Ecevit’e de aynısını yaptılar…
REHA MUHTAR/VATAN
AKP’yle hiç ilgim yok…
Oy vermedim…
“Yetmez ama evet” demedim…
Darbelerle hesaplaşılmasını istememe rağmen, oy sandığının önüne geldiğimde ‘evet’e de gitmedi elim…
AKP’nin kazandığı üç seçimin ilkinde hiç sandığa gitmedim…
İkincisinde CHP’ye oy verdim…
Üçüncüsünde elim yine “herhangi bir partiye oy atmaya gitmedi…”
Laik olduğum kuşku götürmez…
Atatürk‘ü sevdiğim, referans aldığım ise malumun ilamı…
Atatürk’e göre Osmanlı’yı, Batı’ya göre Ortadoğu’yu daha bir önemsediğini gördüğüm AKP’yle aramda ‘özel’ gönül bağı hiç olmadı…
Bugünlerde çok görüldüğü gibi bir medya grubunun başına geçmek gibi “idealleri ve amaçları” çoktan gerilerde bıraktım…
Teklif edilen onlarca görevi “paralarını ve miktarlarını sormadan reddediyorum…”
Tayyip Erdoğan’a hiç oy atmadım, sanıyorum hiç de oy atmayacağım…
Ancak Bülent Ecevit’e oy atmıştım…
Onun bu ülkede; her şeyi yönetebileceğini düşünen sermaye gruplarına tek başına nasıl çaresiz duruma düştüğünü birebir yaşamıştım…
Kontrgerilla’nın ona nasıl suikast düzenlediğini, o “suikastten” nasıl kıl payı kurtulduğunu birebir görmüştüm…
Nahif gençlik liderimin Başbakan’ken; nasıl “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” hale getirildiğine, kendisine nasıl yaşayan bir ölü muamelesi çekildiğine, gazetelerin manşetlerinin nasıl sahtekarca bu yalanı pompaladığına tanık olmuştum…
Bülent Ecevit’in en yakınındaymış gibi görünen bir “gazeteci” vardı hiç unutmam…
Bir gün sabah kalktım büyük gazetede, o gazetecinin yazısını gördüm…
Gözlerim faltaşı gibi açıldı…
Ecevit’in berbat durumda olduğunu, evinde yıkanmadığını, gömleklerini değiştirmediğini, hafızasının yerinde olmadığını, “yaşayan bir ölü” olduğunu anlattığı yazısına tanık oldum…
Ecevit‘in Başbakanlık yaptığı günlerdi…
Ulusal ve uluslararası sermaye, karteller, tröstler ve derin konsorsiyum
“Ecevit’in Başbakanlık’tan düşürülmesine çoktan karar vermişti…”
Yerine gelecek kişi belliydi…
En yakınındaki olacaktı elbette yerine gelecek kişi!..
Böylece koalisyon devam edecek, her şey istendiği gibi sürecek ve yönetilecekti…
En yakında görünüp de o yazıyı yazan gazeteci,
Ecevit’e en öldürücü darbeyi vurmuştu…
O yazısı “Gezi Parkı olayları” etkisi göstermiş, bütün manşetler, gazeteci ve yazarlar yazıya referans yaparak
“Ecevit’in zorunlu nedenlerle Başbakanlığı bırakması gerektiğini” yazmaya başlamışlardı…
Anayasa’nın bilmem kaçıncı maddesindeki zorunluluk halleri nedeniyle…
“Tezgahlanmış Başbakan’ı indirme operasyonu” adım adım yürürlüğe konuyordu…
Çiğli’de, İstanbul’da gerçekleştiremedikleri suikasti nihayet yapacaklardı…
Onu yaşayan bir ölü olarak lanse etmişler, artık ülkeyi istedikleri kıvamı getirmişlerdi…
Ecevit aldığı ilaçların etkisiyle “Başbakanlık merdivenlerinden düşüyor, durup dururken evde ayağı takılıp kemiklerini kırıyordu…”
Kemikler bir türlü kaynamıyordu!..
***
Son anda Rahşan
Ecevit duruma ayıldı…
Ecevit‘in almakta olduğu ilaçları çöpe attı ve
Ecevit‘i yaşattı…
Fakat öyle bir psikolojik harp yaşatmışlardı ki Ecevit‘lere, artık bütün ipler “konsorsiyum”un eline geçmişti…
Heyhat!..
O gün Başbakan Ecevit’i; “gömleklerini değiştirmeyen, kirli gömlek ve atlet giyen, yıkanmayan, düşüp kemiklerini kıran ve yaşayan bir ölü ve bitkisel hayatta bir kişi olarak” lanse edenlerle, bugün aynı amaçlara matuf benzer haykırışlarda bulunanlar acaba aynı kalemler, aynı insanlar, aynı tanıdıklar olabilir miydi?..
***
“Sorun iktidar değil, Ecevit” demekle, “Sorun AKP değil, Tayyip Erdoğan” demek arasında hiç fark olmadığını, aslında aynı operasyonun, aynı stratejinin, aynı taktiğin aynı tanıdık ve mahut çehreler tarafından senaryolaştırıldığını o kadar iyi bilmekteyim ki…
Gazetecilikten bahsedecekler şimdi elbette..
Etik gazetecilikten değil mi?..
Sırtını ulusal ve uluslararası sermayeye dayayıp, derin konsorsiyumların “etki ajanı” olarak görev yapacaklar…
Sonra “ahlaklı ve etik gazeteciler olarak”, toplumu operasyonlarla suni olarak şekillendirdiklerinin tarihini yazmaya soyunacaklar, öyle mi?..
Tayyip Erdoğan’ın birçok hataları bulunduğunu, otokratik bir kişiliğe meyyal olduğunu, toplumun cumhuriyetçi ve laik kesimleriyle iyi diyalog kuramadığını düşünüyordum…
Cumhuriyetçi kesimler arasında iktidarının son döneminden çok fazla “muzdarip”in varlığını fark ediyorum…
Fark etmez Ecevit‘in de bir sürü yanlışı ve hatası vardı ülkeyi yönetirken…
***
Bunların hiçbiri bu insanların “derin operasyonlarla” seçimle geldikleri iktidardan, abidik kubidik yöntemlerle düşürülmelerini gerektirmiyor…
Operasyon yapanlar, kendi rol aldıkları operasyonların kendi biçimlendirdikleri tarihini yazmaya soyunuyorlar…
Tayyip Erdoğan’la gönül bağım olmadı hiç…
Oysa şu anda yapanların ne anlama geldiğini bilecek kadar şerbetliyim…
Ecevit’e de aynısını yapmışlardı…
Muhtemelen şimdiki infialim de
Ecevit’e yapılanlara karşı duyduğum biçareliğin infialidir…
Yoksa ben önümüzdeki seçim de AKP’ye oy atmayacağım…
Bu durumumda değişiklik mevz-u bahis değil…
Fakat bir zamanlar Ecevit’e ve Özal’a yapılanın aynısının olmasını istemiyorum, bu durum arz-u halim…
***
Hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmıyor değil mi?..
Gün geliyor operasyonlar ve hesaplar birer birer ortaya dökülüyor…
Bülent Ecevit nire?..
Tayyip Erdoğan nire?..
Fakat uluslararası paranın merkezleriyle takıştınız mı, istediklerini yapmadınız mı adınızın önünde “Laik-İslamcı, Cumhuriyetçi-Osmanlı, Bülent-Tayyip” yazmış, fark etmiyor…
En yakınınızdakiler “öne sürülerek” sizi bitirmek için operasyonun düğmesine basılıveriyor…
Artık hangi senaryo yürürlüğe konur bilmiyorum…
Para mı çekilir?..
Döviz mi gelmez?..
Borsa mı düşer?..
TÜSİAD tam sayfa ilan mı verir?..
Yağ krizi mi çıkar?..
Anarşi mi hortlar?..
Olaylar mı sürer?..
Onları bilmem?..
Kimdi Ecevit’in yaşayan bir ölü olduğu haberini yazıp en vurucu hamleyi vuran yakın gazeteci acaba?..
Merak etmesin rahat uyusun…
Adını telaffuz etmem…