MEDYAGUNDEM.COM- Gezi kalkışmasında karşımıza çıkan özellikle medya ittifakının neden gazeteci Yıldıray Oğur’dan nefret ettiğini anlamanız için bugün Türkiye gazetesindeki yazısını okumalısınız.
Gezicilik denilen kimliğin ne menem birşey olduğunu sanırız kimse böyle iyi analiz edemezdi.
Gezicilik denilen şeyin aslında salt şiddet ve şiddetin dönüştürücü gücüne sığınan bir çaresizlik olduğunu çarpıcı bir yazıyla kaleme aldı Oğur.
Yazısında Gezi kalkışmasında parçalanan bir canlı yayın aracı önünde poz veren gazetecilere de gönderme yaparak, şiddetin bu yolla estetikleştirildiği ve meşrulaştırıldığının altını çizdi.
İşte yazısı:
KISSINGER’A MAL EDİLEN SÖZ ÇEVİRİ HATASIYDI
70’lerin başında Mao’nun yardımcısı Çu En Lay’a sormuşlar: “Fransız Devrimi hakkında ne düşünüyorsunuz?” Cevap: “Konuşmak için henüz erken!”
Hikâyenin dayandırıldığı Henry Kissinger’in On China kitabıyla öğrendik ki aslında adam böyle bir şey dememiş, her şeyin sebebi bir çeviri hatasıymış, konuşmak için erken dediği de bir iki yıl önceki 68 Paris Olaylarıymış…
Gezi Ayaklanması hakkında soğukkanlı bir konuşma için ise henüz çok erken. 200 yıl kadar olmasa da gerçek bir hesap dökümü için uzun yıllara ihtiyaç var. Çünkü üzerinden geçmeden karşımızda artık pek çok kişinin hayatının anlamını bulduğu bir milat, en ufak eleştirinin tekfir nedeni olduğu new age “din” var…
ERDOĞAN VE AKP NEFRETİYLE TEK KİMLİK HALİNE GELEN GEZİCİLİK
Bir yıldır tek referans noktası, ne yapmalı denince akla gelen tek şey, her türlü sanat olayının tek ilham kaynağı, magazin dergilerine röportaj veren Best model kökenli dizi oyuncularına bile “hınzır” aşk sorularından sonra sorulan şey Gezi…
Bütün ideolojilerin yaşam tarzı ideolojisi karşısında hükümsüz kaldığının, siyasi farklılıkların kültürel benzerlikler tarafından yutulduğu, Türk Solu’ndan liberallere uzanan büyük bir hat içindeki herkesi bir ortak siyasi projede aynılaştıran total kimlik Gezicilik. Erdoğan ve AKP nefretinin siyasi cazibesiyle cezbeye gelmişler için o farklılıkların artık bir hükmü de yok. Partisini CHP’lileşmekle suçlayıp ayrılan MHP’li Mansur Yavaş’ın CHP’den Ankara belediye başkanı seçilmesine ümitlerini bağlamış bir devrimcinin bir liberalin çaresizliği karşısında dünyanın hiçbir ideolojisi, külliyatı ne söyleyebilir.
DURUMUN NE KADAR VAHİM OLDUĞUNU GÖSTEREN ÖRNEK
Şehirli, eğitimli, beyaz yakalılar dünyasına giriş şifresi.
Durumun ne kadar vahim olduğu geçen haftalarda İstanbul’da görülen Gezi Ayaklanması’nın ilk can kayıplarından biri olan Mehmet Ayvalıtaş davasında yaşandı. 2 Haziran gecesi İstanbul Ataşehir’deki protestolar sırasında arkadaşlarıyla otobanı trafiğe kapatmaya çalışan SODAP üyesi 19 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş, ani fren sonucu meydana gelen zincirleme kazada bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetmişti. Tutuksuz yargılanan 19 yaşındaki üniversite öğrencisi sanığın avukatı mahkemede müvekkilinin duruşmalardan vareste tutulması talebini şöyle savundu: Müvekkilim de Gezi olaylarına destek veren bir üniversite öğrencisidir.
Bir Gezicinin ölümüne sebep olunca bile işe yarayabilecek, şoförün AKP’li çıkmamasının kaza ihtimalini yükselttiği, masumiyeti ispat için kullanışlı olabildiği bir iyi hâl kâğıdı Gezicilik…
GEZİ’DEN GEZİCİLERE KALAN EN KÖTÜ MİRAS
Gezi’den Gezicilere kalan en kötü miras da bu. Hannah Arendt’in Devrimler Üzerine’de bahsettiği bütün devrimlerin devrimcilere bıraktığı ağır hasarın aynısı. Konuşmayı ve siyaseti bitiren halledilmesi her şeyin üstündeki bir esas meselenin keşfi. Kalabalık çarpması, dayanışmanın oluşturduğu aşırı özgüven, en ufak bir çiziği bile kaldıramayacak bir haklı olma heyecanı, bütün insanlığı, iyiliği kendinde bulup, bütün kötülükleri hasıma yükleyen vicdan çarpılması, karşı tarafı insani olmaktan çıkarıp ona karşı her şeyi mübah hale getiren bir insansızlaştırma, eğilip bükülmeyi ayıp sayan bir çelik iradeleşme… Aynı vasıfların bir kısmının iktidarda da sirayet etmesi şaşırtıcı değil.
GEZİ’NİN ALAMETİ FARİKASI ŞİDDETTİ
Ama Gezi’nin alameti farikası bunların hiçbiri değildi. Esas fark meydana getiren, direniş kelimesinin bütün tarihsel mirasıyla üzerine kadife bir şal gibi örtüldüğü şiddetti. Her türlü orantısız zekânın sergilendiği bir sokak gösterisinin asla yapamayacağı o etkiyi yapan da köprülerden yürüme, otoyolları kapatma, meydanları işgal etmeyle bir olağanüstü hâl ve bunu götüren şiddetti. İktidarı korkutan, çaresiz bırakan o zekâ dolu espriler değil, olağan hayatın olağanüstüleştirilmesiyle ortaya çıkan kitlesel şiddetti.
ŞİDDETİN ESTETİKLEŞTİRİLMESİ, MEŞRULAŞMASI
Yayınları beğenilmeyen kanalların araçlarını, belediye otobüslerini yakıp parçalayarak önünde üzerine fotoğraf çektirmeyi bir kıvanç ve hatıra vesilesi yapan, küfrü bir gülmeceye çeviren de şiddetin estetikleştirilmesi, normalleşmesi, meşrulaşmasıydı.
Birinci yıldönümünde Gezicilerin elindeki en büyük güç yine şiddet, yine direnmek… Kullanırlar, kullanmazlar. Ama ellerinde iktidarı sarsacak en büyük koz yine barikatlar, yine yolları kapatmalar, yine köprüyü yürüyerek geçmeler, meydanları işgal etmeler, barikatlar arkasından başbakanlık ofisine yüklenmeler… Ve sonra her şeyi devletin şiddetine yıkıp hesap ödemeden mağduriyetleri de devşirip çıkmak…
ŞİDDETİN BÜYÜK DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜNÜ KEŞFETMİŞ BİR KALABALIK VAR KARŞIMIZDA
Bunun dışındaki her şey, ne kadar orantısız zekâ eseri de olsalar iktidarın göğsünde rahatlıkla karşılayacağı demokratik protestolar olarak kalırlar.
Şiddetin büyük dönüştürücü gücünü keşfetmiş bir kalabalık var karşımızda. 30 Mart sonrası siyasetten ümidi kesmek için de her şey mevcut. İçeriden ihanete uğrayan iktidar cephesini bu Brütüslük, bu cemaat fedailerinin büyük umutlar bağlanan tape’leri bile yıkamadı.
Gezi’den bugüne kalan en kötü miras siyasetsizliği, meşruiyet sınırları içindeki mücadeleleri yanında gülünç ve beyhude bırakan bu tadına bir kere varılmış yasak elmaydı. O direnişte hayatını kaybedenler üzerinden, sanki onlar da bu direniş çağrılarının, bu direniş stratejisinin içinde, o ağır havada hayatlarını kaybetmemiş gibi yeniden meşrulaştırılan, kutsallaştırılan, tek yol olarak görülen bir çaresizlik…
MOLOTOFLARA ATEŞLİ KOKTEYL MUAMELESİ ÇEKTİREN, HOLİGAN KÜFÜRLERİNDE SİYASİ DEHA ARAYAN ÇARESİZLİK
Elinde gazeteleri, köşeleri STK’ları, TV’leri, partileri, reklam ajansları, film stüdyoları, üniversiteleri olan toplumun kaymak tabakasını, sesi çok çıkanları, entelektüel iktidarı elinde bulunduranları, demokrasi dışı yollarla direnmenin makul bulunduğu bir savrulmaya sürükleyen, ‘Molotof’lara ateşli ‘kokteyl’ muamelesi çektiren, holigan taraftarların küfürlerinde, ergen esprilerinde siyasi deha aratan bir çaresizlik bu…
“Her ağacın kurdu özünden olur” derler. Bu ağacı bir yılda kemiren de özündeki bu kurt oldu.
Yine de bir yıl sonra konuşmak hâlâ zor ve henüz çok erken…
bunları gözünüzde çok büyütmeyin, kendi bataklıklarında boğuluyorlar. Bize gereken ancak mü’min duruşu
Gezi olaylarinda herkese Fetih suresini okumalarini soyluyorlardi!!! bizde anlam veremiyorduk neden Fetih suresi diye? meger bunlar yapiyorlarmis, hainler bu hesabi nasil vereceksiniz 1,5 milyar muslumana…