Son devrin bilinen en önemli alimlerinden Mehmet Emin Er vefat etti. Başbakan Erdoğan, Mehmet Emin Er’i, tedavi gördüğü 29 Mayıs Hastanesi’nde ziyaret etmişti.
Doğu Anadolu’da din ve toplumsal hizmetleri ile tanınan Mehmet Emin Er vefat etti. 105 yaşındaki Mehmet Emin Er’i tedavi gördüğü Dikmen’deki Türkiye Diyanet Vakfı Özel 29 Mayıs Hastanesi’ne Başbakan Erdoğan da ziyaret etmişti.
Mehmet Emin Er Hoca’nın cenazesi, Cuma namazını müteakip Hacı Bayram Camii’nden kaldırılacak.
Osmanlı’nın son döneminde Diyarbakır’da doğan Mehmet Emin Er Hoca, Arapça, Farsça ve Türkçe’nin yanı sıra ana dili olan Kürtçe biliyor. Tamamı Arapça’dan oluşan ve evinde büyük bir kütüphane şeklinde külliyata sahip olan Emin Er Hoca, Arapça olarak eserler kaleme alacak kadar da Kur’an lisanına hakimiyetiyle biliniyor.
BAŞBAKAN ERDOĞAN DA ZİYARET ETMİŞTİ
Başbakan Erdğan, 18 Ocak’ta Dikmen’de bulunan Türkiye Diyanet Vakfı Özel 29 Mayıs Hastanesi’nde tedavi gören 105 yaşındaki islam alimi Mehmet Emin Er’i ziyaret etmişti.
Erdoğan’ın Mehmet Emin Er Hoca’nın ziyaretine Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de katıldı. Başbakan Erdoğan’ın Mehmet Emin Er ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden tanıştığı, Görmez’in de, Er’in öğrencisi olduğu öğrenildi.
MEHMET EMİN ER HOCA KİMDİR?
Muhammed Emin Er Hocaefendi, Zülfügül lakabını taşıyan Hacı Zülfikâr‘ın oğlu olup, milâdî 1914, hicrî 1332 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı başlangıcında Diyarbakır’ın Çermik kazasının Külüyan (yeni ismi Kalaş)köyünde doğdu. Soyadı kanunundan önce ailesi “Miryânî” olarak bilinirdi. “Er” soyadı “miryân”ın tekili olan “mîr”in tercümesidir. Henüz dört-beş yaşlarındayken annesi Havva hanım vefât etti.
Babası zengindi, âlimleri çok severdi. Bu sebeple çocuklarının da okuyup âlim olmalarını çok arzu ederdi. Bu amaçla çocuklarına ders vermesi için bir hoca getirdi. Hocanın bütün masraflarını karşıladı. Daha sonra hocayı evlendirdi ve bir bağ satın alıp kendisine hibe etti. Ayrıca ona bütün ihtiyaçlarını karşılamayı taahhüt etti. Kendisi ve büyük kardeşi Ali, bu hocadan Elifbâ okumaya başladılar. Ancak Elifbâ bitmeden babası vefât etti. Üvey annesinin sonra da ağabeyinin yanında yetim olarak kaldı. Bu esnada kendi ailesinin keçilerine çobanlık yaptı. Çobanlık yaparken yazı yazacak kağıt ve kalem olmadığından düz satıhlı taşlar üzerine yine taşlarla yazı yazmaya çalışırdı. Böylelikle Osmanlıca alfabeyi sökerek okumayı öğrendi. Kendi kendine okumayı öğrendiği için insanlar onun için “Hızır ona uykuda ders veriyor” derlerdi.
İlme olan hırsından ve merakından dolayı, kendisine Kur’ân okumayı ve ilim öğrenmeyi nasîb etmesi için ağlayarak Allah’u Teâlâ’ya yalvarırdı. Her fırsatta kendisinden faydalanabilecek bir ilim sahibi olduğunu duyduğu insanların peşinden koşardı. Hatta bu maksatla seferî hükmüne girip namazı kısaltmanın câiz olacağı mesâfelere bile giderdi. Bu gayretleri sonunda mektup yazabilecek ve Osmanlıca kitapları okuyabilecek hale geldi. Arap dili ve ilimlerine gelince bu ilimlerde bilgi sahibi olan kimseler o memlekette zaten yoktu.
Bununla birlikte o sıralar bir de İslamî harfler yürürlükten kaldırıldı. Kur’ân ve İslamî ilimleri ögrenmek yasakladı. Öyleki hiç kimse kendi evinde bile olsa çocuklarına Kur’ân öğretemiyordu. Bu nedenle Suriye’ye gidip İslamî ilimleri öğrenmek için memleketini terkederek yola çıktı. Gaziantep’e gitti. Ancak oradan Suriye’ye geçme imkânı bulamayınca Adana’ya gitti. Oradan İstanbul’a ve Bursa’ya gitti. Daha sonra tekrar Adana’ya döndü. Yedi sene devam eden seferleri boyunca çeşitli hizmetlere girdi. Rüyâda Hızır (a.s.)’ın işâreti üzerine sıla-ı rahim niyetiyle memleketine döndü. Kısa bir müddet sonra tahsil için Suriye’ye sefer etti. Suriye’de bir müddet ilim tahsilinde bulunduktan sonra geri dönüp tahsiline Türkiye’de devam etti.
İlim tahsiline başladığında 25 yaşında idi. Memleketinde İslamî eğitimde takip edilen usûl gereği Sarf ilmini öğrenerek tahsile başladı. Sonra Nahv, Mantık, Vad, İsti’âre, Edebü’l-bahs ve’l-münâzara, Beyân, Meâ’nî, Bedi’, Usûlu’d-din, Usulu’l-fıkıh ve Kelâm ilimlerini tahsil etti.
Bir yandan medresede okutulan bu on iki ilmi öğrenirken, diğer yandan Fıkıh, Tefsir, Ferâiz, Tecvid gibi diğer ilimleri de öğrendi. eş-Şeyh Muhammed Ma’şûk b. Şeyh Muhammed Ma’sûm’dan (ki kendisi Abdurrahman et-Tâğî’nin torunudur) bu ilimlerin hepsinde 1950 yılında icâzet aldı. Kendisinden bu ilimleri bir çok talebe okudu ve icâzet aldılar.
Ayrıca, tasavvufta muhtelif mürşidlerin terbiyesinden geçti. Amelî icâzetini (halkı irşad izni) merhum Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’den aldı.
Kendisi Saîd Nursi Hazretleri ile de 1951 yılında Isparta’da görüşmüştür. Üstad Saîd Nursi onu has talebelerinden kabul ettiğini ve on beş gün misafir etmeyi arzu ettiğini ancak tarassut altında olduğu için bunun mümkün olmadığını, bundan dolayı memleketine hemen geri dönmesine izin verdiğini ancak eğer yolda ondan sorulursa ziyarete değil ticarete geldiğini söylemesini kendisine ifâde etmiştir.
İlim tahsilinden sonra hayatı boyunca ders verme, imamlık, vâizlik, tebliğ ve İslam’a davet gibi hizmetlerle meşgul oldu.