Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, müzik alanında, Kürtçe klip çekeceğini açıkladığı için 1999 yılında linç edilmeye kalkışılan Ahmet Kaya’ya verildi. Bu güzel jestin Ahmet Kaya’nın doğum günü dolaylarında olması da ödüle ayrı bir anlam kattı.
O MANŞETİ ATAN ADAM GÜNAH ÇIKARDI
O dönemde Ahmet Kaya’yı linç edercesine manşetler atan Ertuğrul Özkök de bugünkü yazısında bu ödülden ve Kaya’dan bahsetti.
Paris’te Ahmet Kaya’ın mezarına gidip çiçek koyduğunu söyleyen Özkök yazısında adeta günah çıkarttı.
O UTANÇLA YAŞAMAYI ÖĞRENDİM!
Özkök bugünkü yazısında Ahmet Kaya‘ya verilen ödüle tam destek sunarken Kaya için 1999 yılında Hürriyet’in yayın yönetmeniyken attığı “Vay şerefsiz” manşetinin de özeleştirisini verdi. “Bugün olsa o manşeti atmazdım” diyen Özkök hayatı boyunca bu utançla yaşamak zorunda olduğunu ekledi. “Mazeret aramak yerine, “Benim mazimdir” deyip o utançlarla yaşamayı öğrendim. Arayıp da bulabileceğim bir mazeret yok.” diyen Özkök, Ahmet Kaya’da yaptığı bir alıntı ile yazısında nokta koydu.
İşte Özkök’ün yazısındaki ilgili bölüm:
Haberi duyduğum anki samimi hissiyatım şuydu:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu yılki büyük ödüllerden birini Ahmet Kaya’ya vermiş olmasına bütün kalbimle çok sevindim.
Bütün kalbim ve samimiyetimle söylüyorum ki, doğru ve çok güzel bir jest yapmıştır.
Devletin, kurumların ve kişilerin ona yaptığı haksızlığın giderilmesi bakımından, çok önemli ve anlamlı bir hareket olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanı’nı bu kararından dolayı bütün kalbimle kutluyorum.
* * *
Hoyrat bir devlettir bizimki…
“Zamanın ruhu” belki bu hoyratlıkları görmezden gelmiştir. Ama ayıp ve günahın bir devletin üzerinde kalmaması gerekir.
O bakımdan bu kararı alanlar doğu bir adım atmıştır.
* * *
Diyeceksiniz ki, “Bu hoyratlığı yapanlardan biri de sensin”.
Evet öyleyim.
Durmadan diyorum ya, bugün olsa o manşeti öyle atmazdım.
Ama ne yazık ki, hiçbirimiz, geçmişte yaptıklarımızı, arşivlerden silme imkânına sahip değiliz.
Ayrıca silme hakkına da sahip değiliz.
Devletler bu âlicenaplıklarıyla büyürler…
Bana gelince…
Daha önce de söyledim.
Bugün, o haberi yine manşet yapardım. Ama başlığı öyle atmazdım. O günlerde müziğini çok sevdiğim, “Saza niye gelmedin”ini yüzlerce defa dinlediğim Ahmet Kaya’yı bu kadar hırpalayacak, üzecek bir laf yerine daha zeki, daha muzip bir laf bulurdum.
O bile sadece gülerdi belki…
* * *
Paris’te gidip mezarına bu samimi duygularla çiçek koydum. Bazı insanlar beni yerden yere vurdular.
Tahmin ediyorum, bu yazıdan sonra da aynı şeyi yapacaklar.
Umurumda mı…
Elbette umurumda, ama hiç önemli değil.
Her gazeteci, mazisinde, şöhretli veya şöhretsiz insanlara yaptığı haksızlıkları taşıyarak yaşamaya mahkûmdur.
* * *
Bir zamanlar geçmişte yaptığım hatalara mazeretler arardım.
Bazen bulurdum, bazen de bulamazdım.
Uzunca bir süredir bundan vazgeçtim.
Mazeret aramak yerine, “Benim mazimdir” deyip o utançlarla yaşamayı öğrendim.
Arayıp da bulabileceğim bir mazeret yok.
Ama bugün başka gazetecilerin, gazetelerin yaptıklarına, attıkları manşetlere, yazdıkları yazılara baktığım zaman şunu daha iyi anlıyorum.
Mazeretim yok, ama bunları taşıyarak verebileceğim dersler var.
Hep aynı hikaye, hep kısa dalgadan yayın yapan Çukurova radyosu gibisin be! Bilseydim demezdim, yapmazdım, etmezdim, o manşeti çekmezdim, cart curt, hart hurt…Kimi kandırıyorsun sen? Geç oni geç! İş işten geçtiğinde dönüşün olmayacağına dair bir sürü Ayet ve Sureler olduğunu biliyor musun, Ertuğrul’cuğum? Bu dünyada da öbür dünyada da pişmanlığın fayda etmeyeceği günlerin olacağını bilmiyorsan Amiral Gemisinin dümenine ne diye geçtin, geçiyorsun diye sorulmayacağını mı sanıyordun?