Star gazetesinde Yalçın Akdoğan’ın “FETÖ’nün siyasi hamisi Kılıçdaroğlu’na cevabımdır” başlıklı yazısı şöyle:
FETÖ ile mücadelenin kızıştığı dönem 2013’ün sonlarıdır. Dershane tartışmalarının gündemde olduğu o günlerde FETÖ’cüler bir kara kampanya başlattılar. Taraf gazetesi ‘Gülen’i ve cemaatleri bitirme planı’ diye bir haber yaparak, 2004 MGK’sında alınan kararlarla cemaatlerin dinlendiğini, fişlendiğini ve bunların bitirilmesiyle ilgili gizli çalışmalar yürütüldüğünü iddia etti.
17 Aralık yargı darbesinden birkaç hafta önce başlayan bu kampanyanın amacı tüm cemaatleri hükümete karşı kışkırtmak ve yapılacak darbeye destek devşirmekti.
Nitekim Gazeteci ve Yazarlar Vakfı da bu iddialara sert tepki göstererek cemaatleri tahrik etmeye, AK Parti’yi adeta 28 Şubatvari bir faaliyetin içindeymiş gibi göstermeye çalıştı. Bu iddialara karşı bazı hükümet üyeleri bu konuda bir faaliyet olmadığını, şekli bir durum sözkonusu olduğunu açıkladılar. Ben de o dönemde bu kara kampanyaya karşı bu kararların ‘yok hükmünde olduğunu’ söyledim. Yani bu açıklamalar FETÖ’yü korumak için değil, FETÖ’nün saldırılarına karşı hükümetin özgürlüklerden yana olduğunu vurgulamak içindi. 17 Aralık darbesine zemin hazırlamak yürütülen algı operasyonuna karşı AK Parti’nin kendisini savunmasından daha doğal bir durum olamazdı.
Sayın Kılıçdaroğlu bu sözü sürekli gündeme getirerek bir çarpıtmanın içine giriyor.
Oysa Kılıçdaroğlu tam da tartışmanın olduğu o günlerde (Aralık 2013’te) Washington’da FETÖ’cülerin derneği olan TAA’nın ofisine gidiyor, FETÖ’nün farklı kurumlarının temsilcileriyle özel bir toplantı yapıyordu. Yani bir yandan hükümeti eleştiriyor, diğer yandan FETÖ’cülerin değirmenine su taşıyordu.
Gerçekten de CHP’nin paralel yapı FETÖ ile dansı geçmişten bu yana çok ilginç ve ironik görüntüler oluşturmuştur. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ anlayışıyla gelişen bu ilişki 2014’teki yerel seçimlerde ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, 2015’teki milletvekili seçiminde de kendisini göstermiştir.
Kılıçdaroğlu FETÖ’nün hükümete karşı yürüttüğü psikolojik harekâtın adeta sözcüsü gibi davranmıştır.Erdoğan’ı devirmek isteyen FETÖ’cüler dünya genelinde ‘Otoriterleşme, Putinleşme, diktatörleşme’ gibi kavramlar üzerinden kara kampanya yürütürken, bunun içerideki siyasi sözcülüğünü Kılıçdaroğlu yapmıştır.
Bugün mahiyeti daha iyi anlaşılan ve FETÖ’cülerin hükümeti devirmek için giriştiği Gezi olayları, 17 Aralık yargı darbesi gibi hamlelerde siyasi ayağı ve savunuculuğu hep Kılıçdaroğlu çekmiştir.
FETÖ’nün kaset kumpasından sonra göreve gelen Kılıçdaroğlu uzun zaman bu diyet borcunu ödemek için çırpınıp durmuştur. O dönemde Nedim Şener CNNTürk’teki bir programda CHP ile cemaatin çok yakın işbirliği içinde olduğunu, insanın hiç değilse Balbay ve Cihaner’den utanması gerektiğini söylüyor, “Nerdeyse Kemal Kılıçdaroğlu’nu da sanık yapacaklardı Oda Tv davasında, Gürsel Tekin’in zorla ifadesi alındı” diyordu.
Hükümet FETÖ ile 2012’den itibaren birçok alanda mücadele yürütürken attığı her adımda karşısına dikilen yine CHP olmuştur. Bu kirli ve habis örgütün devleti devirmesini engellemek için çıkarılan yasalar, alınan tedbirler, geliştirilen koruma mekanizmaları hep CHP’nin direnciyle engellenmeye çalışılmıştır.
CHP sözcüleri FETÖ’nün ellerine verdikleri bilgilerle siyaset yapmışlar, adeta paralel yapı üflemiş onlar oynamıştır. FETÖ’nün gazete ve televizyonları önünde vücudunu siper edenler de bu sözcülerdir.
5 Mart 2014’te Yenişafak’ta ‘CHP kendi eceline koşuyor’ başlıklı yazımda bu çarpık ilişkinin CHP’ye zarar vereceğini anlatmış ve CHP’yi geçici menfaat için bu örgütle işbirliğine girmemesi konusunda uyarmıştım.
15 Temmuz darbe girişimine tepki gösteren CHP’nin kısa sürede ‘mağduriyet edebiyatı’ üzerinden FETÖ’cülerin hamiliğine soyunmaya başlaması bu çarpık ilişkinin yeni bir kulvara girdiğini göstermektedir.