Sabah gazetesinde Hilal Kaplan’ın “‘Hrant’ın Arkadaşları’ ve FETÖ” başlıklı yazısı şöyle:
Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi, beş ay sonra Ergenekon operasyonlarının başlamasına yol açan toplumsal ve siyasî atmosferi oluşturan bir dönüm noktasıydı. O atmosfer üzerinden FETÖ’nün devleti adım adım ele geçirmesi ve askeriye başta olmak üzere yuvalanması sağlandığına göre, cinayetin kodlarının çözülmesi, başka pek çok sırrın da deşifre edilmesini sağlayacak önemli bir adım olacaktır.
Aradan geçen on yıl içinde, kendilerine Hrant’ın Arkadaşları diyen grup dava hakkındaki en başarılı kamuoyu yönlendirmesini yaptı.
Evet, kamuoyunu bilinçlendirdiler diyemiyorum, yönlendirdiler.
“Hrant’ı Ergenekon öldürttü” şeklinde kesin hüküm bildiren yazılar ve programlar yaptılar. Hatta FETÖ’ye işaret eden Nedim Şener gibi gazetecilere de ‘acaba Ergenekoncu mu?’ şüphesiyle bakılmasını sağladılar.
O dönem ben dahil, pek çok kişinin “Hrant’ı ‘sadece’ Ergenekon öldürdü” tezini sahiplenme sebebi, kamuyu etkileme gücü yüksek olan ve Dink ailesinin de yanında duran bu grubun sözleriydi. Fakat sonradan anlaşıldı ki, bu isimlerden bazıları cinayeti kimin işlediğine ilişkin üretilmiş şemaları bile onlardan teslim alıp kamuya duyuracak kadar, özellikle Dink davasında payı olan Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek gibi FETÖ’cü polis şefleriyle yakındılar.
Sahte olduğu sonradan tescil edilen “Kafes Eylem Planı” gibi üretilmiş belgelerle, ‘derin devlet’in gayrimüslimleri hedef aldığını kamuya kabul ettiren de bu FETÖ’cü polis kliği ve ‘arkadaşları’ydı. Oysa derin devlet gerçekten gayrimüslimleri hedef alıyordu ama o derinliğin öznesi ve motivasyonu doğru ortaya konulmuyordu.
İşin kötüsü, gerçekler ortaya çıktıktan sonra da, birkaçı müstesna “Hrant’ın Arkadaşları”nın çoğu en baştaki iştahla FETÖ’ye işaret edemediler.
Daha vahimi, ‘Hrant’ın Arkadaşı’ olarak kariyer yapanlar, cinayetteki FETÖ izi netleşmeye başladığında dahi FETÖ kanallarında ve gazetelerinde çalışmakta, ‘paralel devlet’ iddialarına burun kıvırmakta beis görmediler.
Sonradan Agos Genel Yayın Yönetmenliği’nden alınan kişi ise, bu süreçte bir değil, tam iki kez “Bu dava paralele sığmaz” şeklinde manşetler atmış ve âdeta FETÖ’ye kol kanat germişti.
En vahimi de, Dink cinayeti hakkındaki Başbakanlık Teftiş Raporu kendilerine geldiğinde, raporda suçlanan Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek’in ismini sansürleyip raporda geçirmediğinde bile gazetesine karşı susan “Hrant’ın Arkadaşları” idi.
Olay o kadar vahimdi ki, FETÖ’cü polis şeflerini sansürleyerek koruyan Ahmet Altan’a, bu ülkede Hrant Dink ödülü verildi ve biz de alkışladık!
Ben bile bu garabet sebebiyle rahatsızken, üç yıldır bağıra çağıra FETÖ yapılanması hakkında yazılar yazarken, bu isimler utanmadan yarın Hrant Dink anmasında yine en önde olacaklar. “Biz nereye düştük böyle?” diye sordurtan bir durum gerçekten.
Her cinayet davasında, maktulün son görüştüğü kişi sorgulanır. Dink’in de en son telefonda konuştuğu kişi olan Etyen Mahçupyan’ın ise o dönem polislerce ifadesi dahi alınmamış. “Neden?” diye sormak ve bunun davayı soruşturan FETÖ’cü polislerle alakasını sorgulamak mahiyetindeki Güneş Gazetesi’nin haberini dilinize doladığınız kadar, cinayetin örtbas edilmesindeki kendi payınızı da, kendi ‘gazetecilik’ geçmişinizi de dert ederseniz isabet olur!