MEDYAGUNDEM.COM- Takvim gazetesi geçtiğimiz gün Başbakan Erdoğan’ın AK Parti milletvekilleri ile yaptığı toplantıda Hürriyet yazarı Taha Akyol’un Ankara’da Aydın Doğan için iş takibi yaptığını söylediğini, gerekirse bunun belgelerini de ortaya koyabileceğini gündeme getirdi.
Taha Akyol da bugün yazısının sonuna düştüğü notta “iş takipçisi” olmadığını iddia etti.
Akyol, “Başbakan, benim Doğan Grubu’nun iş takipçisi olduğumu söylemiş! Ben; Başbakan’dan, bakanlarından, genel müdürlerinden, belediye başkanlarından, iktidarla ilgili hiçbir makamdan Doğan Grubu’nun ticari işleriyle ilgili hiçbir talepte bulunmadım, hiçbir görüşme yapmadım.” diye yazdı.
İŞTE BELGESİ
Başbakan Erdoğan’ın belgesini göstermeye gerek kalmadan Taha Akyol’un “iş takipçiliği” yaptığının kanıtı ortaya çıktı; hem de bir gazete yazısıyla.
Sabah gazetesi yazarı Sevilay Yükselir 3 Nisan 2009 tarihli yazısında Taha Akyol’un iş takipçiliğine nasıl tanık olduğunu anlatmıştı.
İşte o yazı:
Sıkıntıdaki Doğan Grubu yöneticilerinden SPK’ya yakın markaj!
Ancak az sonra hemen yanı başımda Akyol’un, kendisinden epeyce genç iki kişiye o TV programlarından bildiğimiz üslupla taktik verdiğini duyuyorum: “Bu fırsatı iyi değerlendirmek lazım!”
Gazetecilik merakı tabii. Soruyorum kendi kendime; “Hangi fırsat? Kim bu adamlar?” O dakikadan sonra habercilik refleksime engel olamıyorum! Koku işte…
Haberin kokusu… Uzatıyorum iyice kulaklarımı heyecanla. “Haklısınız Taha Bey. Olayları doğru anlatmak lazım” diyor bir ses. Kısa bir süre önce Gelirler İdaresi Genel Müdürü Mehmet Akif Ulusoy‘la telefonda yaptığı pazarlık kayıtları internete düşüp, ortalığa saçılan Doğan Yayın Holding CEO’su Soner Gedik . İkilinin arasına Aydın Doğan‘ın oğlu gibi sevdiği damadı Mehmet Ali Yalçındağ giriyor: “Aman hata yapmayalım!”
Bu işin sonunda haber var!
Gözümde güneş gözlükleri, gazeteyi yüzüme kapamışım pür dikkat aralarındaki konuşmanın kodlarını çözmeye çalışıyorum fakat canım mekândaki tek gazeteci ben değilim ya! Kahretsin ki fark ediyor Taha Akyol benim bu meraklı halimi ve yanındakileri uyararak derhal uzaklaşıyorlar yakınımdan.
Ama olsun. Kader bizi Ankara’ya birlikte uçurmak için örmüş bir kere ağlarını. Kaldı ki içimdeki o meşum ses, “Sevilay sakın bırakma bu üçlünün peşini. Seni güzel bir final bekliyor!” diyor durmadan. O sese kulak vererek bir an olsun gözümü ayırmadan amansız takibe devam ediyorum. Uçağın tekerlekleri Esenboğa pistlerine değdiği anda zıplıyorum ayağa. Çünkü ekip business class yolcusu, biz her zamanki gibi ekonomide seyir halindeyiz.
Onlar önde ben arkada çıkış yapıyoruz dışarı, hemen telefonumu açıp, Ankara büronun yolladığı aracın sürücüsüne ulaşmaya çalışıyorum.
Heyecan dorukta. Patron olmanın ayrıcalığı işte. Ekip çıkar çıkmaz atlıyor simsiyah konforlu Mercedes’ine.
Görmelisiniz. Nasıl bir hayıflanmak, nasıl bir dövünmek halleri bende.
Tam “Bitti Sevilay. Kaçırdın belki de büyük bir işi” dediğim anda ulaştırma dehası Yüksel yetişiyor imdadıma. Soluk soluğa bir çırpıda anlatıveriyorum derdimi. Yok böyle bir yetenek, yok böyle bir sürüş tekniği! Yüksel basıyor gaza. Ama nasıl bir dikkat!
“Gittiler ya! Kaçırdık Yüksel” diyorum ama bizim aslan parçası Yüksel umudunu yitirmiyor. Yine basıyor gaza…
İstikamet SPK
Çok değil, 10. kilometrenin sonunda Mercedes’i yakalıyoruz. Amansız takip başlıyor! Burun buruna. Belli ki aceleleri var. Saatin 11 olmasına da 7 dakika…
“Bunlar Ankara’daki bürolarına gidiyor olmasınlar Sevilay Hanım. Çünkü o yöne doğru yöneldiler” sözleriyle beni yaşama olasılığım yüksek hayal kırıklığına hazırlamaya çalışıyor Yüksel.
“Kendi bürosuna giden adam ne diye böyle acele etsin? Bir yere yetişmeye çalışıyorlar. Ama mühim bir yere” diyerek ayağını gazdan çekmemesi için telkinlerime devam ediyorum “kaptan pilotuma.”
Az sonra müjdeli haberi veriyor: “Yok. Bürolarını geçtik. Galiba RTÜK’e gidecekler!”
Biraz sonra ise Mercedes yavaşlıyor, başlıyor sağ sinyalini yakmaya…
Yüksel bombayı patlatıyor:
“Sermaye Piyasası Kurulu’na giriyorlar Sevilay Hanım!”