Fethullah Gülen ve taraftarları, masumların hayatının karartıldığı 28 Şubat sürecinde kötü bir sınav verdi.
En zor günlerinde Erbakan’a “istifa et” çağrısı yaptı. Erbakan aleyhindeki sözleri, operasyon gazetelerinde “Beceremediniz artık bırakın” şeklinde manşet oldu. Zaman, Demirel’in ‘hileli yöntemiyle’ kurulan Mesut Yılmaz hükümeti içinse “Hayırlı olsun” manşetini attı. Gülen’in o dönem cuntacıbaşı emekli Org. Çevik Bir’e gönderdiği mektubun içeriği ise talebelerini bile utandırıyor…
17 Aralık operasyonundan itibaren Gülen cemaatiyle ilgili kamuoyunda tartışılmayan konu kalmadı. Bu yüzden 17. yıldönümünde, Fethullah Gülen’in 28 Şubat’taki duruşunu da irdelememek olmaz. Gülen ve taraftarları, 28 Şubat sürecinde kötü bir sınav verdi. En zor günlerinde Başbakan Necmettin Erbakan’a “istifa et” çağrısı yaptı. Erbakan aleyhindeki sözleri, operasyon gazetelerinde “Beceremediniz artık bırakın” şeklinde manşet oldu. Milli Görüş camiasının bu nedenle hâlâ Gülen’e tepkili olduğu biliniyor. Akit, dik duruşunun bedelini tazminat ve ceza davalarıyla, baskılarla, saldırıya uğramalarla, tehdit ve şantajlarla öderken, Zaman gazetesi ise cuntanın emir eri gibi çalışan ve Demirel’in ‘hileli yöntemiyle’ kurulan Mesut Yılmaz hükümeti için “Hayırlı olsun” manşetini attı.
TALEBELERİ BİLE O MEKTUBA TEPKİLİ
Fethullah Gülen’in hizmet okullarının durumuyla ilgili dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Org. Çevik Bir’e gönderdiği mektup da halen tartışılıyor. Sohbet ettiğimiz bazı talebeleri, “Mektubun içeriğini abartılı bulduklarını, bu hususta özeleştiri yaptıklarını” dile getiriyor. Şahsen ben de Çevik Bir’in duruşma salonundaki süt dökmüş kediye dönüşen halini görünce, “Gülen buna mı o mektubu yazmış?” diye hayret ediyorum. Gülen’in talebelerinin bile ‘abartılı’ bulduğu o mektubu aynen sunalım:
“Genelkurmayımızın çok değerli İkinci Başkanı. Sayın Komutanım.
Son günlerde medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum. ‘Yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullar’ ifadesini kullandım. Bir defa, bizzat Atatürk gibi, bir enkazın üzerinde büyük bir devlet kurmuş askerî, siyasî ve idarî bir dâhî bile, ‘Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhûriyeti, ilelebed pâyidâr kalacaktır’ derken, vatan, millet ve ülkeye hizmet aşkı tıpkı İstiklâl Harbimiz yıllarında olduğu gibi şahlanan insanımızın ortaya koyduğu bir hizmetin, benim gibi, ne askerî, ne idarî, ne siyasî hiçbir dehası bulunmayan ve ‘nâçiz vücudu toprak olup gidecek’ aciz bir insana mal edilmesi, o insanların hizmet, aşk ve şevklerinin ve gayretlerinin mahsûlünü gasp etmek manâsına geleceği için, ‘yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullar’ dedim.
Mutlaka mâlum-u âlîleriniz olduğu, âcizâne her zeminde fedalarca tekrarladığım ve bizzat okulları yapan ve işletenlerin de itiraf edecekleri üzere, bu okullarla alâkam, sadece bir teşvik, bir çağrı ve bazılarının yanlışlıkla hakkımda taşıdıkları hüsn-ü zannı ülkeme ve devletime hizmet adına bir kredi kartı gibi kullanmaktan ibarettir.
Değerli Komutanım. Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere, bilhassa Kars, Erzurum, Ardahan gibi serhat şehirleri sık sık düşman işgaline uğradığı için, bu şehirler halkında milliyetçilik duyguları çok ileridir. Birinci Dünya Harbi’nden çıkmış, Kurtuluş Savaşı’nı vermiş bir ülkede, İkinci Dünya Harbi’nin hemen arkasında Sovyetler Birliği tarafından tehdit altında tutulan bir doğu vilâyetimizde çocukluğu geçmiş ve büyük acılar içinde büyümüş bir insan olarak, çocukluğumdan beri içimde uyanan milliyetçilik ve ülkeme hizmet duygularımı, resmî bir Diyanet görevlisi olarak görev yaptığım hemen her yerde ve cami kürsülerinde dile getirmeğe çalıştım.
Fırsat bulduğum her defasında, insanımızın ruhunda taşıdığı kabiliyetleri, vatan ve millet sevgisini ateşlemeğe ve onları, dünyada, hattâ Ahiret’te bile hiçbir karşılık beklemeden devletimize ve milletimize hizmete davet ettim. Batı, Rönesansını ilme ve sanata açılarak yaptığı ve dünya devletleri arasında geri planda kalışımızın en büyük üç sebebi cehalet, fakirlik ve tefrika olduğu için, cemaati her defasında çocuklarını okutmaya, bilhassa müsbet ilimlerle zihinlerini aydınlatıp, bağnazlıktan ve hurafelerden kurtulmaya, çalışıp kazanmaya ve devletimize ve kanunlara bağlılık içinde iç bütünlüğümüzü korumaya çağırdım. Bu şekilde teşvik ettiğim insanlardan bazıları, devletimiz özel okullar açılmasına izin verince, değişik yerlerde bir araya gelip, birbirleriyle yarış içinde malûm-u âlîleriniz olan okulları kurdular.
Verdikleri eğitim ve gerçekleştirdikleri başarılarla kendilerini Türkiye’mizde ispat eden bu okulların benzerlerini, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkî Cumhuriyetlerde ve ardından, küçülen bir dünyada, ülkemizin önünü açmak ve dünyanın her tarafında ülkemiz adına lobiler oluşturmak, her yerde Türkiye dostluğunu mayalamak için gidebildikleri her yerde açmaya çalıştılar.
Tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş biri olarak kapatılmalarını teşvik ederim.
Eğer, bazılarının iddia ettiği gibi, bu okullarda herhangi bir dış ülkeden veya ülkemize düşman kuruluşlardan alınmış tek kuruşluk destek varsa, zaten hastalıklarla sonuna gelmiş hayatımı bizzat kendi ellerimle noktalarım. Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımız’ın İkinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz.
Böyle bir mektupla kıymetli vakitlerinizi işgal etme sû-i edebinde bulunduğum için tekrar özür diler, yeni yılda sıhhat ve afiyet dileklerimle birlikte, en derin saygılarımın kabûlünü arzederim efendim.
Fethullah GÜLEN”
‘YANAŞMA’ KARADAYI’YLA SARMAŞ DOLAŞ!
Nerede duracaklarını kestiremeyen diğer ‘yanaşmalarla’ birlikte Cengiz Çandar’ın avukatı kesilip, PKK’nın eski iki numarası Şemdin Sakık’ın ıslak imzalı mektuplarını yayınladığı için Akit’e karşı linç kampanyası başlatan Bugün TV programcısı Faruk Mercan’ın, 28 Şubat davası sanıklarıyla olan “muhabbetine” de değinmekte yarar var.
Mercan, zaman zaman adliyeye gelip 28 Şubat duruşmalarını izliyordu. Kürsüye çıkıp savunmasını yapan dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri emekli Tuğgeneral Erdal Şenel, Faruk Mercan’ın kaleme aldığı “Fethullah Gülen Gerçeği” adlı kitabı suçsuzluğunun delili olarak sunmuştu.
Şenel, “Sayın Faruk Mercan’ın ‘Fethullah Gülen Gerçeği kitabını görünce çok mutlu oldum. Çünkü Sayın Mercan, Genelkurmay Başkanı ve onun adına hareket eden benim çok tarafsız çalıştığımı yazmıştır. ‘28 Şubat başladığında Gülen hakkında hazırlanan onlarca raporu hiçbir zaman sahiplenmemiştir’ demiştir.
Sayın Faruk Mercan’ı düne kadar tanımıyordum. Dün burada tanıma fırsatı buldum” demişti. Yine Faruk Mercan, bir numaralı sanık dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. İ. Hakkı Karadayı’nın savunmasını ve çapraz sorgusunu da izlemeye gelmişti. Duruşmaya verilen arada salondan ayrılmaya hazırlanan Karadayı, yanına gelen Mercan’ı ‘samimi ve sıcak bir şekilde’ karşılamıştı. Cuntacıbaşı Karadayı ile Mercan arasındaki sohbet, duruşma savcısı Kemal Çetin’in bile dikkatini çekmişti. Çetin, kapı dibinde bekleşip ‘iki lafın belini kıran’ ikiliyi dikkatlice izlemişti. (Yeni Akit)
hoca efendi bu mektupla o insanları kullanıp amacına doğru yol alırken yolların daralmasını hatta kesilmesini engellemiştir bu mektupta bi acaiplik yok ama son zamanlarda bütün taşlar yerine oturmaya başlamışken ilk defa tam bir liderlik vasfına sahip bir başbakan gelmişken şimdi akp aleyhtarlığı yapan cemaatine ses çıkarmayıp bu fitnenin önüne geçmemesi çok ama çok şaşırtıcı..