Cahil, kurnaz, ikiyüzlü
Şimdi “Çamlıca’ya cami” konusunda benim de bir çift söz söylemem gerekir, değil mi?
Mimar değilim, şehir planlamacısı değilim, belediyeci değilim, Diyanet yetkilisi değilim…
Üstelik, birinci dereceden “şehirciliği” ilgilendiren bir konu bu… Ne anlarım ben?
İyi de, mimar, şehir planlamacısı, belediyeci, Diyanet yetkilisi olmayan herkes konuşuyor… Ben de eksik olursam, gerçekten de eksik kalmaz mı?
Ben “ihtiyaç”tan bakıyorum.
İhtiyaç varsa cami yapılır…
Bu cümleden olarak, Taksim’de de, Ataşehir’de de, Şişli’de de, Çamlıca’da da cami yapılır ve yapılmalıdır.
İhtiyaç husule gelirse, kilise ve havra da yapılır.
Budur.
Deniyor ki, “Padişah olmaya heveslenen Recep Tayyip Erdoğan, padişahların yaptırdığından daha büyük bir cami yaptırarak, arkasından önemli bir anıt bırakmak istiyor.”
Böyle diyenlere, benim diyecek bir şeyim olamaz.
Bir insan, arkasından anıt bırakmak isteyebilir. Bunun kınanacak, ayıplanacak bir durum olduğunu düşünmüyorum… Arkasından anıt bırakmak isteyen bir kimseye, olsa olsa, estetik katkıda bulunulabilir, yapacağı şeyi doğru dürüst yapması söylenebilir…
Bir de “şehrin siluetini” gerekçe gösterip, bu “teşebbüse” karşı çıkanlar var…
Bunlar daha “ciddi gibi” duruyor…
Bir “şehir”de yaşıyorsak, yaşadığımız şehrin daha güzel ve bakılabilir olmasını arzu ederiz ve esasında “vatandaş talebi” dediğimiz şey, tam da burada devreye girmelidir.
Öyleyse, tartışmamız gereken konu, “Çamlıca’ya cami yapılsın mı, yapılmasın mı” değil, “Çamlıca’ya yapılacak cami şehrin siluetini bozar mı, bozmaz mı?” olmalı.
Bir kısım vatandaş “bozmaz” diyecektir… Bunların durumunu daha sonra ele alırız.
Bizi şimdilik “Çamlıca’ya cami, şehrin siluetini bozacaktır” diyenler ilgilendiriyor.
Ki, bu konuda sayısız makale yayınladılar, sayısız demeç verdiler…
Hayır, elbette hiçbiri mimar ya da şehir planlamacısı değil…
Köşe yazarı.
Bildiğimiz kuru köşe yazarı…
Bu yazıya oturmadan önce, böyle diyenlerin, yani Çamlıca’ya yapılacak caminin şehrin siluetini “çok fena bozacağını” söyleyenlerin arşivine girdim, eski yazılarına baktım.
Hiçbirinin, pıtrak gibi çoğalan ve şehrin siluetine hançer gibi saplanan gökdelenlere itirazı yok…
Hatta, bazılarının, Trump Towers’ta rezidans aldıklarını bile istihbar ediyoruz…
Hadi rezidans bu “arkadaşlara” haktır diyelim…
Hiçbiri, içinde “Çamlıca” geçen bir cümle kurmamış.
Hiçbiri, Çamlıca tepesindeki radyo ve televizyon vericilerini dert etmemiş.
Hiçbiri, “Nedir bu rezillik? Gökyüzüne uzanmış sayısız çirkin ve siyah minare!” dememiş.
Hiçbiri “Selatin”le “Selahattin” arasındaki farkı çözememiş…
Cahillik, kurnazlık, ikiyüzlülük paçalardan akıyor…
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin:
Şehrin siluetini, hacı bir mimarın (mimarın “hacı” oluşu ayrıca alay konusudur; bu durumu daha çok İmam Hatipkökenli Doğan Medya Grubu memurları köpürtüyor) elinden çıkmış zarif altı minare mi, yoksa bize metal çağının“kanserli ölümünü” hatırlatan sayısız radyo ve televizyon vericisi mi bozuyor?
Siz düşüne durun, ben biraz izin yapıp geleceğim.
Ben dönünceye kadar kıpraşmayın bir yere… Daha işimiz var.
AHMET KEKEÇ/STAR