ARTIK HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK
CEMİL ERTEM/cemilertem.com
Mısır’da katliam oluyor; İhvan taraftarları, Müslümanlar, darbe karşıtlları yalnızca bir eşkiyalığa, darbeye karşı çıktıkları için katlediliyorlar. Dün akşamdan beri ikibin insanın öldüğü ve yine binlerce yaralının olduğu söyleniyordu. Bugünü insanlık tarihi utanç içinde hatırlayacak. Bu katliamı yapanları, darbecileri ve onlara sesini çıkarmayanları da, şüphesiz aynı utancın içine koyacağız.
YENİ BİR DEMOKRASİ
Ancak şunu hemen söyleyelim ki, bugün binlerce insanın Mısır’da öldürüldüğü bugün, yeni bir dönemin başladığı, insanlığın şimdiye kadar bildiği çok şeyin yerle bir olduğu bir günün de başlangıcıdır. Kapitalist sistemin, insanlık için ürettiğini söylediği ve kökenini liberal düşüncenin ‘modus vivendi’ ilkesinden alan birarada yaşama, insan yaşamına, temel insan haklarına saygı gösterme ve ötekini tanıma anlayışları tam bugün yerle bir olmuş ve bu anlayışın sahibi olduğunu söyleyen Batı tarafından çiğnenmiştir. Biz reel olarak liberalizm diye bir şeyin olmadığını, kapitalizmin liberal söylemin tam aksi bir yol izleyerek, yıllardır varmış gibi yaptığını söyledik. Liberal düşünce ve onu takip eden ideolojiler doğuya bakarak, doğudaki diktatörlükleri göstererek doğunun da, tıpkı batı gibi, liberalizme koşması gerektiğini söylediler. Ama tam da şimdilerde, Ortadoğu’dan başlayarak, batının dayattığı ve sınırlarını çizdiği diktatörlükler doğuda çözülmeye başlayınca, aynı batı, ‘bir dakika’ dedi, bir dakika! “Sizin demokrasiniz bizim getireceğimiz bir şey olur ancak, eğer bu olmazsa biz sizi yine eskiye yollarız.” İhvan, kökleri itibariyla önemli bir gelenektir ama iktidar için yenidir ve Mısır’da Mursi iktidara geldiğinden beri İhvan’ın o varoluş köklerine dönmeye çalışmıştır. Yani batının temsili demokrasisi aşan, katılımcı ve ademi merkeziyetçi bir “meşveret’i var etmeye çalışmıştır. İşte bu anlayışın, geniş bir halk iradesi olarak ortaya çıkması ve Mısır’dan başlayarak İslam’ın bu anlamda meşru-yeni ve katılımcı demokratik bir rejimle Afrika’ya ve Akdeniz’den yola çıkarak Türkiye ile buluşması ve Avrupa’ya, Balkanlar’a ulaşması engellenmek istenmiştir.
BRZEZİNSKİ’NİN BALKANLAŞTIRMASI
Hale Suriye iç savaşından sonra demokratik yeni bir Suriye, Mısır, Libya ve Türkiye entegrasyonu Batı kaynaklı küresel oligarşinin gerçek bir kâbusuydu. İşte bu katliamlarla bu önleniyor. Peki, ABD’li yeni neoconların bunun karşısındaki tarihsel senaryosu neydi ona biraz bakalım… Burada Brzezinski’ye başvurmamız gerekiyor…
Baba Bush, Clinton ve ikinci Bush dönemlerini ele alan Brzezinski, kitabına “İkinci Şans” adını vermişti. Amerika’nın ikinci bir şansı olduğuna inanıyordu. Ama bu ikinci şansın, Bush dönemi politikalarının çok önemli bir değişim geçirmesiyle ve Amerikan hegemonyasının “biraz” törpülenerek yakalanacağını iddia ediyordu.
Brzezinski’nin kitaptaki en önemli tespiti, içine Türkiye’yi de alan ve Çin’e kadar uzanan yeni bir “Asya-balkanlaşma” haritası çizmesi. Bu harita, Ankara’dan başlıyor; sonra Arap yarımadasını, K. Afrika kıyılarını oradan da tüm Kafkasya’yı içine alarak, Rusya’nın sonsuz ama enerji yatağı bozkırlarından geçiyor ve Çin’in kaynayan bölgelerine uzanıyor. Bütün bu bölge, bilindiği gibi, ilk önce Baba Bush’un sonra da George W. Bush’un yeni bir Amerikan hegemonyası kurmak için “savaş bölgesi” ilan ettiği yeni balkanizasyon alanıydı.
Brzezinski, “içerden” biri olarak bir önceki ABD yönetiminin, yani neoconların, bu çok geniş bölgede, ilk önce bölgesel iç savaşlar sonra da bölgesel bir topyekûn savaş çıkartarak yeni bir hegemonya ve dünya düzeni kurmayı tasarladıklarını söylüyor.
Ancak kitabında, Ortadoğu için İngilizlerin “sömürgeci-imparatorluk” çözümünün şimdi daha yerinde olacağını ileri sürüyor: Yani “balkanlaşmanın” sürekliliği ama bu sürekliliğin sürekli işgal ve savaştan ziyade “politik istikrar”la sağlanması… İşte bu “politik istikrar” ve “yumuşak balkanlaştırma” politikası, Brzezinski’ye göre, Amerika’nın ikinci şansı. Yani birleşik değil, bölünmüş bir Ortadoğu, hatta şimdikinden daha fazla bölünmüş… Ancak gidişat biliyorsunuz, Arap Banarı ve Türkiye’nin bölgede önemli bir oluncu olmasıyla bölünmeden değil, birleşmeden yana oldu. Ama Brzezinski, işgal ve ulus devletlere dayanan bir Ortadoğu’da istemiyordu. Onun istediği sürdürülebilir bir balkanlaşma idi.
Bu anlamda Brzezinski, oğul Bush’un Irak’ta sonlanan ve sürgit işgale ve savaşa dayanan politikasını akılcı bulmuyor ve eleştiriyor. Bu politikanın kısır olduğunu ve Amerikan gücünü törpülediğini söylüyor.
Kitabın 2008 sonrası olarak adlandırılan bölümünde de bu stratejinin ipuçları var. Ama Brzezinski’nin bakış açısı diğer neoconlar gibi. 2007’de yüzünü iyice gösteren küresel krizle birlikte su yüzüne çıkan “büyük değişimi” göremiyor. Bu bağlamda kitap, “Büyük Satranç Tahtası” kadar isabetli öngörüler geliştirebilmiş değil. Elbette bunun asıl nedeni dünyanın geçirdiği derin dönüşüm ve Brezinski’nin bu dönüşümü ıskalaması…
Burada bizim üzerinde durmak istediğimiz iki nokta var. Birincisi, Brzezinski’nin 2008 kriziyle birlikte değişen durumu, tam anlamıyla olmasa bile, bir ölçüde görmüş olması ve buna uygun “yeni” bir neocon stratejisi geliştirmeye çalışması. İkincisi ise, Çin faktörüne öykünerek, bunu, Amerika üzerinden, yeni bir model olarak ele alması.
TÜRKİYE’DE ULUSALCI MUHALEFETİN STRATEJİSİ BRZEZİNSKİ’DEN ÇALINTI
Şimdi Brzezinski’nin, örtülü olarak ortaya attığı yeni neocon stratejisi, bizim “yerli” statükocuların, ulusalcıların şu sıralar savundukları ve yapmaya çalıştıkları her şeyle birebir örtüşüyor. Hatta Mısır darbecileri ile de örtüşüyor. Hatta bugün onara destek veren batının ve bizim utangaç darbeci liberallerimizin söyledikleri ile de örtüşüyor. Şöyle ki: Brzezinski, Ankara’dan başlayarak Kafkaslardan Çin’e uzanan geniş bir “balkanlaşma” haritası çiziyor ve buralarda demokrasi olmaksızın –büyük ölçüde mevcut durumu koruyarak- bir yeni “siyasi istikrar” statükosu öneriyor. İşte bu, neoconların ve onların yerli temsilcisi ulusalcıların ikinci şansı. Türkiye’deki darbelere karşı geliştirilen ve demokratikleşme doğrultusunda giden süreci, İsrail’in ve onunla işbirliği yapan “derin” unsurların boğmaya çalıştığını biliyoruz. Ama boğulmak istenen sadece Türkiye’deki demokratikleşme süreci değildi kuşkusuz. Asıl mesele Afganistan’a kadar uzanan bir Ortadoğu’nun Brzezinski’nin yeni tezlerine göre yeniden yapılanması meselesi idi. Yani Afganistan’da kontrollü bir Taliban, Türkiye’de bir Kürt sorunun çözülme aşamasından dönerek yeni bir çatışma denklemine girmesi, dolayısıyla baskıcı bir rejimi destekleyecek bir Kürt sorunu. Havuç ve sopa politikaları ikileminde denetim altında bir İslâmi hareket çemberi. Aynı zamanda, ulus-devletler arasında, gerektiğinde ABD’nin araya girerek yatıştıracağı gerilim politikaları. İsrail-Türkiye ve Türkiye-Irak-İran gerilimlerinin ve tabii ki Yunanistan-Türkiye itişmesinin devam ettirilmesi. Şimdi Türkiye ve Yunanistan bu politik hattı terk etti. Yalnızca İsrail, yeni neocon politikalarına uygun olarak gerilim politikasını sürdürüyor.
Yeni neocon politik hattı, soğuk savaş geriliminin ABD’nin denetleyeceği ulus-devletler üzerinden devam ettirilmesine dayanmaktadır. Brzezinski, bu ulus-devletlerin bölgesel olarak güçlenmesine göz yumulmasını da önermektedir. Ona göre, Bush yönetimi bu anlamda hem ekonomik hem de siyasi olarak çok ciddi hatalar yapmıştır.
Bugün Türkiye’de, bırakın ırkçı sağı ve artık nasyonal-sosyalist parti olan CHP’yi, kendisini “sosyalist-sol” zanneden birçok yapı bile, farkında olmadan Brzezinski’nin yeni ulus-devletçi neocon politikalarını savunmaktadır.
Brzezinski, bugün ulus-devlet siyasetinin emperyal temsilcisi olan neoconların ancak Bush dönemi politikalarından vazgeçerlerse, bir ikinci şanslarının olabileceğini söylüyor. Aslında tam burada Fukuyama’nın “Tarihin Sonu”nda belirttiği, insanlığın son durağı “liberal demokrasiye” nasılsa ulaşacağı ve burada ABD’nin birtakım rezervlerinin –yani toleranslarının- olması gerektiği tezini de hatırlamak gerek. Neoconlar, Fukuyama’yı dinlemek yerine, “medeniyetler çatışması” diyen Huntington’u dinlediler . Huntington’un tezi, kapitalizmin küresel bir sistem olarak inşa edilmesinin tek yolunun kaçınılmaz bir medeniyet “hesaplaşması” olduğu üzerine kurulur. “Bu çatışma nasılsa olacak, o zaman bir an önce olsun; işgal edelim ve yıkıp yeniden, nasıl gerekiyorsa öyle yapalım.” Ulusalcı-neoconların Bush dönemindeki telaşı ve tezi buydu. Ama bu telaş pek işe yaramadığı gibi, ters tepti. Zaten, Fukuyama’nın tezini eğer kapitalizmin bundan sonra küresel, sınırsız bir sistem olarak var olacağı şeklinde okursak, Fukuyama haklı, küreselleşmenin ve onun modernizminin hâkimiyetinin, uygarlıkların zorla yok edilerek sağlanacağını –örtülü olarak- söylemeye çalışan Huntington ise haksızdı. Brzezinski, tam buradan hareket ederek, neoconlara yanlış yaptıklarını anlatıyor.
MISIR’DAN SONRA SIRA TÜRKİYE’YE GELECEK
Asya balkanlaşmasını, ulus-devletler üzerinden kontrol etmek ve küresel krize de dayanarak örtülü bir içe kapanma dönemi geliştirmek, Obama iktidarına karşı strateji geliştiren, demir-çelik, silah, petro-kimya gibi geleneksel kontrol sanayilerinin siyasi temsilcilerinin yeni hedefidir. Mısır’da katliamlarla yeni bir statüko oluşturduktan sonra sıra Türkiye’ye gelecektir. Bunun güçlü işaretleri de vardır. Mayıs ayında başlayan süreç ve iktidarı, Başbakan’ı yalnızlaştırma projesi budur. Türkiye’de Kürt barışını boğmak, yeni Anayasa’nın yapılmasını önlemek ve Türkiye’yi ekonomik olarak yeniden IMF recetelerine, yağmacı tekelci sermayeye terk etmek için cepheyi genişletmekte, bunun için liberal çevrelerden, daha önce iktidarı desteklemiş çeşitli yapılara kadar olan çevreler üzerinde oyun oynamaktadırlar. Bu katliamın arkası Türkiye’dir.
Ama öte yandan artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bu katliamlar yeni, İslam’a dayalı bir demokrasiyi Ortadoğu’dan başlamak üzere hareketlendirecektir. Türkiye, eğer ki, süreci sağlıklı okursa daha da güçlenecek ve yeni bir Avrupa, Ortadoğu ve Ortaasya ve Afrika ile doğunun yüzyılı başlayacaktır.