Sabah gazetesi yazarı Fahrettin Altun bugün “Hocasının şakirdi” başlıklı yazısında, Ali Bulaç, Ahmet Altan, Hasan Cemali Cengiz Çandar gibi isimlerin nasıl FETÖ’nün paralı lejyoneri olduklarına dikkat çekti. İşte yazısı…
Yıllar yılı kendileri demokrat diye pazarladılar. En ala liberal biziz pozları kestiler.
Demokratız dediler, liberaliz dediler ama romantik devrimci edebiyatını da hiç elden bırakmadılar.
Hayatları boyunca pozisyon değiştirdiler. En son geldikleri yerin, en gelinesi yer olduğunu ballandıra ballandıra anlattılar.
Buna inanmayanı akılsızlıkla, zavallılıkla itham ettiler.
Dönmeliğin adeta kitabını yazdılar. Ama o kadar çok döndüler ki başları döndü.
Dönerken, ilk kez görücüye çıktıkları, piyasa yapmayı öğrendikleri kuytu köşelere uğramayı da ihmal etmediler.
Böyle yazmam sizi yanıltmasın. Her daim “fikir çilesi” çeken feylesoflardan bahsediyormuşum gibi oldu.
Öyle değil elbette. Kahramanlarımızın tek derdi ellerindeki imtiyazları korumak, kazanımlarını büyütmek.
Yani onların meselesi, “fikir çilesi” değil, imtiyaz ve itibar hasreti!
Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve benzeri tiplerden bahsediyorum.
Mehmet Altan, bir keresinde bana hararetli hararetli “ülke kötüye gidiyor” diye anlatıyordu. Bu tezine sunabildiği tek somut gerekçe ise “yazılarına son verilmiş olması” idi.
Yani Altan sülalesinden birinin, bir gazetede yazmıyor oluşu “ülke meselesi” değil de neydi?
Sonra Gezi kalkışması yetişti imdada. Ardından 17-25 Aralık kumpası.
Aradığı gerekçeleri buldu beyefendi. “Erdoğan düşmanlığı“nın aslında kişisel değil, ideolojik olduğunu göstermek için eline geçen her malzemeyi kullandı.
Gözümüzün içine baka baka “iç savaşın kanlı cehenneminden geçmeden Erdoğan’dan kurtulamayacağız” diye yazdı.
Biraderi Ahmet’le birlikte, halkı isyana çağırdı. Yanlarına Cengiz Çandar’ı, Hasan Cemal’i de aldılar.
Toplumun bir kesimini diğer bir kesimine karşı kışkırttılar.
Bu süreçte kendilerini adam yerine koyan birine, Fetullah Efendiye dayadılar sırtlarını. Onun işaret ettiği hedeflere nişan aldılar.
Uzun adam diye işaret etti, Erdoğan’ın diktatörlüğünden dem vurdular.
İç savaş dedi, PKK’yı desteklemeye, onun cürümlerini görünmez kılmaya çalıştılar.
Uluslararası ceza mahkemesi dedi, Türkiye, DAİŞ’i destekliyor yalanını uydurdular.
Hükümeti devirelim dedi, yolsuzluk edebiyatı yaptılar.
Yetmedi, şimdi darbenin gerekliliğinden bahsediyorlar.
Cengiz Çandar, daha geçen hafta TSK’yı “demokratik denetim mekanizmaları” arasında saydı. Ordunun düdüğü çaldığında oyunu durdurabileceğini söyledi.
Göz göre göre seçilmiş meşru iktidarın askeri darbe yoluyla indirilmesi çağrısı yaptı.
Halbuki şu AK Parti, dış politikada azıcık kendisine danışsaydı. Çok cici biri olabilirdi kendileri!
Hasan Cemal’e ne demeli? Hiç utanmadan sıkılmadan PKK’yı “sakın silah bırakma” diye ikna etmeye kalkıştı.
PKK devlete, millete silah sıktığında onun meşru gerekçeleri olduğunu savundu.
Hedef saptırdı, “akan kanın asıl sorumlusu, Saray’daki Sultan’dır” yalanları savurdu.
Türkiye devletini kendi halkına karşı soykırım yapan bir devlet gibi lanse etmek için elinden geleni ardına koymadı.
Bunlar ne için? Bir fikir çilesi, bir dava için mi? Hayır bunlar lejyoner. Ve üç kuruş imtiyaz için yapıyorlar bunları.
Bu gerekçeyle Fetullah Efendi’nin şakirtlerine dönüşmüş vaziyetteler. Önce işaret, ardından pozisyon alıyorlar.
Yazık size…
(FAHRETTİN ALTUN/SABAH)