MEDYAGÜNDEM- Malatya’dan havalandıktan bir süre sonra Hatay’ın güneybatısında deniz üzerinde Suriye tarafından düşürülen Türk askeri uçağındaki pilotların bulunması için yoğun çaba gösterilirken, Suriye’nin “tahrik dolu” hamlesi bölgede gerilimi tırmandırdı.
Tüm bu sıcak gelişmeler bir yana Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hava şehitlerinin mezarının Suriye’nin başkenti Şam’da olduğunu biliyor muydunuz?
Şam’daki Selahattin Eyyübi Türbesi’nin hemen yanında bulunan küçük mezarlık, 1914 yılında İstanbul’dan yola çıkarak Kahire üzerinden İskenderiye’ye ulaşmayı hedefleyen 2500 km’lik bir uçuş denemesi sırasında düşen iki uçakta hayatlarını kaybeden ilk Türk hava şehitlerine ait.
Mezarlığa önce Fethi Bey ve Sadık Bey defnedilmişler; ardından ikinci ekipten Nuri Bey de uçağı Yafa’da Akdeniz’e düşüp hayatını kaybedince, onun da naaşı bu yere defnedilmiş.
Mezar taşları Arapça yazılmış olsa da, kaidelerinde Türkçe olarak soldan sağa “Üsteğmen Nuri 8 Mart 1914, Yüzbaşı Fethi 3 Mart 1914” ve” Üsteğmen Sadık 3 Mart 1914” ibareleri yer alıyor.
Özetle olayın tarihi şöyledir: Osmanlı askeri yöneticileri, imparatorluğun son dönemlerinde kaybettiği prestiji biraz olsun geri kazanmak, düşmanlarına korku salmak halkına moral vermek için havacılık konusunda kaydettiği ilerleme ve gelişmeyi gösterecek uzun menzilli bir uçuşa karar verir. O dönemde alınan en uzun uçuş mesafesi 400 km olduğu halde, bunu gösterebilmek için toplam 2500 km olan bir uçuş gerçekleştirilmesine karar verilmiş.
İstanbul’dan iki uçakla yola çıkılmasına karar verilir. İlk ekip, Muavenet-i Milliye adlı uçağı kullanan Deniz Yüzbaşısı Fethi Bey ve Üsteğmen Sadık Bey’den oluşmaktaydı. İkinci ekibin uçağının adı Prens Celalettin’di ve ekibi de Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey ile Üsteğmen Nuri Bey’den oluşmaktaydı.
Ekipler, Eskişehir, Afyon, Konya, Ulukışla, Adana, Halep, Humus, Beyrut, Şam, Kudüs, El-Ariş, Port-Said, Kahire ve İskenderiye’den oluşan toplam 25 saat ve 2515 km’lik bir güzergahı uçacaklardı.
8 Şubat 1914 günü sabahın erken saatlerinde, iki ekip de önemli devlet yöneticilerinin de katıldığı büyük bir uğurlama törenin ardından uçuşa başlar. İki ekip yaşadıkları pek çok olumsuzluğa ve zorlu uçuş saatlerine rağmen, Muavenet-i Milliye ekibi 24 Şubat 1914 günü Şam’a varmayı başarır. 6-7 dakika şehrin üzerinde tur attıktan sonra halkın sevgi gösterileri arasında uçak Merce Meydanı’na iniş yapar.
Burada 3 gün süren karşılama ve kutlama törenlerinin ardından 27 Şubat 1914 tarihinde uçakları yeniden uçuşuna başlar. Kudüs’e 80 km kaldığı sırada, şiddetli bir hava akımına kapılan uçakları Taberiye Gölü yakınlarındaki Küfrühar denilen bölgede kayalıklara çarparak düşer. Bu üzücü kaza sonucunda iki pilot da hayatını kaybeder.
İkinci ekip 27 Şubat 1914 tarihinde Şam’da Mezze Ovası’na iniş yaptılar. Bu sırada, düşen uçaktan alınan şehitlerin naaşları Şam’a getirilmiştir. Nuri Bey ve Hakkı Bey’in de katıldığı büyük bir cenaze töreninin ardından Fethi Bey ve Sadık Bey’in naaşları Selahattin Eyyübi Türbesi’nin yanında hazırlanan mezara defnedilirler.
Kireçtaşından arka pano üzerinde yatanların pilot olduğunu gösteren taştan bir çift kanat bulunuyor. Mermerle kaplı mezar yerinin üzerinde üç sanduka kapağı bulunuyor. Her kapağın başında bulunan mezartaşlarının üzerinde ayyıldız simgesi ve mezarda yatanlarla ilgili bilgiler bulunuyor.
Mezarlığın üzerinde Latin harfleriyle Türkçe olarak şehitlerin adları ve buraya gömülme tarihleri yazılı.
İŞTE ÖYKÜLERİ
Tarih araştırmacısı Önder Kaya’nın 2010 yılında Gezgin dergisinde yayınlanan yazısında işte o şehit pilotlara dair çarpıcı detaylar yer alıyor.
İşte o yazıdan bazı bölümlerle ilk Türk hava şehitlerimizin öyküsü ve Şam’da düşen uçağa dair trajik ayrıntılar:
***
1914 yılı içinde üç Fransız pilotunun üç farklı uçakla gerçekleştirdiği Paris-Kahire uçuşu, Osmanlı ülkesinde büyük alaka uyandırmıştı. İstanbul ve Kudüs üzerinden Kahire’ye ulaşmayı hedefleyen uçaklardan ikisi başarılı olurken, biri Toroslar’dan öteye gidememişti. Bu teşebbüsün halkın üzerinde bıraktığı etkiden yararlanmayı amaçlayan İttihatçılar, iki uçaktan oluşan küçük bir filonun Suriye ve Filistin üzerinden Kahire’ye bir sefer yapmalarını kararlaştırdılar. Ancak yeni gelişmekte olan Türk havacılığı için bu mesafe son derece riskli idi.
Türk havacılığının temelleri 1911’de Trablusgarp Savaşı’nın hemen sonrasında atılmış, 1912’de Yeşilköy’de bir hava uçuş okulunun açılmasıyla da ivme kazanmıştı. Sonuçta Yüzbaşı Fethi ve Teğmen Sadık Bey’lerin Muvanet-i Milliye, Yüzbaşı İsmail Hakkı ile Üsteğmen Nuri Beyler’in de Prens Celaleddin uçağı ile bu mesafeyi kat ederek Osmanlıların semaya olan hakimiyetlerini kanıtlamalarında mutabık kalındı. Uçulacak mesafe yaklaşık 2500 kilometreydi ki, devrin gazetelerinin verdiği malumata bakılırsa o vakte kadar Türk pilotlarının katettiği en uzun mesafe Yeşilköy-Edirne arasıydı. Üsteğmen Fethi ve üsteğmen Fazıl Beyler geliş gidiş mesafesi olarak 400 kilometrelik Edirne-İstanbul yolunu bir günde kat etmişlerdi.
Pilotlar güzergah olarak Eskişehir-Afyon-Konya-Ulukışla-Adana-Halep-Hıms-Beyrut-Şam-Kudüs-el-Ariş-Port Said ve oradan da Kahire istikametini takip edeceklerdi. Güzergah içindeki en tehlikeli bölgeler Ulukışla-Adana, Adana-Halep ve Beyrut-Şam merhaleleri idi. İlkinde 80-90 kilometrelik bir saha boyunca uzanan Toroslar, ikincisinde İskenderun Körfezi civarındaki Amanos Dağları ve sonuncusunda da Lübnan Dağları aşılmak zorunda kalınacaktı. Pilotlarımız üç büyük engeli de aşmış, ancak sonrasında her iki tayyaremiz de kazaya maruz kalmıştır.
8 Şubat 1914’e gelindiğinde Yeşilköy’deki hava alanında görkemli bir uğurlama gerçekleşti. İttihat Terakki’nin üç önemli siması olan Enver, Talat ve Cemal Paşalar törende hazır bulundular. Dönemin Bahriye Nazırı Çürüksulu Mehmet Paşa’nın uçma isteği, Yüzbaşı Fethi Bey tarafından yerine getirilerek Paşa’ya gökyüzünde kısa bir tur yaptırıldı. Bu Fethi Bey’in ilk önemli yolcusu değildi. Nitekim kendisi 1913 yılında Talat Paşa’ya da benzer bir tecrübe tattırmıştı. Törende Enver Paşa, pilotları cesaretlendirmek amacıyla “Osmanlıların medeni cesaretinin sembolü oldukları” fikri çerçevesinde bir nutuk vermiştir. Beşinci Murat’ın kızı Hatice Sultan’ın da bir buket gönderdiği tören sonrasında havacılarımız Enver Paşa’nın elini öpüp meydandakilerin dualarını alarak alandan havalandılar. Önce saat 9 sularında Prens Celaleddin uçağı ile pilot Üsteğmen Nuri Bey ve rasıtı yani gözlemcisi Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, birkaç dakika sonra da Muavenet-i Milliye adlı uçak ile pilot Yüzbaşı Fethi ve rasıtı Teğmen Sadık Bey havalandılar. Daha yolculuğun başında ciddi sıkıntılar başgösterdi. Pilotlarımız kalkışa geçtiklerinde gittikçe artan bir sis bulutuyla karşılaştılar. Hatta kalkış sonrası 300 metreye yükseldikten sonra gözden kayboldular. Törende hazır bulunanlar, dönemin gazetelerine bu mesafeden sonra sadece motor sesini duyduklarını beyan etmişlerdir. Nitekim yoğun sisten dolayı Nuri Bey’in kullandığı Prens Celaleddin uçağı, ancak Kartal’a kadar gelebilmiş, buradan Ayastefanos’a yani Yeşilköy’e geri dönerek sisin dağılmasını beklemek zorunda kalmıştır. Fethi Beyin kullandığı Muavenet-i Milliye ise yoluna devam etmiş, fakat Adapazarı’nda zorunlu inişe geçmeye mecbur olmuştur. Söz konusu girişime verilen önemin bir ispatı da şudur ki devrin gazeteleri pilotların iniş yaptıkları yerlerde hususi muhabirleri vasıtasıyla ve telgraf aracılığıyla an be an haber almakta, bu haberleri de her gün okuyucuları ile paylaşmaktaydılar. Nitekim Tanin’de çıkan bir gazete haberine göre Fethi Bey, Adapazarı’na indikten hemen sonra bir postahane bularak İstanbul’a telgraf çekmiş, ve arkadaşlarının akıbetini öğrendikten sonra rahatlamıştır. Burada bir takım küçük tamirler yapıp yola koyulmuştur.
Şehit pilotlarımızdan Fethi Bey
Yolculuğun en zorlu ve merakla beklenen kısımlarından bir tanesi Torosların aşılmasıydı. Fethi Bey’in kullandığı Muavenet-i Milliye, 21 Şubat’ta Adana’dan kalktıktan bir süre sonra ciddi bir tehlike atlatır. Tayyare Adana’nın 40 km kadar uzağında bulunan Misis’e zorunlu iniş yapmaya mecbur olur. Süvari Fethi Bey, Adana’da bulunan makinist Cemal Efendi’nin derhal bölgeye gönderilmesini telgrafla rica eder. Gerekli tamir sonrasında yeniden yola çıkılır. Nuri Bey ise uçağının performansına güvenemediği için rasıtını karayolu ile Adana’ya yollarken bu suretle hafifleyen Prens Celaleddin tayyaresiyle Toroslar’ı aşmış, sonrasında da sorunsuz bir şekilde Halep’e ulaşmıştır. Buna rağmen Muavenet-i Milliye, yolculuk esnasında diğer uçağın epey önüne geçerek 24 Şubat’ta Şam’a varmayı başarmıştır. Uçak, 6-7 dakika kadar Şam semalarında dolandıktan sonra halkın coşkun sevgi gösterileri eşliğinde Merce Meydanı’na inmiştir. Aslında bu meydanın iniş için seçilmesi son derece manidardır. Zira meydanda bulunan ve Telgraf ya da Merce Anıtı adını taşıyan abide, şehirdeki Osmanlı egemenliğinin en müşahhas örneklerinden biridir. Abidenin tepesinde Osmanlı iktidarının sembolü olan Yıldız Sarayı’nın küçük bir maketi bulunmaktadır. Anıt, telgraf hattının Şam’a ulaşması vesilesiyle Sultan II. Abdülhamid tarafından inşa olunmuştu. Nitekim ilerleyen yıllarda yargılanan ve Cemal Paşa tarafından idama mahkum edilen Arap milliyetçileri de bu meydanda asılacaktır.
Bu başarı, İttihat Terakki iktidarı açısından hem bölge halkının Osmanlı Devletine bağlılığının devamı, hem de cemiyetin ülke genelindeki propagandası açısından müthiş bir malzeme kaynağıdır. Tayyarecilerimiz onuruna, Şam’daki İttihat Terakki Kulübü’nde büyük bir ziyafet verilir. Ziyafet sonrasında Osmanlılığın şan ve şerefi namına, Arapça ve Türkçe ateşli nutuklar söylenir. Akşamüzeri de belediye dairesinde pilotlarımız onuruna bir yemek tertip edilir. Bu yemek sırasında “Dımışk” adı verilecek bir uçağın Şamlılar tarafından satın alınarak Harbiye Nezareti emrine verilmesi kararlaştırılır. Ayrıca törende her iki pilota da süslü birer kılıç takdim edilir. Sonrasında akşamın geç vakitlerine doğru tekrar İttihat Terakki Kulübü’ne gelinir. Bu sefer de yabancı konsolosların ağırlandığı bir büfe hazırlatılır. Böylelikle Avrupalı sefirlere, Osmanlıların terakki etme konusundaki azim ve isteklerini gösterme fırsatı yakalanmış olur. Tayyarecilerimiz, geçtikleri yerlerde Osmanlı Devletinin gücünü sembolize etmek ve halkın da bağlılığını pekiştirmek amacıyla gösteri uçuşları yapmaktadır. Ertesi gün Şam Kolordu Komutanı Mehmet Ali Paşa, Fethi Bey tarafından Şam semalarında dolaştırılır. Tanin Gazetesine inanmak gerekirse, gösteriyi 150 bin civarında insan izlemiştir. Şam’da üç gün kalan pilotlarımız, 27 Şubat 1914’de Kudüs’e doğru havalanırlar. Ancak havalanmadan önce Fethi Bey, gelişmeleri günü gününe izleyen Tanin Gazetesinin muhabirine son demecini verecektir. Bu demeçte, Şam halkının kendilerine gösterdiği ilgiyi ömür boyu unutmayacağını ifade ile, buradan havalandıktan iki saat kadar sonra Kudüs’e inmeyi tasarladığını beyan etmiştir. Ne yazık ki Fethi Bey’in bu temennisi gerçekleşemeyecektir. Pilotlarımız ebedi istirahatgahlarının burası olacaklarını tabii ki tahmin edememişlerdir. Fethi ve Sadık Beyler’in kullandıkları Muavenet-i Milliye adındaki uçak, Kudüs’e 80 km kadar yaklaştığı sırada Taberiye gölü yakınlarından geçerken Küfrühar denilen mevkide, tahminen şiddetli bir hava akımına yakalanmış ve bunun sonrasında kayalıklara çarparak düşmüştür. Kaza sonrasında her iki pilotumuz da şehit olmuştur.
Fethi Bey Talat Paşayı uçuruyor
Dönemin matbuatında ilk olarak uçağın yoğun bir sis bulutu ile çevrelendiği ve bunun sonucunda bir tepeye çarparak parçalandığı şeklinde haberler çıkmıştır. Ancak bana göre uçağın teknik bir arızadan dolayı düşme ihtimali de son derece yüksektir. Yazının başında da ifade ettiğim gibi bu kadar uzak bir mesafenin son derece ibtidai şartlarla aşılmaya kalkılması, yeterli uzman teknisyen ve hangarın olmaması bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Kaldı ki her iki uçağın düşmesinden sonra yola çıkarılan üçüncü uçak olan Ertuğrul tayyeresi de Edremit’te zorunlu iniş yapmak zorunda kalmış, ancak bir şans eseri olarak can kaybı olmamıştır. Edremit’ten yola çıkarılan ve bölge ile aynı adı taşıyan bir diğer tayyarenin maiyetine ise, yaşanan üç felaket sonrasında iki makinist ve bir de marangoz verilmiştir. Yine Tanin Gazetesi, 19 Mart 1914 tarihli nüshasında (ki kazanın üzerinden yaklaşık üç hafta geçmiştir) Fethi ve Sadık Beylerin uçak enkazının çekilmiş bir fotoğrafını yayınlar ve altına da şöyle bir not düşer; “Şam muhabirimizin gönderdiği şu fotoğraf pek çok şeyi anlatıyor. Tayyarenin böylesine geniş ve düz bir araziye düşüp parça parça olması, daha önce söylenen sisten dolayı bir dağa çarpma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Tayyarenin bu kadar parçalanabilmesi için oldukça yüksekten düşmüş olması gerekir. Fedakar tayyarecilerimizin cesetlerinin bu enkaz altından çıkarılmış olması da kendilerini tayyareye bağlayan kemeri vaktiyle çıkarmayı başaramadıklarını gösteriyor.”
İttihat Terakki’ye yakınlığı ile bilinen Tanin Gazetesi bu elim kazayı, “Osmanlıların itilası için vazife uğrunda şehit olan ilk kurbanlar” başlığı ile verecektir. Gazete, haberi verirken aslında seferin niçin tertiplenmiş olduğunu da şu ifadelerle gayet açık biçimde dillendirir: “Son senenin son yapraklarına yeni bir matem daha kaydediyoruz; şüphesiz ki bu matem gözyaşları, acısı henüz dinmeyen memlekete birkaç fazla ızdırap günü vermiştir. Yakın zamanda Rumeli’nin her avuç toprağına bir şehidin vücudunu gömmüştük.” Gazete, haberinde yaşanan acının önünde aslında yeis duygusu yerine iftihar duygusunun baskın gelmesi gerektiğini savunur. Hatta “toprakları üzerinde henüz kendi nefsini memleketi için feda edebilecek insanların olduğunun bu şekilde ispat edilmiş olması” nedeniyle durumdan sevindirici bir sonuç da çıkarır. Bu fikir şu şekilde pekiştirilir: “Her terakki, tabiatın yeni bir kuvvetine galebe etmek için kurban vermeye, çırpınmaya, en acı felaketler görmeye mecburdur. Fransızların, tayyareciliğin galebesi için uğrunda bugüne kadar verdikleri kurban, yüzleri pek çok aşmıştır ve ancak bu suretle Fransızlar, semayı zabt için uğraşan orduların serdarı olarak gösterilmektedir. Eğer biz de bu yola baş koyduysak yeni şehitlerin bizi ümitsizliğe değil ölümlere, fedakarlıklara koşmak için cesaretlendireceğine inanmalıyız.”
Gazete haberinin devamında kazanın gerçekleştiği mahale bir de “abide-i ihtiram” yapılmasını teklif eder. Hatta bu konuda okuyucularını da cesaretlendirmek amacıyla açılan bağış kampanyasına katılacak şahısları isimlerini gazete sütunlarında yayınlanacağını ilan eder. Fikrin tez zamanda hayata geçmesi için de bir kısmı İttihat Terakki cemiyetinin aktif üyesi olan yazarları arasında toplanan yardım bağışlarını 29 Şubat 1914 tarihli sayfalarında yayınlar. Buna göre Hüseyin Cahid Bey 540, Mithat Şükrü Bey 216, Falih Rıfkı ve Ali Ekrem Beyler 54, Hakkı Tarık Bey 40 kuruş ile kampanyaya katılırlar. Diğer çalışanların da desteğiyle, anıt için gazetede 1837 kuruşluk bir iane toplanır. İlerleyen günlerde toplanan paralarla Fethi ve Sadık Beylerin şehit oldukları mevkide bir anıt inşa olunacaktır.
Bu arada 27 Şubat 1914 itibari ile Nuri ve Hakkı Beyler de Şam’da Mezze ovasına inmişlerdir. Bu iniş sırasında yaşanması beklenen coşku, kaza nedeniyle yaşanamamıştır. Şam’da, kaza nedeniyle tiyatro ve diğer eğlence mekanları kapatılmıştır. Aynı gün kazanın gerçekleştiği bölgeye bir katar hareket etmiş ve Şam’ın üst düzey idarecilerinin de hazır bulunduğu bu seyahat sonrasında şehitlerin naaşları Şam’a getirilmiştir. Tanin’in haberine göre Nuri ve Hakkı Beyler de arkadaşlarının cenaze namazına katılmak için ikametlerini biraz uzatmışlardır. Kılınan cenaze namazından sonra her iki havacımız da, İslam aleminin en saygın komutanlarından biri olan Selahaddin Eyyubi’nin kabri yanında kendileri için hazırlanan mezara defnedilmişlerdir. Esasen mezar olarak seçilen mekan, havacılara verilen önemin de bir nevi göstergesidir.
Pilotlarımızın Şam’daki ikametlerinin uzadığına şahit oluruz. Bunun iki nedeni vardır. İlki Fethi Bey’in kullandığı uçağın düşmesinden sonra İstanbul’dan gelecek direktifleri beklemek ve diğeri de uçağın birtakım eksikliklerini gidermek… İstanbul’dan gelen emir üzerine Prens Cemaleddin tayyaresi rotasını değiştirerek Kudüs ve el-Ariş istikametini izlemek yerine sahil güzergahını takip ederek Yafa üzerinden Mısır’ın yolunu tutmuştur. Ancak 11 Mart 1914’de Yafa’dan havalanan uçak, rüzgârın ters yönden esmesi neticesinde bir türlü yükselememiş ve sonuçta irtifa kaybederek şehirden uzaklaşamadan Akdeniz’e düşmüştür. Kaza sonrasında sahilde toplaşan halk, sandallarla kazazedelerin yardımına koşmuştur. Her ne kadar konu ile ilgili çalışmalarda Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey kurtarılırken, Üsteğmen Nuri Bey’in boğularak şehit olduğu yazarsa da Tanin Gazetesinin haberine göre Nuri Bey de baygın bir halde kurtarılmıştır. Hatta İsmail Hakkı Bey, İzmir’de yaşayan ailesine gönderdiği telgrafta kendisinin iyi, Nuri Bey’in ise yaralı olduğunu bildirmiştir. Doğal olarak akla Nuri Bey’in kaza sırasında boğulmuş olabileceği, ancak kamuoyunda oluşacak elemin asgariye indirilmesi amacıyla önce ağır yaralı olduğu şayiasının yayılıp sonrasında şehadet haberin duyurulmuş olabileceği de akla gelmektedir.
Tanin, sonraki gelişmeler hakkında 15 Mart’a kadar sükutunu korur. Bu tarihte yayınlanan nüshasında ise Şehit Nuri Bey’in cenazesinin, törenle Beyrut’ta n Şam’a getirildiğini sütunlarına taşır. Şam’da Fethi ve Nuri Beylerin cenazeleri için yapılan tören, kendisine de uygulandı. Cenaze namazı Şam’ın en görkemli camisi olan Emeviye Camii’nde kılındı. Akabinde naaşı Selahaddin Türbesinin yanında, arkadaşlarının gömülü olduğu yerde kendisi için hazırlanan mezara getirilerek defnedildi. Defin işlemi sırasında Şam Valisi ve diğer üst düzey yetkililer Nuri bey’in kahramanlıklarını ve yaptığı işin mukaddesatını belirten konuşmalar yaptılar. Nuri Bey’in kaza sırasında üzerinde bulunan elbiselerinin de İstanbul’da Askeri Müze’ye gönderilmesi emrolundu.
Ancak İttihat Terakki idaresi, iki tayyare ile başlayan bu teşebbüsü sonlandırmama konusunda kesin kararlıdır. Harbiye Nazırı Enver Paşa, daha ilk uçak düştüğünde üçüncü bir uçağın bu girişimi tamamlamasına karar vermişti. Pilot Yüzbaşı Salim Bey ve rasıtı Yüzbaşı Kemal Bey, söz konusu görev için seçilen pilotlardır. Lakin daha seferin başında aksilikler yaşanır. Uçak, Edremit yakınlarında ormanlık bir alana zorunlu iniş yapmaya mecbur kalır ve kullanılamayacak hale gelir. Tanin Gazetesinin 17 Mart 1914 tarihli haberine göre yaşanan bu elim hadise karşısında Edremit halkı, mutasarrıf Reşid Bey öncülüğünde aralarında para toplayarak son sistem bir uçak almaya karar verirler. Toplanan meblağ bölge mebusu Ferhat Bey’e iletilir ve paranın Harbiye Nezaretine teslim edilmek suretiyle “Edremit” adını verilen yeni bir uçağın Edremitlilerin vatan sevgilerinin bir yansıması olarak satın alınması ve yolculuğa bu uçak ile devam edilmesi rica edilir. Girişim, Harbiye Nazırı Enver Paşa’yı çok duygulandırır. Paris’teki Belerio Fabrikasından satın alınan uçak, Edremit’e yollanır. Ancak başka bir aksilik yaşanmasından korkulduğu için de, sefere yarım kalan yerden yani Beyrut’tan başlanması kararlaştırılır. Hidiviye Kumpanyasına ait Saidiye vapuruna bindirilen pilotlarımız ve Edremit tayyaresi, deniz yoluyla Beyrut’a taşınmıştır. Yolculuk sırasında bir başka aksilik olmaması için tayyarecilerimizin refakatine, makinist mülazım-ı evvel Hüseyin Fikri Bey’le, tahsilini Fransa’da tamamlamış olan makinist Ethem Bey ve marangoz Seyfullah Efendi’ler de verilmişti. Plan gereği uçakla 1 Haziran’da Beyrut’tan, Kudüs’e uçulacaktır. Kudüs’te büyük bir coşkuyla karşılanan havacılarımız, Mescid-i Aksa’da 3000 kişilik bir cemaatle cuma namazı kılarlar. Namazda, seferin tamama ermesi için dualar edilir. Böylelikle bir yerde bölge halkının adeta Osmanlılık fikrinin müşahhaslaşmış bir örneği olan söz konusu teşebbüsün bir parçası olmaları hedeflenir.
6 Mayıs’ta Port Said Limanına varan tayyareciler, 9 Mayısta sabah beş buçukta Kahire’ye ulaştılar. Burada prens Aziz Bey kendileri şerefine bir ziyafet vermiştir. Ertesi gün pilotlarımız yanlarında Habib ve Mişel Lütfullah Bey’ler gibi Kahire’nin seçkin simaları da olduğu halde piramitler üzerinde bir gösteri uçuşu gerçekleştirmişlerdir. Buradan İskenderiye’ye geçen Edremit tayyaresi, bizzat Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa tarafından karşılanmış ve onurlarına kahvaltı verilmiştir. Yine bu tarihi olay hatırasına havacılarımız için kartpostallar da çıkarılmıştır. Pilotlarımız sadece Hidiv tarafından değil bölgenin önde gelen diğer önemli simalarınca da kabul edilmiş, mesela Prens Tosun Paşa onların şerefine bir askeri yetkililerin de katıldığı bir ziyafet tertip etmiştir. İttihat Terakki idaresi yaşanan gelişmeleri bir propaganda unsuru olarak kullanmış ve orduya uçak alımı için bir dizi yardım kampanyası başlatmıştır. Bu kampanyanın içinde pilotlarımız da aktif olarak yer almıştır. İskenderiye’de bir tiyatro salonunda tertip olunan törende önce Halifenin selamlarını ileten bir metin okunmuş, sonrasında toplanan yardım paralarını takiben, yardım eden bir takım zevata donanma madalyası takılmıştır. Bazı şahıslara madalyayı bizzat Kemal ve Salim Beyler takdim etmişlerdir. Pilotlarımız muhtemelen bir skandala dönüşmesi an meselesi olan böylesi zor bir teşebüsün dönüşünde kazaya uğramasınlar diye İskenderiye limanından gemiyle İstanbul’a dönmüşlerdir.
*
Osmanlı matbuatının değerli kalemleri de bu gelişme karşısında duygularını satırlara dökmekten geri kalmazlar. Süleyman Nazif, Fethi Bey’in uçağının düşmesinden hemen sonra Musul’dan kaleme alıp Tanin Gazetesine yolladığı bir makalesinde şu satırlarla duygularını dile getirir: “İstanbulla, Kahire ve İskenderiye arasındaki mesafeyi katetmeye teşebbüs eden azimli vatan evlatlarımızdan Fethi ve Sadık Beyler’in Şam ile Kahire arasında ve Taberiye yakınlarında vücutları parçalanmış olduğu halde, ruhlarının Allah’a doğru yükseldiği haberini aldım. Bugün bir Türk, bir Müslüman, bir Osmanlı hatta bir yabancı tasavvur edilemez ki bu yüksek hatıra önünde üzüntülü olmasın. Hem vatan, hem de fen için iki kere şehit olan bu kardeşlerimizin hatıralarına ilelebed hürmet olunsun”.
***
medyagundem.com