Kürt devrimi halksız olur mu?
Kim yazmıştı, hatırlamıyorum… Türkiye’deki devrimleri incelemek üzere ülkemize gelen yabancı bir bilim heyeti, bir süre sonra “şaşırarak” bir gerçeğin farkına varmış: “Devrim yapmakla övünüyorsunuz… İyi ama bu devrimlerde halk nerede?”
Halk yok…
Birinci Meşrutiyet ve İkinci Meşrutiyet diye kodlanan devrimlerden başlayarak, bütün devrimlerimiz, yukarıdan aşağıya, dayatmayla, kolpayla, tehditle, silah zoruyla gerçekleştirilmiş.
Buna devrim değil, “kadro kalkışması” deniyor…
Mesela, büyük devrimci (!) Mithat Paşa, anayasa önerisiyle, Padişah’ın yetkilerini sınırlandırmaya çalışıyordu ama Padişah’a tanınan “azil” yetkisine dokunamıyordu… Yaptığı, “saray” ve “bürokrasi” etrafında bir masuniyet alanı oluşturmaktı. Kim kimin bileğini bükerse… Önce Mithat Paşa’nın bileği büküldü. Sonra Padişah’ın… Büyük Türk düşünürü Yılmaz Özdil’in de belirttiği gibi, “gücü olan dayattı” ve buradan nur topu gibi Meşrutiyet devrimimiz doğdu
Bunu yıllarca “büyük devrim”, “hürriyetçilik”, “anayasacılık” diye okullarda okuttular…
İnkılap tarihçileri kızacak ama Mustafa Kemal’in devrimlerinde de halk yoktur.
Birinci Grup, kimseye sormadan, “halk” adı verilen kara kalabalıklara danışmadan, üstelik o kara kalabalıkların temsilcisi sayılan İkinci Grubu tasfiye ederek, adeta gece yarısı baskınıyla Cumhuriyeti ilan etmiş, ardından devrimleri gerçekleştirmişti.
Dolayısıyla, Cumhuriyet devrimlerinin arkasında da halk yoktur.
Ne vardır?
Birinci Grup, ordu ve “İstiklal Mahkemeleri…”
Bu cümleden olarak, 27 Mayıs 1960 darbesi de yıllarca “devrim” diye pazarlandı… Hatta, bu devrimi (!) eleştirenler,Anayasa Mahkemesi eliyle cezalandırıldı.
Peki, nihai hedefi halkı ayaklandırmak ve “Kürt devrimini” gerçekleştirmek olan PKK, silahla, dayatmayla, terörle üstünlük kuramayacağına göre, bu işi “halksız” nasıl yapacak?
Mebzul miktar Türk devriminden ağzı yanmış Müslüman Kürt halkı, bir kadro kalkışması olacak, başka da bir işe yaramayacak bu “modernist” numaralara “evet” diyecek mi?
HAMİŞ
-BİR– PKK nasıl bir örgüttür? Başyazar Ahmet Altan, tali yazar Yıldıray Oğur’un yazılarını okuyor mu?
Dünkü 846. Recep Tayyip Erdoğan yazısında, iktidar partisini “Kürt haklarının inkarcısı” ilan etmiş ve Türkiye’de başlayacak Arap Baharı’nın PKK eliyle olacağını söylemiş…
Hele, “1925 model ne mutlu Türküm diyene anlayışını milyonlarca Kürde kabul ettiremezsiniz” diye bir ifadesi var ki, insanın “Bu Ahmet Altan nerede yaşıyor? Türkiye’deki gelişmelerden hiç mi haberi yok?” diyesi geliyor.
Cehalet ve önyargı kokan bir yazı… Öyle “sanayi sonrası devrim”, “aşağıdan yukarıya değişim dalgaları”, “Fransız Devrimi” filan gibi laflar kurtarmıyor. Emre Kongar gibiler de kullanıyor bu kavramları. Ne oluyor sanki? Ortadaki cehaleti gidermeye yetiyor mu?
Habermas’tan, Weber’den, Şerif Mardin’den, şundan bundan geçtik, Ahmet Altan’ın biraz Yıldıray Oğur okumaya ihtiyacı var.
-İKİ– Altan ailesinin sinirleri iyice bozuldu… “Şurada haksızsın, burada yanılıyorsun, o öyle olmayacak” demiyorlar, sinik bir saldırganlığı tercih ediyorlar. Sanem Altan, babası hakkındaki eleştirilerime dün Twitter’da “lan”lı “lun”lu ifadelerle karşılık vermiş. Ayıp etmiş.
Severim Sanem’i… İncinmesini istemem. İyi bir kalemdir. İyi bir insandır. Ben de kız babasıyım, bilirim bazı“hassasiyetleri” ve “kırılganlıkları” ama kusura bakmasın, babasının durumu tam da yazdığım gibi.
-ÜÇ-Ayşe Arman’a ev ödevi: Hakkındaki yazıyı bir hafta boyunca sabah, öğlen ve akşam olmak üzere günde üç öğün okusun. Bakalım yine anlamayacak mı?
AHMET KEKEÇ/STAR