Sabah gazetesinde Fahrettin Altun’un “Böyle buyurdu Ece!” başlıklı yazısı şöyle:
İki yazı.
Biri New York Times’ta, diğeri Newsweek’te yayınlandı.
Birinin yazarı Türkiye vatandaşı.
Adı Ece.
Diğeri İngiliz vatandaşı.
Adı Mubaraz.
Her ikisi de geçen hafta gerçekleşen o elim terör saldırısını konu edinmişler.
Ece “yayın yasağı”ndan şikâyet ederek başlamış yazısına.
Yayın yasağıyla hükümetin sadece tartışma ve haberleri engellemediğini, aynı zamanda halkın duygularını da bastırdığını söyleyerek devam etmiş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere devlet yetkililerinin halka “panik olmayın, sorgulamayın” mesajı verdiğini, sadece “dayanışma” duygusuna müsaade edildiğini belirtmiş.
Bunlar “vurucu tespitler” kısmı.
Mutat olduğu üzere “öldürücü darbe” yazının gelişme bölümünde indirilmiş.
Ece’ye göre devletin halkı böylesi duygusal bir cendereye alması teröre alışılmasını ve şiddetin sıradanlaşmasını beraberinde getiriyormuş.
Havalimanı hemen çalışmaya başlamış, dahası oradaki insanlar da bu terör saldırısını konuşmak istemiyor, hemen unutmaya çalışıyormuş.
Ece tam da burada devreye giriyor.
Ve bu sıradanlaşmanın bu unutma isteğinin iç savaştan hemen önceki aşama olduğu mesajını veriyor bize.
Nakavt!
Hayatın durmasını mı, yoksa akmasını mı?
Medyadan korku pompalanmasını mı, yoksa dayanışma ve birlik mesajları verilmesini mi?
Neyse işte, Ece Temelkuran New York Times’a yazmış.
Önemli olan, medya sosyetesi içinde haber değeri olan bu.
Bir de sadece başkaldırı romantizminden izler sunmamış, tanıklıklarını da yazmış Ece.
Bizzat Atatürk Havalimanı’ndaki tanıklıklarını.
Terör saldırısından 30 saat sonra gitmiş havaalanına.
Ne mi arıyormuş orada?
Berlin’e gidiyormuş canım.
Ne yani gitmesin mi, hayatı dursun mu, ölenle ölsün mü?
Atatürk Havalimanı’ndaki terör saldırısından sonra yorumcu ve uzmanların derhal suçlayabilecekleri birini bulma arayışı içine girdiklerini, ne var ki bu tutumun Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı gerçek terör tehdidinin görmezden gelinmesine neden olduğunu belirtmiş. Türkiye’nin hem PKK’ın hem de DAİŞ’in saldırılarını bertaraf etmek durumunda olduğunu, ABD ve İngiltere’nin her ikisini de terör örgütü olarak görmelerine rağmen Türkiye’yi bu terör örgütleriyle mücadelesinde desteklemediklerini, onunla duygudaşlık kurmadıklarını ifade etmiş.
Brüksel ve İstanbul havalimanları saldırılarına iki farklı cevap verilmesini eleştiren Mubaraz Ahmed, Türkiye’nin aşırılıkçı gruplarla mücadelede uluslararası işbirliklerine açık olduğunu söylemiş. Bununla birlikte bir NATO üyesi olmasına rağmen Belçika ve Fransa’ya verilen uluslararası desteğin Türkiye’den esirgendiği tespitini yapmış. Mubaraz Ahmed son olarak, bölgesel güçlerle ilişkilerini iyileştiren Türkiye’nin Batı dünyasının eleştirisine değil, desteğine ihtiyacı olduğundan dem vurmuş.
Türkiye bütün dünyaya terörle dizayn edilemeyeceğini göstermiş durumda.
Umalım bunu bir an önce içerideki kifayetsiz muhterisler de görür.