Yeni Şafak yazarı Salih Tuna bugün köşesinde Fetocuların dininin adını koydu: “Erdoğan düşmanlığı”. Yazısını okuduktan sonra her Müslüman Kur’ani bir gururla Fetoculara alçaklara dönüp, “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” diyebilir. İşte yazısı:
ERDOĞAN’A HAKARET EDEN GÜRUHTA “AKİL İNSAN” MUAMELESİ GÖREN ESKİ “YANDAŞ”
Bu köşecikte kaç kez yazdım unuttum; iktidarlar için “goygoyculuk” ne kadar zehirliyse, “eleştiri” de o kadar şifadır.
Dün gibi hatırlarım; “yandaş” tesmiye edilen gazetelerden birinin tepe ismi oluvermiş bir ‘dostuma’, “AK Parti’ye eklemlenmiş gibi hareket etmeyin, eleştirel mesafeyi koruyun” dediğimde, “Erdoğan’ın herhangi bir hatasını göremiyorum ki…” demişti.
Şimdi bakıyorum da Erdoğan‘a hakaret eden güruhta “akîl insan” muamelesi görmekle kalmıyor, hemen her fırsatta Sayın Cumhurbaşkanımıza “saldırmayı” marifet sanıyor.
Peki neden böyle oldu?
Yani, söz konusu eski “yandaş” dostumdan, “Erdoğan’ın ‘kalibresine’ sahip kim var bu ülkede? Onun cesaretine ve vizyonuna sahip kim var? Kimse yok. Erdoğan, Türkiye’de rakipsiz… Ama artık sadece Türkiye’de değil bence dünyada da önemli liderlerden biri…” diyen Ahmet Altan‘a kadar geniş bir “okuryazar” makulesi dün Erdoğan’ın bu denli yanındayken bugün neden iflah olmaz düşmanı kesildi?
Bu meyanda elbette kendime de sormalıyım: Dün “eleştirel mesafeden” bahsederken bugün neden her halükarda Erdoğan’ın yanında “pozisyon” alıyorum?
Erdoğan hiç mi hata yapmıyor?
Ne münasebet! Peygamberler hariç hiç kimse hatadan münezzeh değildir. Zaten bir lidere veya bir hocaya “hatasızlık” atfedildi mi, “haşhaş” almaya başlanıldı demektir.
Gönüldaşlık gereği kıymet hükmümüz şudur: “Biz Erdoğan’danız, Erdoğan da bizdendir”; lakin yanlışını gördüğümüzde de en güzel sözle uyarırız.
Bu köşecikte yazmaya başladığım 2005’ten 2011’e kadar “Açlığı öldüren açlık”tan “Boş ver iti” başlıklı naçizane yazılarıma kadar yeni sınıfın yeni dallamalarını veya umrede iş bağlayan abdestli kapitalistleri “içinden geldiğim camiayı tanıyamaz oldum” (Mart 2011, Yeni Şafak) diyerek yerden yere vurdum.
ERDOĞAN’A KARŞI İÇ VE DIİ DİNAMİKLERİN “HAYASIZ AKINI” BAŞLADI “POZİSYONUMUZU” ALDIK
Lakin…
Ne zamanki 2011’den sonra, Erdoğan’a karşı iç ve dış dinamiklerin “hayasız akını” başladı, algı operasyonlarına meze olmamak için “eleştirel mesafeyi” erteleyip “pozisyonumuzu” aldık.
Bu pozisyon şundan ibarettir ey kâriîni güzîn: Onlar 2011’den itibaren Erdoğan’a saldırdıkça biz Erdoğan’ın yanında yer aldık; onlar yemek istediler biz de “yedirmeyeceğiz” dedik.
Oktay Ekşi (Hürriyet eski başyazarı CHP milletvekili) 2011’den evvel “askeri vesayet” yıkılırken Erdoğan‘ı, Menderes‘in akıbetiyle tehdit etmişti.
Sayın Erdoğan, 2011 sonrası, “paralel vesayeti” yıkarken önce Cemal Hasan, “sonu Menderes gibi olacak dedi”, sonra Barış Yarkadaş (CHP milletvekili) “Sonu Menderes gibi bile olmayacak” dedi. Geçen gün de Ahmet Altan, “Erdoğan yargılanma hakkını kaybetmiştir” dedi ve 1 Kasım seçimlerinde AKP’liler iktidar olursa, niye iktidar olduk diye pişman olacaklar diye ekledi…
Hülasa, alayı birden Oktay Ekşi’de buluştular.
Diyecekseniz ki, 2011’den sonra ne değişti?
Erdoğan iddia ettikleri gibi otoriterleşti, özgürlükleri kısıtladı, yargı bağımsızlığına müdahale mi etti, ne oldu?
Tam aksine…
2011’den önce henüz piyasaya çıkmamış kitapların yazarları tutuklanır orduya kumpas kurulurken, 2011’den sonra “paralel yapının” eline geçen yargı tarafsızlaştırılmaya çalışıldı; Kürt çocuklarının her sabah, “Türküm doğruyum çalışkanım” demek zorunda bırakıldıkları “andımız” kaldırıldı; anadilde eğitimin önü açıldı; vakıf malları sahiplerine devredildi, uzun lafın kısası, “demokratikleşme paketi” açıklandı.
ASLINDA OLAN ŞUYDU
Aslında olan şuydu:
Erdoğan‘ın, “One Minute” çıkışı nedeniyle, Irkçı Siyonist network tarafından üstü çizilmişti. Ne ki, 12 Eylül 2010 referandumunda Erdoğan’a ihtiyaç vardı. Zira “paralel yapı” mahut referandumla devletin kılcal damarlarına yerleşmesini tamama erdirecek, HSYK‘yı büsbütün ele geçirecekti.
İşlerini bitirince yani “teknik nakavt” düzeyine erişir erişmez de Erdoğan’ı bitirmeye karar verdiler.
İşe evvela algı oluşturmaktan başladılar.
Bunun için de kripto elamanlarını, sütre gerisinden destekledikleri medya organlarını ve “teknik nakavtı” oluşturan mekanizma marifetiyle kendilerine mahkum ettikleri “çevreleri” devreye soktular.
İlk “huruç” hareketine 7 Şubat 2012 MİT kriziyle başladılar. “Altın vuruş” mesabesinde bir “huruçtu” bu, ne ki ellerinde patladı, haliyle ricat etiler.
Lakin vazgeçmediler!
Yurtdışına kaçan savcı Zekeriya Öz‘ün, “keşke PKK da katılsaydı” dediği Mayıs 2013 Gezi gericiliğinden de istedikleri sonucu elde edemediler.
Çılgına döndüler!
Baştan sonra kurgudan ibaret, “yolsuzluk” susturuculu 17- 25 aralık darbe girişimi de ellerinde patladı.
Son bir umutla “adı ekmel, iman-ı ekmel, ihsân-ı ekmel, ihlas-ı ekmel” diyerek Ekmeleddin İhsanoğlu’na sarıldılar ama Sayın Erdoğan‘ın ezici bir üstünlükle seçilmiş cumhurbaşkanı olmasına engel olamadılar.
PARALEL YAPININ YENİ DİNİNİN ADI ERDOĞAN DÜŞMANLIĞI
Delirdiler!
7 Haziran seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar olabilecek sayıya ulaşamayınca yüzde 60’lık blok hayaline kapıldılar, çok geçmeden hayal kırklığına uğradılar.
Haset, kin ve nefretle malul kendilerine yeni bir din edindiler.
Bu dinin adı, Erdoğan düşmanlığıdır.
Bu dinin de ritüelleri, ayinleri, beddua seansları var. Ve, bu dinin de müttakileri, müraileri, münafıkları var.
Öyle bir din ki “Bu kupa Amerika’ya girsin” diyen arkadaşla “bir gülüşüne servetim feda olsun” diyen işveren aynı safta yer alabiliyor.
Bu dinin de “muttakileri” var. “Bugün Erdoğan düşmanlığı için ne yaptın” dercesine hem de. Mesela, bunlardan biri (savaş olunca barış, barış olunca savaş isteyeni) havada karada denizde dilinden Erdoğan‘ı düşürmüyor.
Öyle bir din ki bu Reyhanlı katliamına “maliyet” diyen muhteremle “neyi battı bize bu adamın” diyen eleman aynı “halaka-i tuğyana” katılabiliyor.
Öyle bir din ki “Asılacaksın ulan” diyerek cezbeye giren veya “Kürtlerden alışveriş yapmayın” diyerek kendinden geçen psikopatla “gidecek abicim, gidecek” diyen mülaaneci aynı sayhayı atabiliyor.
BU DİNİN MECZUPLARI VAR
Bu dinin de meczupları var.
Bunlardan biri (profesör üstelik) Letonya beraberliğinin ardından “Bravo Fatih Terim ve elbette Bravo Recep Tayyip Erdoğan” diyebildi.
Bu dinin de “AK Parti yüzde 40‘ı geçerse, demokrasi dışında mücadele edilmelidir” diyebilen “mücahitleri” var.
Bu dinin de ayinleri var. Mesela, geçen gün 180 “aydın” (beş para etmez bir bildiriye imza atarak) toplu ayin gösterisinde bulundular.
Bu dinin de engizisyonu, aforozu falan var.
Şayet Sayın Erdoğan’ın yanı sıra Gülen‘e veya “paralel yapı”ya karşıysanız bu dinden çıkartılır, mürted ilan edilirsiniz.
Onun için olsa gerek, Doğu Perinçek ve Vatan Partisi, Erdoğan’a karşı çıktığı kadar “Paralel yapıya” da karşı çıktığı için bu dine kabul edilmiyor.
Bu dine girmek için Erdoğan düşmanlığına asla ve kat’a şirk koşmayacaksınız.
Sadece Erdoğan’a düşman olacaksınız!
gülenciler tepeden tırnaga müşteşrik sınıfından.. tarihte örneği çok.. haşhaşi benzetmesiyse tam oturuyor.. genel yapılanma stiline ve vardıkları noktaya bakarsak günümüz YEHOVA ŞAHİTLERİ de diyebiliriz.. himmet ilişkisi ise tam bir TİTAN vakası