonucu ortaya geçici bir memnuniyet, özgüven artışı ve buna bağlı haz duygusu ortaya çıkıyor. Özellikle kimlik gelişimini tam anlamıyla tamamlayamamış ya da ruhsal olarak dışlanmışlık duyguları yaşayan insanlar, kendisinde özgüven artışı ortaya çıkaran bir gruba ait olma ihtiyacını terk etmek istemedikleri için, mensubu oldukları bu gruplar onların bütün yaşamları haline gelebiliyor. Balayı döneminin ardından ise örgütün kendi çıkarları için çalışma, sadece örgüt adına hareket etmek zorunda oldukları bir sistemin içerisinde kilitli kalıyorlar.
Bu tür örgütlenmelerin ortak özellikleri nedir?
Kült örgütü üyeleri, liderlerinin iç dünyası doğrultusunda şekillendirilmiş alternatif bir dünya görüşünü ve inanç sistemini sorgulamadan tam bir itaatle benimserler. Liderin çizmiş olduğu kıyamet senaryosu bu anlamda dünyadaki gelişmelerle ilişkilendirilebiliyor. Bize normal gelen devletin asayiş operasyonları bu tarz örgütler için kıyamet senaryosunun işaretleri olarak görülebiliyor. Devlet bu tarz kült tarikatlarda bir şeylerin ters gittiğini fark ettiğinde, örgüt lideri klasik olarak kıyamet senaryosu dediğimiz şeyi başlatıyor ve üyelerin saflarını sıklaştırarak lider etrafında kenetlenmeye başlıyorlar. Üzerlerindeki devlet baskısı, liderlerinin vaad ettiği “kıyamet savaşının” ispatı, devlet de bu kıyamet savaşında bahsedilen “şeytani güç” olarak çerçevelenerek sunuluyor. Bundan sonrası artık örgüt üyelerine yıllarca şeytani güçler karşısında ne yapmaları gerektiği öğretildiyse, örgüt üyeleri karşısındaki düşmanı bu çerçevede görüyor. Daha sonra şartlara göre Jim Jones gibi şeytani güçlerin eline geçmemek ve tekrar dirilmek için bütün üyelerine siyanürlü su içerende oluyor, El-Kaide gibi kutsal bir cihat içerisinde olduğunu düşünüp intihar bombacısı olan da, ya da PKK ele başı yakalandıktan sonra var oluş nedeni kalmayıp kendini yakan örgüt üyeleri de olabiliyor.
Kült kültüründe bir de katı bir hiyerarşi var. Dışarıdan farklı gözükse de özellikle ilk başlarda, içeriye baktığınızda tarikatın içindeki yaşamın toplumun sosyal yaşamından farklı olduğunu ritüellestik törenlerinin toplum geneline aykırı olduğunu görüyorsunuz. Mesela FETÖ’nün evlilik kriterleri, aile içerisine karışma, karı koca ilişkisine karışma, kişinin sosyal hayatını, meslek tercihini, sosyal ilişkilerini kontrol etme çabası, kendilerine özgü ritüeller, abilik, imamlık gibi konumlar, törenler, kendilerine özgü duaları tarikatın amacına ve liderine olan itaat dışında başka bir gerçeklik kabul etmemesi ve toplum ve dünyanın gerçekliği dışında alternatif bir gerçeklik sistemi içerisinde yaşamaları, kendilerini altın nesil ve seçilmiş kişiler olarak tanımlamaları FETÖ’yü bir kült yapılanması olarak tanımlanmasına yetecek ve artacak özellikler.
Graham Fuller’in kült olmadığını tanımlamak için ortaya koyduğu örnekler, adalet sisteminden kaçma amacını taşıyan cephe faaliyetleri. Bu açıdan Fuller’in ‘kült değildir’ görüşü ya naifliğini ya da bu örgütün cephe faaliyetini yürüten bir görevlisi olabileceğini düşündürtüyor.
“Gerçek olmayan bir sosyal gerçeklik yaratıyorlar”
Kült örgütlerde bir prototip var aslında?
Evet esasında var. El-Kaide, DAEŞ, PKK, ETA, IRA yapılanma olarak birbirlerinden farklı olsalar da grup dinamikleri, taktiksel ve strateji açısından, militanlarını motive etme yöntemleri açısından aynılar. Yöntem dediğim, mantığı. FETÖ sadece kendi grubunu gerçek müminler, gerçek inananlar, doğru yolda olanlar olarak tanımlıyor. Kendilerini diğer insanların kurtarıcısı olarak görüyorlar. Kendi grubu doğrudur, bunun dışında kalanlar ya kurtarılması gerekenler ya da yok edilmesi gerekenlerdir. Çünkü, kendilerinin bu yönde görevlendirdiklerine güçlü bir şekilde inanırlar. Ama bundan bir tek kendilerinin haberi var, yani toplum ya da dünya gerçekliğine uygun olmayan bir görev inancına sahipler. İnançları sosyal gerçekliğe yansımıyor. PKK’nın da kendi ritüeli, kendi gerçekliği vardır. PKK’nın örgüt kimliği, militan kimliği, Güneydoğu’da yaşayan vatandaşın geleneksel mahalli kimliği ile farklıdır. Bu farklılıklar ancak yerel dinamiklerin yakından incelenmesiyle fark edilebilir. Uzaktan bakıldığında fark edilmez. Zaten fark edilmemek için de çaba harcalar. FETÖ gibi örgütlere uzaktan bakıp, söylemlerine faaliyetlerine kapılan sempati duyan, yardım eden çok sayıda insan olması bu nedenledir.
Bu örgüte üye olanların psikolojik durumuna bakarsak, ‘fakir çocuklara yardım edelim’ fikrinden halkı öldürmeye giden ‘darbe yapalım’ düşüncesine nasıl geçiliyor?
Bu tarz örgütlerde, tüm terör örgütlerinde görev bilinci sistematik olarak oluşturulur. Yani itaatle ilişkilidir. Üyeye görev verilir ve o görevin ortaya çıkaracağı sonuçları sorgulamaması gerektiği öğretilir. Görevin ortaya çıkaracağı sonuçları bilmek önemli değildir. Bu şekilde kişi sonuçlardan doğacak sorumluluk ve vicdan sorgulamasından kurtulmuş, planlı bir şekilde engellenmiş olur. Dolayısıyla, örgüt üyesinin kutsalı ve önceliği kendisine verilen görevi yapmaktır. Esasında bu gerek terör örgütlerinin gerekse de istihbarat teşkilatlarının kullanmış olduğu klasik kompartmantasyon adlı yöntemdir. Sessiz hücreler gibi düşünülebilir. Sıradan bir kişi, bağlı olduğu istihbarat teşkilatından almış olduğu görev sonucu aktive olur ve 20 yıl boyunca beklediği görevi yerine getirmiş olur.
Bu örgütün, elemanlarını eğitme biçimi şöyle: Herkese her şeyi söylemiyorlar. Darbe günü kendi üyelerine mesela yalnızca ‘kapıyı tut’ demiş olabilirler. O, yalnızca onu uygular. Gerisi önemli değil. Düşünmüyor, sadece yapıyor. Hatta darbe girişimine katılan çoğu kişiyi o anda tanıma fırsatı buluyor. Çünkü çocukluklarından beri ya da örgütün içinde olmaya başladığından beri kimlik haline getirdiği sosyal gerçekliği, kendisine abisinden gelen şeyi uygulamak. Ne kadar entelektüel olursa olsun. Örgütün sosyal normu dediğimiz şey kişinin kimliğinin temel belirleyicisi oluyor. Kabaca FETÖ üyesinin zihni şu şekilde çalışıyor: ‘Sana abinin dediği şeyi uygula.’ Senin kutsal başka hiç bir hizmetin yok. Adamın temel gerçekliği bu. Size başka bir örnekle anlatayım. Bazı isimler vardır, biz yadırgarız ama sahipleri yadırgamaz, meselâ, abartırsak Yosma ismi. Anlamı kötü bir şey ifade etmese de bize garip gelir ama çocukluğundan beri adı odur, ona garip gelmez. Bunlar da öyle. Dışarıdan bize anormal gibi gelen şeyler FETÖ üyesinin sosyal gerçekliği olmuştur. Bize vatana ihanet gibi görünen şey FETÖ üyesi için bir şey ifade etmez, çünkü onun önceliği kimliği haline gelmiş örgüt normunu uygulamaktır, dolayısıyla o kutsal bir amaca hizmet ettiğini düşünerek hareket eder. Bunu da ritüellerle ve tekrarlayıcı görevlerle, sürekli aynı şeyleri yaptırarak kişinin kendisine verilen görevi yerine getirme davranışını yani itaati, alışkanlık haline gelmiş bir davranışa dönüştürürler.
Bunların hayatı örgütten gelen basit görevleri yerine getirerek geçmiş, basit, herkesin yapabileceği görevler şüphelendirmeyecek görevler. ‘Burs ver’, burs vermiştir mesela. Bir süre sonra ‘bana örgütten bir şey gelirse yapmak zorundayım’ refleks haline geliyor. Daha sonra yavaş yavaş seviye yükseltilebiliyor. Tabi bu sırada abiler aracılığı ile sürekli olarak grup aidiyeti, bağlılık ve sosyal kontrol devam ettiriliyor. Adam o kadar rahat anlatıyor ki; ‘Bana dinleme cihazı verdiler, ben de iki sene boyunca koydum.’
“Tekrar eden ritüeller yöntemi”
Bir insan nasıl bu noktaya gelebilir?
Amerika’daki Stanford Üniversitesinden sosyal psikolog Albert Bandura’nın ortaya attığı sosyal öğrenme teorisi vardır. Aynı zamanda normal insanlar nasıl şiddete meyilli olur, sevecen birisi nasıl caniye dönüşür gibi konularda da araştırma, gözlem çalışmaları var. FETÖ elebaşısının insanları bir eyleme motive ederken bu teoriyi kullandığını görüyoruz. Bandura’nın kuramı, elebaşının konuşma ve bir olayı yeniden yorumlama, yeniden tanımlama biçimleri ile bire bir uyuşuyor.
Böyle bir endoktrinasyon çok çaba gerektirmez mi?
Temel amaç sorgulamayı engellemek olduğu için sürekli ritüel verilir. Ev toplantısı, okumalar olabilir, sürekli namaz olabilir. O şeyi sorgulatmayacak her türlü ritüel tekrarlayıcı davranış olabilir. Temel amaç sistematik bir biçimde istikrarlı bir şekilde yapmaktır. Eleştirel düşünceyi ketlemektir. O yüzden hep abilerle kontrol altındadır ve gizliliğe önem verirler. Kurallara uyum istenir. Kural ne olursa olsun. İster elebaşının Mehdi olduğuna inansın ya da inanmasın. Onun bir süre sonra önemi kalmayabilir. Yani FETÖ üyesi ‘Fethullah Gülen mehdi, o yüzden ben bu görevi yapmalıyım’ şeklinde bir düşünceye başvurmaya bile gerek kalmadan, kendisine verilen görevi yerine getirmek kişinin temel kimlik değeri haline geliyor. ‘Ben örgüt normlarını yapmak zorundayım’dan, susayınca su içme şeklinde refleksif bir davranışa dönüşüyor. Bunu artık farkında olmadan yapıyor. Şöyle düşünün, farkında olmadan kendi kimliğimizin bize uygun gördüğü ya da kimliğimizde olan bir çok sosyal değeri aslında fark etmeden yapıyoruz. Kimliğimiz bize İstiklâl Marşı duyduğumuzda ayakta durmayı öğretiyorsa bir süre sonra refleks haline gelir. Farkında olmadan yaptığımız bir şey. Türkiye gol yediğinde üzülüyoruz meselâ. Başka iki ülke maç yapıyorsa kendi kimliğimize yakın olduğunu düşündüğümüz takımı düşünmeden tutuyoruz. Bu bizim gerçekliğimiz. Örgüt üyesi adamların temel gerçeği de örgüte itaat. Bu zamana kadar örgüte itaat etmenin bir zararını görmemiş. Tersine faydasını görmüş, meslekte yükselmiş.
Ayrıca, ‘Ben bu örgütten çıkarsam hiç bir şey olamam. Sıfır olurum’ da var. Çünkü örgüt bu insana sadece sosyal ve maddi anlamda kazanımlar sağlamıyor. ‘Bu örgüt senin hak yolunda yürümene yardımcı oluyor’ diyor. ‘Bu örgüte karşı çıkarsan hak yolundan da çıkmış olursun.’ Bu büyük bir suçluluk aşılıyor tabii. Bu, örgütün verdiği direktifleri yerine getirmeye zorluyor. Örgüte karşı gelmek Allaha karşı gelmek gibi endoktorine ediyorlar ve işin içine dini soktukları için bu kadar güçlü olabiliyorlar. FETÖ den çıkmak, FETÖ yü sorgulamak bu anlamda imansızlık, Allah’ı reddetme olarak algılatılıyor. Bu çok büyük bir baskı aracı olarak kullanılıyor.
Çok erken yaşta başlamasının da etkisi var herhalde?
Bazı dönemler hassastır. Ergenlik dönemleri meselâ. Üniversite de olabilir. Kişinin hafif bir çalkantılı dönemine de denk gelebilir. O kadar tehlikelidir ki bu tür örgütlere paçayı kaptırmak. Özellikle içinde dini öğeler de olduğu zaman. Hayatın anlamı ile başlar, biraz kozmik meselelere dikkat çeker. İçine bir kez girildikten ve örgütün normlarını benimsetme amacını güden örgüt içi sosyalleşme kişi fark etmeden gelişir, bir anda militanlaşabilir insanlar. Bu yüzden illâ çalkantı dönemine bile gerek olmayabilir. Bir şekilde örgüt içi sosyalleşmeye dahil olma önemlidir. Ama tipik olarak ergenlik dönemleri insanların dünyayı sorgulamaya başladığı, dünyaya anlam vermeye başladığı, kendisinin kim olduğunu sorguladığı ve bu sorulara cevap bulamadığı, bulmakta zorlandığı bir dönemdir. Bir gruba ait olma ihtiyacının çok yoğun olduğu bir dönemdir gençlik dönemi. Çünkü bir kere size kim olduğunuzu söyleyen bir gruba ait olmuşsanız buradan çıkmanız kimliğinizi kaybetmek olur. Bu fiziksel ölümden bile daha ciddi bir korku yaratır.
“Örgütten kopmak psikolojik ölüm”
O zaman kolay kolay kopuşlar da olmaz, değil mi?
Genelleştirirsek bu psikolojik ölüm olur. Özellikle militan düzeyindeki çekirdek kadrodaysa. Hücre bölge sorumluları, operatif üyeler gibi. FETÖ için imam ve abilerin bu düzeyde bir aidiyet yaşadıklarını söyleyebiliriz. Örgüt ona kimlik veriyor çünkü. Terör örgütlerinde bireysellik istenmez, bu da bireysel kimliğin yerine örgütün kendi grup kimliğinin geçirilmesi ile ortaya çıkmaktadır. ‘Grup adına çalış, fedâkarlık yap. Kendini önemseme. Kendini hiçe sayma örgüt içinde ödüllendirilir, bireysellik sorgulama, eleştiri cezalandırılma, dışlanma nedenleridir. Terör örgütlerine katılanların geçmiş hayatlarını temsil eden kimliklerini silmek yerine grup kimliğini yerine geçirmek öncelikli bir eğitim faaliyetidir. Bu sadece kitap okuma, ders dinleme ile değil, sosyal etkileşim, örgüt içi sosyalleşme ile sağlanır. Bu yüzden gruptan çıkmak demek kendini öldürmek düzeyinde kişide bir korku yaratılıyor. Özellikle çekirdek militan kadronun Gülen’e karşı söylemler karşısında daha çok bileniyor olabilirler. Darbe girişimi gibi bir terör saldırısını yaptılar ama, örgüt mensupları zaten bunu gayri ahlâki olarak görmüyor. Bütün teröristlerde olduğu gibi, yapılan terör eylemi bir şekilde meşru görülecek şekilde çerçevelenerek gerçekleştirilir.
“Psikolojik büyük hazırlık”
Kötü bir şey yapmadıklarını nasıl açıklıyorlar kendilerine?
Yapılan eylemler öncelikle ahlâki meşruluk taşıyacak şekilde elebaşı tarafından bir anlatıya dönüştürülüyor. Yapılan eylemler bu anlamda ilâhi bir amaca hizmet etmede aracı olarak görüldüğü için ahlâki meşruiyet elde edilmiş olunuyor. FETÖ, örgüt üyelerini gerçek müminler, seçilmiş kişiler olarak tanımlıyor. Amaçlarının da Allah tarafından onaylandığına inanıyor. Bu yüzden de yapmış oldukları eylemlerin sonuçları ne kadar insanlık dışı olsa da ilahi amaca hizmet etmesi ahlaki meşruluk kazandırıyor. Bu açıdan El Kaide, DAEŞ teröristleri ile benzer bir zihinsel yapılanma ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Kutsal amaçları için herşeyin mübah olduğu mantığı bu.
Diğer taraftan, düşman oldukları grubu da tanımlama da oldukça önemli.
FETÖ örgütü üzerinden bakarsak, konuşmalarında mücadele edecek taraf isim verilmeden bir ‘zümre’ olarak tanımlanıyor. Bu haliyle Devlet ve Türk milletinden ayrılmış bir düşman imajı çizilmeye çalışılıyor. Zaten bu noktada bu örgütün dünya ve Türk toplumunun gerçekliği ile bağlantısı kopuyor. ‘Bir zümre var, bize saldırıyor.’ Bu zümrenin kim olduğu belli, hükümet ve Cumhurbaşkanı. FETÖ’nün dünya görüşü şu şekilde: “Bu devlet bize ait, devleti bizim yönetmemiz lazım. Bu millet cahil ve ahlâki olarak düşük seviyede, o yüzden onları kurtarmamız lazım. Milletin başındaki zümre de zalim ve şeytan, onun yok edilmesi gerekiyor.” Bu darbe girişimi de bu şekilde bir anlatıyla motive edilmiş ve ahlâki olarak meşruiyet kazandırılmış.
Düşman olarak tarif ettikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmi hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı dehumanize ediyorlar. Yani insani özelliklerden yoksun, cansız bir obje tanımlıyorlar. Şeytan, kâfir, zalim gibi kelimelerle tarif ediliyor. Bu tanımlar Müslümanların ortak hafızasında düşman ve savaşılması gereken, semboller. Örgüt ele başı olayları kendine göre yeniden yorumlamakta ve İslam tarihi ve önemli olayları ile de ilişkilendirdiği için, örgüte karşı günümüzdeki karşı tavır İslam tarihindeki sembolik düşmanların tavrı gibi tanımlanıyor. Dolayısıyla, darbe girişiminde bulunan teröristler için şehit ettikleri insanlar şeytan ya da zalimle işbirliği yapan, öldürülmesi meşru görülen zümre olarak inanılıyor.
Karşı tarafı dehumanize ederseniz, insanlıktan çıkarırsanız Bandura’nın sosyal öğrenme teorisine uygun bir biçimde karşı tarafı öldürmekte ahlâki sorun yaşamazsınız. Suçluluğu da olmaz. Hatta, belki senin onu öldürmen “devleti kurtarma” şeklinde sunulmuşsa o zaman ilâhi bir görevmiş gibi davranırsın. Kendini motive edersin. FETÖ üyeleri kendilerinin altın nesil olduğu fikriyle hareket ediyor. ‘Böyle bir nesil insanları katledemez, katlettikleri zaten onların gözünde insan değil bu nedenle. Örgüt lideri, darbe girişimi sırasında sokağa çıkanları sürü, cahil insanlar gibi tarif ediyor. Zaten onun için önemsiz bir grup. Gülen konuşmalarında kendisini peygamber soyundan gelen insanların yaşam örnekleriyle karşılaştırıyor. Hep o olayları anlatıyor. Mağduriyet temelinde bir şeyler yaratıyor. Haksızlığa uğramış grupları örnek veriyor. Bu da kin ve intikam duygularını ister istemez kamçılıyor. İntikamı alacağız. Kimden? Yezid’den. Ele başının sürekli olarak Hz. Hasan’ın, Hz. Hüseyin’in yaşamından örnek vermesi bu yüzden. Sosyal medyaya baktığımızda Cumhurbaşkanı için sık sık tarihteki bu olaya işaret etmek, bu olayla özdeşleştirmek için Yezid kelimesini kullanıyorlar. Bunlar, darbe girişiminden çok önce sistematik olarak yok etmek istediği insanları dehumanize etmeye başladıklarını, tarihsel bir intikam duygusunu ortaya çıkarmaya çalıştıklarını görüyoruz.
Yani psikolojik olarak da sistematik bir hazırlık var?
Mümkün görünüyor. Kendiliğinden olmaz bu. Çok planlı ve sistematik bir biçimde bir propaganda kampanyası yürütülmüş. Hükümetin meşruluğunu azaltmak, temsil gücünü azaltmak ve müdahale edildiğinde insanların çok ses çıkartmamasını sağlamak. Böylelikle de toplumsal bir tepkiyle karşılaşmamak. Sürekli olarak sistematik olarak kullanılan kavramlar beli bir grubu yani hükümeti düşmanlaştırmaya yönelik. Kavramlar seçilmiş bu yönde. Yurt dışı kamuoyuna da eş zamanlı olarak ‘Türkiye IŞİD ile işbirliği yapıyor’ propagandası yapıldı. Çok ciddi bir kampanya. Bir çok alıcısı da oldu. Bu da, batıdaki kamuoyunda hükümete yönelik bir müdahale olursa sesiz kalmasını amaçlayan bir durum olduğunu düşündürtüyor. Darbe girişimine uygun ortam hazırlamak amacıyla psikolojik operasyon yürütülmüş. Artan terör olayları, DAEŞ eylemleri ile hükümetin ülkeyi yönetemediğine dair bir algı yaratılmaya çalışılmış. Ama yine gördüğümüz gibi gerçeklik dünyaları, 21. Yüzyıl Türkiyesi’nin toplumsal ve siyasal gerçekleri ile uyuşmuyor.
Ayrıca içeride de hükümetle toplum arasındaki duygusal bağı azaltmayı hedeflemiş. Hrant Dink olayı meselâ. Hükümetin samimiyetle yapmaya çalıştığı Ermeni açılımı gibi politikalar değersizleşti. Uludere, örneğin. PKK’ya karşı özel kuvvetlerle birlikte Hava Kuvvetlerinin eş güdümlü nokta operasyonlarında ciddi başarılar elde edildiği bir dönemde Uludere olayı gelişti ve operasyonların durmasına neden oldu. Güvenlik operasyonlarına yönelik bu anlamda iç ve dışta kamuoyu ve siyasi baskı kurulmasının hedeflendiği görüyoruz.
“Türk toplumun yapısı batılı tarzda değerlendirildi”
Ama bu büyük hazırlığa rağmen başarısız da oldular.
Kağıt üzerinde iyi bir plan kurmuşlar ve bu planın bir ayağı olarak toplum psikolojisini de düşünmüşler; Tank çıkınca, uçak çıkınca Türk toplumu askerden korkar, askerini sever ve güce tapar, böyle bir darbe oldu algısını yaratırsak evlerine çekilirler, ayrıca terör arttı, insanlar memnun olacaktır, Türk toplumu böyledir şeklinde bir algı doğrultusunda hareket etmişler. Ama bu tam bir Batılı düşüncesi. Batılı tarzda dış gruba kategorik bir kimlik atfı. Batılıların sık sık yaptığı bir kimlik atfı hatası içerisinde hareket ettikleri görülüyor. Gerek hükümeti gerekse de Türk toplumunu tanımlamaları ve atfettikleri özellikler toplumun gerçekliği ile uyuşmuyor. Uzaktan yüzeysel bir bakış açısı. Benzer olarak yine batıda darbeye karşı duranları İslamcı gruplar, “Erdoğan taraftarları” gibi bilerek ya da bilmeyerek bir kimlik atfını yine görmekteyiz. Türk toplumu kendisinden kaynaklanan bir ihtiyaç dışında müdahale gördüğü zaman bunu kendi kimliğine yönelik bir saldırı olarak görür ve kimliğini korumak için tepki verir. Pasifleşip, sinmez. Türk ordusu Türk toplumundan ayrı bir aktör değildir. Türk toplumu Türk ordusunu kendi kimliğinin kendisinin bir parçası olarak görür. Kendisinin sayar.
Yani kendi isteği ile hareket eder ve Türk toplumunu korur, öldürmez. Böyle bir zihinsel anlamı var TSK’nın. Ama 15 Temmuz’da bu ordunun bazı unsurlarının kendilerine ateş etmesi, Türk insanının zihnindeki TSK ile uyuşmadı ve çok hızlı bir şekilde insanlar kendilerine saldıran bu üniformalıların Türk ordusu olamayacağına, kendilerini temsil eden bir güç olamayacağına yönelik hızlı bir farkındalıkla hareket ederek tepki gösterdi. Batının darbe girişimini destekleyici tarzdaki tutumları da toplumun bu üniformalıları, tankları kendisine ait olmadığı farkındalığını yarattı. Böyle bir silah gücünü kendisine karşı gayri meşru olarak kullanımı Türk insanının vatan savunması refleksini de harekete geçirmiş oldu. Batı ve örgütün bu anlamda planlı ve sistematik olarak bu “Vatan Savunması” bilincini ve refleksini bilerek görmezden geldiğini, bazılarının anlayamadıklarını görüyoruz.
‘Gizem yaratmak aidiyeti körüklüyor’
Endoktorinasyona geri dönersek, Türkiye’de askeri okulların endoktorinasyonu da bildiğim kadarıyla kötü değildir. Okula Gülen Örgütü’nün bir parçası olarak gelseler bile, nasıl oluyor da Askeri okullardaki doktorinasyon ilk doktorinasyonu yenemiyor?
FETÖ içerisinde aidiyetin tesis edilmesinin çok önemli bir konu olduğunu görüyoruz. Abilik bu anlamda çocuğun aidiyetinin sağlanmasında önemli bir faaliyet. Örgütün hücre evlerinde askeri okullara girmeden önce hatta girdikten sonra bile yapılan faaliyetler örgüt üyelerinin birbirleri ve abileriyle güçlü duygusal bağlar kurmasına yönelik. Kardeşlik yoldaşlık, abi kardeş ilişkisi düzeyinde bir psikososyal ve duygusal ilişki kurulmaya çalışılıyor. Abi onun için fedakarlık yapıyor. Koruyor kolluyor, sorunlarını çözüyor. Esasında duygusal olarak gencin duygularını istismar ediyor. Askeri okullara verilen gizlilik talimatı, gözle namaz kılma gibi özel ritüeller, kendilerini gizleme konusundaki sıkı telkinler, gencin bir gruba ait olduğu hissini güçlendiren, kendini özel hisettiren terör örgütlerinin kullandığı gizem yaratma yöntemidir. Gizem kişinin sıradan olmasının önüne geçen, kendini önemli hissettiren ve bu yolla da örgüte aidiyeti sağlayan önemli bir taktik.
İnsanlar bir gruba ait olduklarında dışarıda okudukları, öğrendikleri değil, o grupla kurmuş oldukları duygusal ilişkileri, arkadaşlık, kardeşlik ilişkileri de önemlidir. Hücre evindeki ortam üç dört kişi. Bir abi vardır. Orada daha sıcak bir ilişki ve örgütün militanı olacak kişiyi kontrol etmek için uygun bir ortam sağlanmış oluyor. Abi böylelikle özel ilgi gösterebilme konusunda sıkıntı yaşamıyor. Arada münferit istisna durumlar elbet vardır. Ancak örgüt askeri okula giden çocuğu kontrol etmek, askeriyedeki sistemin etkisi altında kalmaması için görüldüğü üzere askeri okul öğrencilerinin kontrolüne özel önem veriyor. Teröristleri örgüt içinde tutan, savaşma motivasyonlarını sağlayan ideolojileri olduğu zannedilir. Ancak PKK da dahil olmak üzere terör örgütü üyelerini bir arada tutan şey karşılıklı çatışma halinin yarattığı grup bütünlüğü refleksi, grup içi kurulan psikososyal ve duygusal bağlardır. İdeolojik farkındalıktan bağımsız olarak teröristlerin birbirlerini yoldaş ve sanal bir kardeşlik sistemi içerisinde görmeleri, intikam duyguları teröristlerin mücadele motivasyonlarının ya da grup içerisinde kalmaya devam etme motivasyonlarının temelini oluşturur. Bu yüzden terör örgütleri politik amaçları ile bağdaşmayan eylemlere kalkışmaktan kaçınmazlar. Önemli olan grup bütünlüğünün devamlılığıdır. İdeoloji bu yüzden amaç işlevini yitirip, araçsallaşır. Yapılan terör eylemini meşru hale getirmek için kullanılan bir anlatı sistemi haline gelir.
“Lideri ortadan kaldırmak işe yarayabilir, efsaneleştirebilir de”
Gülen Örgütünde liderin ortadan kalkması, iadesi ne gibi sonuçlara yol açar?
Bir örgütün liderini öldürünce örgüt dağılır mı, örgütü nasıl etkiler çalışılmış bir konu. Dekapitasyon stratejisi adı verilen bu yöntemin etkili olduğu örgütler de var, etkili olmadığı da. Baktığımızda örgüt
üzerinde psikolojik ve operatif anlamda tek başına kontrol sahibi olan, ilâhi vasıflar yüklenmiş bir lider varsa, onun ağzından çıkan tamamıyla örgüt kuralları gibi kabul ediliyorsa, kıyametçi bir inanç sistemine sahipse, bu tip örgüt liderlerini etkisiz hale getirdiğinizde hızlı bir dağılma ortaya çıkıyor. Ancak canlı olarak etkisiz hale getirildikten sonra siyasi faaliyetlerini cezaevinden sürdürülmesine izin verildiği durumlarda bu dağılmanın gerçekleşmesi mümkün olmuyor. APO ve PKK örneğinde bunu görebiliriz. FETÖ açısından bakarsak, ele başı etkisiz hale getirilmesi örgüt için büyük bir dağılma yaratacaktır. Ama bu dağılmayı tamamiyle yok olma gibi anlamamak gerek. Örgütün kurumsallaşma ve organizasyonel kapasite ve yetenekleri yeterince güçlü ise, örgüt öyle ya da böyle varlığını sürdürmeye devam edebilir. Yine de eskisi gibi bir eylem güç ve kapasitesine ulaşması oldukça zorlaşır. Büyük olasılıkla örgütün şimdiki lideri gibi etkin biri ortaya çıkmayacaktır. Böyle durumlarda yeni liderler daha kolay sorgulanır, eleştirilir, örgüt içi tartışma ve çatışmalar daha kolay ortaya çıkar. Ancak Devlet olarak ‘etkisiz hale getirdim’ yok ettim diye bakılmamalı. Örgütün içinde ortaya çıkan kargaşa ortamında temel müdahaleyi yapmak, mücadeleyi bu alanda yoğunlaştırmak ve örgüt faaliyetlerine karşı sürekli olarak baskı kurmak, özellikle de operatif istihbarat faaliyetleri aracılığı ile örgütü pasifleştirmeye ve sürekli bir başarısızlık sürecine sokmaya yönelik süreğen baskı ve seçici bir şekilde planlanmış nokta operasyonları çok önemli.
Fakat şöyle bir riski de göz önünde bulundurarak hareket etmek gerekiyor. Gülen, kendisini sürekli dini açıdan efsaneleşmiş şahıslarla özdeşleştiriyor. Bu kişiler de yaşamları boyunca baktığımızda zorluklar yaşadığı kabul edilen şahıslar. FETÖ ele başı da sürekli kendisini zorluklar çeken bir yaşamla tanıtmakta ve eziyet çekme durumunu efsaneleşmesinde bir araç olarak kullanıyor. Gülen’in hapiste olması bazı örgüt mensupları tarafından efsaneleştirilebilir. Kabaca şöyle diyebilir: “ Gördünüz mü, ben de peygamberlerin kaderi neyse onu yaşıyorum”. Bu efsaneleşme riski, militanlarının kendisine olan körü körüne inancını daha da güçlendirebilir, bu yönde propagandalar yaymalarına zemin hazırlayabilir. FETÖ için bu nedenle önemli olan çekirdek grubunun dağılmaması, tekrar örgütlenmeyi sağlayabilecek şekilde örgüte olan sadakatin sürdürülmesidir. Bu efsaneleşme riski örgütle mücadeleyi nasıl etkiler, şimdiden ön görmek zor ama yine de liderin efsaneleşmesine yol açacak mücadele yöntemlerinden kaçınılması önemli gözüküyor.
Gülen’in psikolojisi için ne söyleyebilirsiniz?
İnsanların söylemlerinden, vurguladığı konulardan, tekrarlayıcı davranış ve düşüncelerinden, almış olduğu kararlardan, hayat hikâyesindeki olaylardan ve kendisini ve dünyayı tanımlama biçiminden kısmen de olsa dışardan görülebilen kişilik özellikleri hakkında yorum yapabilirim. Görebildiğim kadarıyla, bu kişi yalnız kalmaktan, ölmekten, ciddiye alınmamaktan oldukça rahatsız oluyor, hatta korkuyor. Davranış ve kararları bu korkuları doğrultusunda şekilleniyor. Bahsetmiş olduğum fiziksel yalnızlık değil özellikle de psikolojik yalnızlık ve ölüm. Efsaneleşememekten korkuyor. Kişisel temel motivasyonu efsaneleşmek. Dolayısıyla, efsaneleşebilmesini kim besleyecekse, kim destek olacaksa onunla işbirliği yapıyor. Bu zaafı yabancı ülkeler tarafından kullanılmasına eğilim yaratıyor. İnsanlarla olan ilişkisi bu efsaneleşebilme ihtiyacı doğrultusunda geliştiği içinde insanlarla gerçek bir ilişki geliştiremiyor, dünya görüşü de bu yüzden hızlı değişimler gösterebiliyor. Onu kim efsaneleştirebilecekse, bu efsaneleşme amacını kimin aracılığı ile yapabilecekse onunla yüzeysel arkadaşlıklar, ittifaklar kurabiliyor. Efsaneleşebilmesine destek olmuyorlarsa bu arkadaşlıkları bir çırpıda yok sayabiliyor . Efsaneleştirdiği kişiliğini tehdit eden her unsura karşı düşmanlık beslemesi ise kaçınılmaz diyebilirim. Bu açıdan bakıldığında isimlendirmek gerekirse, yıkıcı nitelikleri olan narsistik kişilik özelliklerine sahip olduğunu tahmin ediyorum. Yıkıcı, çünkü kendisine oluşturduğu efsaneleştirilmiş kişiliğini tehdit edenleri yok edebilecek kadar düşmanlık besleyebiliyor, ayrıca takıntılı bir biçimde yıkmak ve yeniden en baştan inşa etmek ve arınma ile ilgili tekrarlayıcı ve takıntılı bir şekilde uğraşıyor. Benzer kişilik özelliklerini, Usama bin Laden, Richard Nixon, Miloseviç, Stalin, Abdullah Öcalan, Saddam Hüseyin’de de görebilmekteyiz. Bir de şu dikkatimi çekti. Bu kişi kendinde ne kadar olumsuzluk varsa sürekli başkasına yansıtmış. İnsanların bugüne kadar işlemedikleri suçlarla suçlanmaları ve olmadıkları bir kişi olmakla itham edilmelerindeki temel kaynağın esasında örgüt elebaşının kendisine ait kişilik özellikleri ve örgütünün yasa dışı faaliyetleri olduğunu görüyoruz.
“Deradikalizasyon her zaman başarılı değil”
Bazı batı ülkelerinde IŞİD ve benzeri örgütler için radikallikten vazgeçirme programları var. Deradikalizasyon programları. Benzer bir şey Gülen Örgütü için de yapılabilir mi?
Radikalizme, terörizme hastalık konsepti olarak yaklaşıp müdahale etmeye çalışan ülkeler var. Özellikle El Kaide’den sonra bu denendi. Militanlar ideolojik ve dini karşı öğretiler ile ikna edilmeye çalışıldı, yeni bir hayat kurmalarına olanak tanındı. Bir kısmı terörden vazgeçti ama şu hiç bir zaman bilinmiyor, şiddetten vazgeçmesi gerçekten radikal düşüncesinden vazgeçtiğini gösterir mi? Bir kişiyi radikal düşünden vaz geçirmek için sistematik oluşturulmuş bir tedavi de yok çünkü radikalizm derken adamın kimliğinden söz ediyoruz. Şiddete eğilimini azaltmak için bir şeyler yapılabilir ama Avrupa’da yapılmaya çalışılanlar başarılı değil çünkü deradikalizasyon için karşılıklı ideolojik tartışmalardan ziyade radikalleşmeyi engelleyici belki de terk etmeyi sağlayıcı sosyal bir sistemin inşa edilmesi gerekiyor. Aslında bu kişinin kendi kendine vereceği kararla ilgili. Çünkü o kendisini iyi bir şeye hizmet ediyor sanıyordu ama bir anda kullanıldığını gördüğünde durum değişebilir. Kişiye göre değişebilecek bir çok değişken burada devreye giriyor. Kişinin radikalleşme düzeyi, şiddet eğilimi düzeyi, örgüt adına faaliyet gösterme motivasyonu kişiden kişiye farklılaşabiliyor, hepsini tipik robot gibi düşünmemek lazım, örgüt içerisinde uzun süre yasalardan korunmuş şekilde faaliyet gösterme hayatın normali olarak görülebiliyor. FETÖ özelinde baktığımızda, normal görülen faaliyetlerin anormal olduğunu anlayabilme özellikle bu darbe girişimi sonrasında ortaya çıkmış olması lazım. Özellikle de abilik özelliği bulunmayan yani örgütün hücre, bölge, ülke sorumlusu olmayan kesiminde böyle bir farkındalık ortaya çıkmış olabilir. Ama militan kesimi bile cezaevi sürecinde dönüştürülmeye, örgüte karşı kullanılabilme potansiyeli taşıyor olabilir, bunun anlaşılması için cezaevindeki teröristlerin farklı özelliklerinin profillenmesi gerekir.
Mücadele etmek için ne yapmak lazım?
Terör örgütleri ile genel anlamda mücadelede örgütü ortaya çıkaran nedenlere bakmak lazım öncelikle. Mücadelelerin temeli örgüte katılımı azaltarak örgütleri marjinal hale getirmek,, izole etmek yatar. Bir bölgede bir ihtiyaç varsa, resmi otorite ihtiyacı karşılayamıyorsa bu tip örgütler o ihtiyacı karşılamak ve istismar ederek çekici hale geliyor. Tabii bu tarz örgütlerin ortaya çıkması genellikle basit bir toplumsal ihtiyaçtan ziyade, başka devletlerin proxy (uzantı) unsurları olarak planlı olarak oluşturulduğu da bir gerçek. Ortaya çıkmak yerine belki çekici hale gelme terimini kullanmak daha iyi gibi. Eğitim ihtiyacı gibi diğer sosyal ve kültürel ihtiyaçlar FETÖ yü çekici hale getirdi. Özellikle de Devletin ihtiyacı olan alanlarda yapılanması da örgütü çekici kılan diğer faktör. Böylelikle devletin ek bir çalışma ve kaynak ayırmasına gerek kalmadan Devlet adına çalışıyor gibi gözükme, Devlet yetkililerinin bile bu örgütü çekici görmesine yol açtı. Özellikle de Türk toplumunun sahip olduğu imparatorluğun yıkılması sonrası, toplumun geçmişin görkemine olan özlemi ve geçmiş görkemli günlere yönelik arzunun da karşılanmasındaki pratik yetersizlikler, örgütün bu karşılanmamış duygusal ihtiyacı istismar etmesi için bir zemin hazırladı. Örneğin, yurt dışında okullar açması, Türk okulları olarak anılması, Türk bayrağını dalgalandırması bu duyguların istismarına ve toplumu bu örgüte aktif olarak gönüllülükle destek olmasına motive etti. Türk toplumunun grup kimliği ya da genel karakterinde var olan fedakarlık ve gönüllülük gibi sosyal olarak takdir edilen özelliklerin bu açıdan örgüt tarafından istismar edildiği görülüyor.
Okul, servis sorunu çözülünce çözülmüyor. Bu örgüt öğrencilerle bire bir ilgilenecek kişiler atıyor. O kişi çocuktan sorumlu oluyor. Her devletin yapmakta zorlanacağı bir şey bu ve bu aslında devletin de tepkisini çekmiyor. Devletin bu konuya harcaması gereken süreyi, imkânı, kaynakları azaltmış oluyor. Demek ki burada sosyal bir sorun var. Sosyal boşluğu kapatıyor. Bu boşluk olmasaydı örgüt bu derece üstlenemeyecekti.
Mücadelenin çok boyutlu olması gerekir. Hem örgüte yönelik ağ odaklı mücadele hem de örgüt ve ilişkili unsurların stratejisine karşı bütün milli güç unsurlarının bir arada kullanıldığı stratejik iletişim odaklı mücadele gerekiyor. Stratejik iletişimi bu noktada halkla ilişkiler olarak düşünmemek lazım. Kabaca güvenlik operasyonlarının bile planlanmasında, operasyonun hedef gruplar üzerinde oluşturulmak istenen davranış ve algı değişiklikleri göz önünde alınmalı. Bunun içinde öncelikli olarak mücadelede ulaşılmak istenen politik kazanım ve buna ulaşmak için gereken milli güvenlik ve çıkarlar doğrultusunda geliştirilmiş ve kurumsallaştırılmış milli bir stratejinin belirlenmesi gerekir.
“Batı da dikkatli olmak ve işbirliği yapmak zorunda”
Bir yazınızda Gülen Örgütü’ne ‘beyaz yakalı radikaller’ diyorsunuz. Başka beyaz yakalı örgüt var mı?
Örgütler taktik ve stratejik açıdan birbirlerini kopya ederek hareket ederler. Karşı ideolojilerde bile olsalar başarılı taktikleri benimsemekte sakınca görmezler. Meselâ, DAEŞ’in bombalı saldırı eylemlerinin PKK tarafından da son zamanlarda kullanılması gibi.
DAEŞ Batı’daki eylemlerinde askeri kazanımdan çok etki yaratmayı amaçlayan hedefler seçiyor. Müslümanlara olan öfkeyi körükleme amacıyla eylem yapıyor. FETÖ’den bu anlamda öğrenebilir, bire bir aynı eylem olmasa da, Batı’da devlet görevlilerin yaptığı eylemler gündeme gelebilir. Meselâ, ABD’de bizdeki darbe girişiminden sonra DAEŞ ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle bir polis tutuklandı. O yüzden FETÖ’nun militan motivasyonları, yöntemleri, inanç sistemi, amaçlarına ulaşmak için kullandıkları yöntemlerle mücadele ve FETÖ’yu bu anlamda ciddiye alarak mücadele etme sadece Türkiye’nin değil Batılı devletlerinde kendi toplumlarını korumak için sorumluluğu.
FETÖ örgütü güç kaybettikçe, beka sorunu yaşamamak için diğer terör örgütleri ile işbirliğine gitmesi de beklenilmeyecek bir durum değildi. Örneğin batıdan istediği desteği bulamaması ve operatif kapasitesinin güçsüzleşmesi halinde DAEŞ’le işbirliği yapıp, batıda terör eylemleri yapmasına yardımcı olması kendisini batıya kurtarıcı ılımlı islam elbisesinde sunma şansı verecektir. Bu belki biraz hayali gibi gelebilir, ama terör örgütlerinin bu tarz stratejileri benimsemeleri oldukça sık görülmekte. Batının gözden kaçırdığı diğer bir konu ise, örgüt elebaşının ve örgütün ideolojisi ve içerikteki tanımlamaları. FETÖ nün inanç sistemi incelendiğinde, tıpkı El-Kaide, DAEŞ gibi tekfirci bir ideolojiye sahip olduğu açıkça görülüyor. Şiddetle ilişkili kavramlar ise, diğer terör örgütleri kadar belirgin olmasa da dini kavramlarla steril hale getirildiği görülüyor. İşin ilginç tarafı ise FETÖ nün düşman tarifi, El Kaide ve DAEŞ de olduğu gibi haçlılar ve kâfirlerden çok şeytan ve şeytandan da kötü aktörlerden oluşmaktadır. Dolayısıyla FETÖ’nün şimdi olmasa bile gelecekte nasıl bir terör örgütüne dönüşeceğini kestirmek zor. Batının küresel bir terör örgütü potansiyeli taşıyan bu örgütle mücadelede sorumlu davranması gerekir.
“Örgüt toplumsal bütünlüğü hedefleyecek”
Gülen örgütü bundan sonra ne yapabilir?
FETÖ olarak adlandırılan örgütle ilgili en belirgin tecrübe örgüt militanlarının kendilerini her şekle sokmalarıdır. Temel amaçlarının ne olduğunu görürsek ne yapabileceği konusunda da tedbirler almak kolaylaşır. Temel amaçlarının örgütün ezelden beri sistemi yıkarak kendi istedikleri doğrultusunda yeniden baştan inşa etmek olduğu görülmekte. 15 Temmuz girişiminde buna çalıştılar ancak başarılı olamadılar.
Başarılı olamamaları bu gibi örgütlerin mücadelelerini bırakacakları anlamına gelmez. Başarılı olamadıklarını bilseler bile, hedef aldıkları düşman unsuru zarara uğratmak bir süre sonra temel mücadele motivasyonu haline geleceği için her fırsatı deneyeceklerdir. Devleti ele geçirmek yerine vites düşürerek Cumhurbaşkanı ve resmi hükümete olan toplumsal ve siyasal desteği zedelemeye çalışacakları, bunun için geçmişte olduğu gibi bilgi operasyonlarına, yani propaganda faaliyetlerine ağırlık vereceklerini düşünüyorum. Bu nedenle her toplumsal olayı ajite etmeye, mağduriyet yaşayanların sözcülüğüne soyunmaya, devleti ve hükümeti sorun çözemez gibi göstermeye devam edecekler. Buna malzeme yaratmak için güvenlik, ekonomik, sosyal, hukuk gibi pek çok alanı kullanmak isteyeceklerdir.
Ruhsal olarak gerilemiş gruplar düşman olarak tanımladıkları grup tarafından yok edilme tehdidi yaşadıklarında düşmanını mutlaka öldürmek zorunda hisseder. Beka sorunu yaşayan bir örgüt şiddete başvurmaktan da çekinmez, çünkü kimlik kaybediyor ki bu psikolojik ölüm, bunun yerine fiziksel ölümü tercih edebilirler. Fakat bundan sonra ne yapacakları örgütün kimle işbirliği yaptığına göre değişecek gibi duruyor. Bundan sonraki örgütün davranış tarzı da kimden destek aldığına göre değişir. Eğer ABD desteğiyse bu, şu aşamada durma trendine girmekle beraber örgüt yavaş yavaş kamuoyu birleşmesini dağıtacak şekilde propaganda savaşına yönelecektir. Türkiye’yi istikrarsız, yönetilemez gösterecek şekilde kendisi olmasa bile kullanabileceği kişiler üzerinden canlı bomba eylemleri olabilir. Türkiye’deki güvensizlik ve paranoya ortamı var bunu ya da kurumların birbirlerine olan güvensizliklerini kışkırtacak şekilde davranabilir. Kurum içi dedikoduları arttıracaklardır. FETÖ ve FETÖ’yü kullanan unsurlara karşı farkındalığı örtmek için, FETÖ üzerinden kişiler suçlanabilir, hedef gösterilebilir, yani şu da FETÖ’cü, bu da FETÖ cü gibi daha çok olayı magazinsel tutarak, 15 Temmuz sonrası oluşan milli enerjinin, kendi içimize dönmesine yol açmaya çalışacaklardır. Toplumu ve karar vericileri iç düşman arayışına sürüklemeye çalışacaklardır. Tutuklamalar üzerinden özellikle gazeteci ve akademisyen tutuklamaları üzerinden kendi isimleriyle olmasa da mağdur cephesi oluşturmaya çalışacak gibi duruyorlar ve Batıda şimdiden bunun iletişim kampanyasını yapmaya başladılar. Cumhurbaşkanı üzerinden 15 Temmuz olayını kişiselleştirmeye çalışacaklardır. Bu yönde de bir bilgi savaşı başlatabilirler. Korku ve paranoyayı artıracak bazı söylentiler yayabilirler. 15 Temmuz’un sıcaklığı geçince bunu daha da arttırabilirler. Hükümet ve muhalefetin arasının açılmasına, siyasi tartışmaların başka şeylere dönüşeceği zemine çekmeye çalışabilirler. OHAL’in uzatılmasına neden olacak eylemler yapabilirler ve toplumu bloklaştırmaya çalışabilirler. Bu açıdan devletin kendini savunma refleksini de istismar etmeye çalışabilirler. Ancak şu unutulmamalı, FETÖ ve ortaya çıkan tehdit ile mücadelenin sadece Cumhurbaşkanı ve hükümetin omuzlarına yüklenmemesi gerek. Muhalefet partilerinin de bu anlamda Cumhurbaşkanı ve hükümeti destekleyecek şekilde mücadelede kararlı ve aktif rol almaları gerekiyor. Mücadelenin kişisel çabalardan kurumsal ve sistematik hale dönüştürülmesi zorunlu görünüyor.
(AL JAZEERA TURK)