Yeni Şafak yazarı Salih Tuna bugünkü yazısında bir “lider farkı”nın altını çizdi. Gülen’in bağlılarına “siz de mahpusa girin” diyerek nasıl cibilliyetini ortaya koyduğunu şu satırlarla ifade etti: “Mesela şöyle der bağlılarına, ‘Biz gördük gördüğümüz, yaşadık yaşayacağımız kadar. Siz çoluk çocuğunuzdan, sabilerinizden ayrı kalmayın. Zaten bezdim bu gavur yadellerde yaşamaktan. Siz yanmayın, ben yanarım sizin yerinize de!..’ Yetkililere de der ki, ‘Onların suçu yok bana inanmaktan başka. Alacaksanız beni alın. Geliyorum teslim olmaya…'” İşte yazısı:
BİR LİDER BAĞLILARINA “MAHPUSA GİRİN” DEMEZ
Bir lider (üstelik etrafında uhrevi efsaneler üretilen bir lider) bağlılarına, “mahpusa girmek dışarda kalmaktan yeğdir, siz de girin içeri” falan demez.
Şayet bağlılarını konsolide etmek istiyorsa fedakarlığı bizzat kendisi yapar.
Hele o liderin yaşı 80’e dayanmışsa!
MESELA ŞÖYLE DER; ALACAKSANIZ BENİ ALIN GELİYORUM TESLİZ OLMAYA
Mesela şöyle der bağlılarına, “Biz gördük gördüğümüz, yaşadık yaşayacağımız kadar. Siz çoluk çocuğunuzdan, sabilerinizden ayrı kalmayın. Zaten bezdim bu gavur yadellerde yaşamaktan. Siz yanmayın, ben yanarım sizin yerinize de!..”
Yetkililere de der ki, “Onların suçu yok bana inanmaktan başka. Alacaksanız beni alın. Geliyorum teslim olmaya…”
Bir lider işte bunları demiyor, diyemiyorsa bunun iki nedeni vardır. Ya öz benliği bunları söylemeye müsait değildir, ya da etrafı kuşatılmış yani esir düşmüştür.
Hangisi?
Sevgili dostumuz Ali Bulaç bu sorunun cevabını vaktiyle vermişti. Şimdi ne der acaba?
REİSİCUMHUR 7 ŞUBAT’TA “ALACAKSANIZ BENİ ALIN” DEMİŞTİ, LİDER OLMAK BÖYLE BİR ŞEYDİR
Reisicumhur, 7 Şubat 2012’de, MİT Müsteşarı’nı içeri alma kumpasına karşı “dönemin Başbakanı” olarak şöyle demişti: “Alacaksanız beni alın!..”
Lider olmak böyle bir şeydir.
Yani kardeşlerim, lider olmak her şeyden evvel alnı açık gözü pek, sözü özü bir olmak demektir.
GÜLEN TÜRKİYE’Yİ BATI’YA JURNALLİYOR
“AKP kuruluş döneminde demokrasi, insan hakları, AB üyeliği, insanların ötekileştirilmesine son verme ve ekonomik kalkınma gibi vaatlerde bulundu. Bu vaatlere uygun icraatlar da yaptı. Ancak 2011’de üçüncü defa seçilmelerinden sonra demokratik kazanımlara tamamen zıt icraat başladı. Mesela, MİT’e süper yetkiler verildi, medyaya baskı yapıldı, dönemin Doğu Almanya’sının güvenlik ve istihbarat teşkilatı olan Stasi’nin siyasi metotları uygulandı…“
Hayır, bunları Cemal Hasan veya Sevgili Çandar söylemiyor.
Zaten “Stasi’nin siyasi metotlarını” bilecek kadar malumat sahibi olduklarını da sanmam
Bunları “mübareklerin lideri” söylüyor.
Nerde mi?
Almanya’nın en çok satan ikinci büyük gazetesi Süddeutsche Zeitung’a geçen gün verdiği söyleşide.
Daha evvel de Amerika ve İngiltere’nin önde gelen medya kuruluşlarına hep bu minvalde açıklamalarda bulunmuştu.
Sonuç itibariyle, Türkiye’yi Batı’ya jurnalden ibaret ifadeler işte.
Söz konusu gazetenin, “Erdoğan, dindar bir nesil yetiştirmek istediğini söylüyor…” şeklindeki sorusuna da, “Devletin görevi dindar bir nesil yetiştirmek olamaz…” cevabını çok manidar buldum.
O kadar ki, İhsan Yılmaz adlı The Camia mensubu akademisyenin, Amerika’da “Türkiye şeriata gidiyor” yollu jurnal edip, Türkiye’de “Şeriat istiyorum” diyen hallerini hatırladım.
Ben de bu elemanları kim yetiştiriyor diye merak ediyordum!
MUHSİN BAŞKAN’IN O SOYLU TAVRI NEREDE, ÜLKESİNİ BATI’YA JURNALLEMEYİ MARİFET BİLENLER NERDE?
Daha evvel bu köşecikte dercetmiştim: Muhsin Yazıcıoğlu’na, partisini henüz kurma çalışmaları döneminde, mahpus damında çektiği korkunç işkencelerden bahisle ( 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak’ta Cezaevi’nde yatmıştı) Uluslararası İnsan Hakları Örgütüne başvurup başvurmadığını sormuştum.
İşkenceleri soruşturmak için o tür örgütlerden ziyarete gelen heyetlerin olduğunu ama ülkesini kötü göstermemek için hiçbir zaman çektiği işkencelerden bahsetmediğini dile getirmişti.
Muhsin Başkan’ın bu soylu tavrı nerde, ülkesini Batı’ya jurnallemeyi marifet bilenler nerde!
EN BÜYÜK MARİFETİ TÜRKİYE’Yİ BATI’YA JURNALLEMEK
“Yaşadığınız gibi ölürsünüz” hadisi şerifinin tecellisi gibi ölmeden evvel, Kenan Evren’in açtığı davadan mahkumiyeti vardı Necip Fazıl’ın.
Ömrü mahpus damlarında geçmişti zaten.
Büyük Doğu mimarının ülkesini Batı’ya jurnal etmesini tahayyül bile edemezdiniz.
Nurettin Topçu, “İsyan Ahlakı” demekti. İslam’ın Protestanlaştırılmasına meftun olanların hazzedeceği bir mütefekkir değildi yani.
Osman Yüksel Serdengeçti harbi olmanın mücessem hali gibiydi. Sinsiliğin, takiyyenin zerresine tenezzül etmezdi.
Sezai Karakoç üstadımız Doğu’nun en büyük, en klas evlatlarından biridir.
Hepsinin ortak özelliği Batı emperyalizmine karşı Doğu’nun sesi ve ifadesi olmaktır.
En büyük marifeti Türkiye’yi Batı’ya jurnallemek olanların, “Bizi Osman Yükseller, Nurettin Topçular, Necip Fazıllar, Sezai Karakoçlar yetiştirdi” demesi her şeyden evvel bu değerlerimize saygısızlıktır.