Ertuğrul Özkök’ün ‘Yedi Büyük Taviz’i
ERTUĞRUL Özkök, yeni çıkan kitabı “Yedi Büyük Günah”ta kendi ifadesi ile “Türkiye’nin en bam tellerinden yedisine fena halde bastığını” söylüyor.
Türkçe’de gerçi “en bam tel” diye bir söz olmaz, zira “bam teli” sazın en pest yani en kalın ses veren telidir, onun altında başka bir tel bulunmaz ama ifade benim değil kitabın yazarının sözü olduğu için aynen naklettim…
Ertuğrul ağabey, kitabında Cumhuriyet’in 100. yılında yaşanmasını hayâl ettiği çok önemli yedi olayı tartışıyor… Ayasofya’nın Ortodokslar’ın ibadetine açılmasını, Çanakkale’nin adının “Troya”ya çevrilmesini, Gürcistan ile Ermenistan’ın Türkiye’ye katılıp nüfusumuzun yüzde onunun Hristiyan olmasını, Ege’de doğacak ayrılıkçı bir hareketi, Efes’in özerklik kazanmasını, Fenerbahçe kulübünün bir Ermeni yatırım şirketine satılmasını ve bir lezbiyenin cumhurbaşkanlığına adaylığını koymasını kurguluyor…
HAYAL KUR, ÇOK YAŞA!
Bilmem farkettiniz mi? Hayallerin tamamı “taviz” üzerine kurulu. Ama tavizi “almak” değil, sadece “vermek” üzerine ve veren taraf da sadece Türkiye! Ayasofya’nın Ortodokslar’ın ibadetine açılması da Çanakkale’nin adının değiştirilmesi de, Gürcistan ile Ermenistan’ın Türkiye’ye katılması neticesinde nüfusumuzun yüzde onunun yeni tanassur edeceklerle beraber Hristiyanlaşması da, Ege’de yaşanacak bir ayrılıkçı hareketin yahut Efes’in özerkliğinin kabul edilmesi de, Fenerbahçe’nin Ermeni şirketlerine satılması da hattâ Çankaya’ya bir lezbiyenin aday olması da, hepsi birer taviz. Siyaset, ekonomi, inanç yahut alışkanlıklar ile ilgili tavizler…
Türk entelijansiyasının mensubu olanlara yahut o entelijansiyaya mensup bulunduklarını zannedenlere 1980 sonrasında ârız olan düşünce tembelliğinin başında, bütün dertlerin çaresini tavizde aramak gelir.
Ermeni meselesinin hallini mi istiyorsunuz? Özür dileyeyip “Biz çok hain ve eli kanlı bir güruhuz, lütfedin ve geçmişte yaptıklarımız için bizi af buyurun” diyeceksiniz… 29 Mayıs gününün “İstanbul’un fethi” değil, “işgali” olduğunu söyleyeceksiniz… Çanakkale’de savaştığımız için pişmanlık duyacak, “Adamlar İstanbul’u muharebeden üç sene sonra zaten işgal ettiler, dolayısı ile Çanakkale’de o kadar insanın ölmesine ne gerek vardı?” diye üzüleceksiniz… Sonra daha da ötelere gidecek, “Fatih Sultan Mehmed vakti zamanında Hristiyanlığı kabul etse idi geçmişimiz çok daha başka, çok daha parlak olurdu” diye boşluklarda kanat çırpacaksınız ve en nihayet bütün bunlara “jest” yahut Ertuğrul ağabeyin ifadesi ile “büyüklük gösterme” diyeceksiniz!
PISIRIKLIK VE MİSKİNLİK
Hakkını yemeyeyim, Ertuğrul Özkök’ün yorumlarında çok doğru şekilde analiz ettiği birçok husus var. Kurduğumuz devletlerin temelinde ceberrutluğun bulunduğu da, geçmişte büyük hatalar yaptığımız da doğru ama mesele, çözümün sadece ve sadece alttan almaktan ve tavizden geçtiğine inanmakta!
Aslında yazıp söyleyecek daha başka çok şeyler var ama teferruata girmeden kısaca sorayım: “Çağdaş” ve “entelektüel” ifadesi ile “jest yapan” yahut “büyüklük gösteren” ama aslında sadece taviz veren taraf neden hep biz oluyoruz? Tembellikten mi, bıkkınlıktan mı, artık nedense herşeye boşvermişlikten mi, yoksa inançsızlıktan mı? Verilen tavizlerin ardından geleceği muhakkak olan diğer talepleri de aynı şekilde tavizlerle mi karşılayacağız? Boğuştuğu dertlerin devasının herşeyi böyle umursamaz bir şekilde alttan almakta olduğuna inanan dünya üzerinde bizden başka kim var?
Ve, en önemlisi: Pısırıklığın ve miskinliğin adı ne zamandan beri “büyüklük gösterme” yahut “jest” oldu?
Ertuğrul ağabeyin kitabındaki en düzgün ifade, bence sondaki “Önce Allah, sonra Türkiye taksiratımızı affetsin” cümlesi…
Doğru söze ne denir? Âmiiiin!
MURAT BARDAKÇI/HABERTÜRK