Bu milletin; “annesinin mevlidinde Kur’an okuyan bir Başbakan” gördüğünü kaydeden Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, Erdoğan’ı çok sevdiğini belirtti. “Erdoğan, İslâm ümmeti için bir fırsattır” diyen Hatipoğlu, ümmetin de bunun farkında olduğunu belirterek, “Yurtdışına çıktığımızda artık itibar görüyoruz. Ümmet, ‘Ne oluyor?’ diyen, sorgulayan, dik duran liderler istiyor. Erdoğan da hep dik durmuştur” şeklinde konuştu.
İlahiyatçı Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, Akit’e konuştu. Hatipoğlu; çözüm sürecinden Mısır’daki idamlara, üç aylardan kandil gecelerine, belediye başkanlık adayı teklifinden aldığı maaşa kadar sorduğumuz soruları cevapladı. İşte Prof. Dr. Hatipoğlu’nun sorularımıza verdiği cevaplar…
Öncelikle ülkemizi il il geziyorsunuz ve insanlarla birebir irtibat içindesiniz. Bu noktada halkın İslâmî bilgisi size göre ne seviyede?
– Halkın; inanç, iman ve teslimiyet düzeyi; dinini okumuş olan, bilimsel formatlarıyla ön plana çıkan, çok beyin jimnastiği yapan kesimlerden çok daha sağlam, çok daha temiz ve çok daha durudur. Halkın bilgi düzeyinin de yüksek olduğuna inanıyorum. Çünkü iman varsa bilginin bir anlamı vardır. İman yoksa bilginin hiçbir anlamı yok.
Ülkemizde son günlerde çocuk cinayetlerini konuşuyoruz. Bu cinayetler dinî eksiklikten kaynaklanıyor olabilir mi?
– Bu konuda dini eğitim eksikliği elbette ki konuşulur. Bu noktada vicdan eksikliğinden de bahsetmek mümkündür. Manevi bir eksiklik var. Burada, Milli Eğitim Bakanlığı çok önemlidir. Bakanlık; anaokullarından başlayarak liseye kadar çocuklarımızı hem insan olma açısından, hem vicdan açısından, hem din, hem de toplum olarak bir yerde yaşarken çevreyi nasıl paylaşacağımız açısından eğitmelidir.
Peki bu cinayetleri işleyenlerin cezai müeyyidesi nasıl olmalı?
– Çocuk cinayeti işleyenler idam edilmelidir. Allah kısasa kısas diyor. Allah kula bu hakkı tanıyor. Devlet bu sorumluluğu taşımak zorunda; çünkü toplumun selameti ve kamu vicdanının rahatlaması adına bunların konuşulması gerektiğine inanıyorum. İdam olursa mazlumun ailesi rahatlayacaktır. Çocuk cinayetlerini duyduğunda ekmeği boğazında kalan 76 milyon da rahatlayacaktır.
Türkiye’deki cemaatler insanların dinî bilgilerinin gelişmesi için neler yapmalıdır?
– Cemaatlerin, tarikatların, farklı vakıf ve derneklerin yani hepsinin olmasından ve insanları eğitmesinden yanayım. İnsanların cemaatlere bağlı kalması, bağlanması, cemaatlerle ilgilenmesi son derece normaldir. Cemaatler; insanları Allah’a, Peygambere, Kur’an’a yönlendiren birer ekoldür, okuldur. Bu anlamda illa ki lazımdır ama anormal olan şu; eğer cemaatler bir noktadan sonra kendi hocalarına, üstatlarına, şeyhlerine, mürşitlerine insanları davet ediyor da, Allah’a ve Peygamberine davet etmiyorsa, kırılma noktası burasıdır. Allah ve Resulü’nün menfaati İslam’ın geleceği, cemaat menfaatlerinin çok üzerinde olmalıdır ve insanlar bunu sorgulayabilmelidir. Çünkü kayıtsız ve şartsız itaat ancak Allah’adır. Şartlı, sonsuz itaat ancak Hz. Muhammed’edir.
Burada cemaatlerin siyaset ile ilişkisi nasıl olmalı?
– Hepimiz bazen siyasi mesajlar verebiliyoruz. Çünkü gerekiyor. Siyaset; “Şu partiye oy ver veya verme demektir” ama bir siyasi liderin dine hizmeti varsa, bu hizmeti övmek siyaset değildir. Cemaatler siyaset üstü kalmalı, yorum yapabilirler ama müdahil olmamalıdırlar. Âlimler alimliğini, hocalar hocalığını, siyasetçiler de kendi işini yapmalıdır.
– Peki cemaatlerden konu açılmışken; burada Fetullah Gülen grubunun son dönemde bir darbe girişiminde bulunması hakkında ne düşünüyorsunuz?
– Devleti idare edenlerin eksiği veya doğru bir şeyi varsa, uygun bir dille, edep dâhilinde onlara bunu fısıldayıp, “Size dua ediyoruz” dememiz gerekir. Hepimizin bulunması gereken konum budur. Bunun dışına çıkarsak, saygınlığımızı yitiririz. Bizler birlik-beraberliği zedeleyen, ayrı-gayrıya düşüren değil birlik olmayı destekleyen olmalıyız. İslam bize bunu emrediyor.
Bazı cemaatler; dünyada yaşanan zulümlere, göz göre göre yapılan katliamlara tepki göstermiyor. Bir bakıma ümmetin derdi ile dertlenmiyor. Bu durumu nasıl görüyorsunuz?
– Fıkıhçılar; “Müslümanların birine zarar gelirse o Müslümanların bulunduğu beldeye yakın olan bütün Müslümanlar günahkâr olur” diyor. Bugün Mısır’da binin üzerinde idam kararı var. İslam âlemi ise bu durumu sadece seyrediyor. Herhalde sesi çıkan tek ülke Türkiye’dir. Şu an bütün cemaatlerin ayağa kalkması lazımdır. Ne yazık ki duyarsız ve derin bir sükût içerisindeyiz. Ümmetin kanayan yaraları konusunda Afrika’da Müslümanlar diri diri yakılıyor. İslam âlemi yine sessiz, cemaatler kendi meseleleri ile meşgul; ümmetin meseleleri ile meşgul değiller.
Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan için övgü dolu sözler söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
– Turgut Özal, Şahı Nakşibendi hazretlerinin kabrini ziyaret edip döndükten bir müddet sonra vefat etti. Halk cenazesini tekbirlerle kaldırdı. Milyonlarca insan ağladı ve sokağa döküldü. Çünkü Özal, sivil bir Cumhurbaşkanıydı ve halkın içindeydi, halkın imanını paylaşıyordu. Arkasından Erbakan geldi. Erbakan’ı, “savunan adam” diye tanıdık. Başörtüsü için çile çekmiş bir adamdır. Rahmetli Erbakan ile çok görüşmüşümdür. Ne kadar samimi bir mümin ve sadık bir Müslüman olduğunu çok iyi biliyorum. Halk, Erbakan’ın cenazesini elden ele taşıdı.
Başbakan Erdoğan’ı ise özel olarak çok seviyorum. Siyasi, politik mülahazaların üzerinde bu cümleyi kullanıyorum. Erdoğan, İslâm ümmeti için bir fırsattır. Ümmet de bunun farkında. Türkler, yurtdışına çıktığından artık itibar görüyor. Arap âlemi, bize neler olduğunu soruyor. Ümmet, “ne oluyor?” diyen, sorgulayan, dik duran liderler istiyor. Eğer Erdoğan bunu vermişse muhalefetin de, “bu konuda arkandayız” demesi lazım.
Annesinin mevlidinde Kur’an-ı Kerim tilavet eden Başbakanı bu millet Elhamdülillah gördü. Başbakan; başörtüyü eğer serbest bırakmışsa, okullara Kur’an ve siyer dersini koymuşsa, Kur’an kurslarının önünü açmışsa, benim öğretim üyesi olduğum ilahiyatta düne kadar öğrenci sayısı 200’e kadar düşmüşken bugün binlerce öğrenci varsa; ben bu işi yapan insana “Allah sonuna kadar seninle beraber olsun” derim. Bunun siyasetle, politikayla hiçbir ilgisi yok. Onun için Mevlam hizmet eden, gayesi Allah ve Peygamber olanın önünü açsın ve biz dualarımızla en azından onlara destek olmamız gerekir. Biz kimseden çekinmeden, ürkmeden, her doğrunun arkasında olmak zorundayız.
Terör, G.Doğu’yu dinsizleştirmek için kullanıldı
Diyarbakırlısınız ve şu anda da çözüm süreci konuşuluyor. Siz çözüm sürecine nasıl bakıyorsunuz?
– Çözüm süreciyle beraber insanların yüzü gülüyor. Kepenkleri inmediği için ekmek kazanıyorlar, para kazanıyorlar. Anneler ağlamıyor, şehit cenazeleri gelmiyor. Karakoldaki askerimizin yüzü gülüyor. İkincisi; gerginlikten, kavgadan ve kanı istismardan güç kazanma ihtimali olanların gücü azalıyor. Bunu görebiliyorsunuz. Bunlar sevinmek için yeter.
Çözüm sürecinde dikkat çeken farklı bir konu da var. Terör ile beraber ırkçılık duygusuyla insanlarda dine karşı soğuma meydana geliyordu. Şimdi ise insanlar; dağı, silahı, mermiyi düşünmeyince Allah’ı düşünmeye başlıyorlar. Bu bizim için en büyük kazanımdır.
Bu yüzden terörün her zaman Türkiye’yi bölmekten öte, Türkiye’yi, özelde Güneydoğu’yu dinsizleştirme amacıyla kullanıldığına inanıyorum. Onun için de terörün bitmesi, bizim için dinin daha iyi anlatılması konusunda müthiş bir zemin oluşturacaktır. Bundan dolayı mutluyum.
Üç aylarda Kur’an’a dönüşü tetiklemek lazım Mübarek üç ayları nasıl geçirmeliyiz?
– Üç ayların zirvesi Ramazan ayıdır. Peygamberimiz; “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bereketli kıl, bizi Ramazan’a ulaştır” diyor. İstanbul’da akşamüstü sokaklar bomboş olması Ramazan’ı ferdi bir ibadetten çıkarıp, sosyalleşmiş bir ibadet haline dönüştürdü. Burada, Kur’an’a dönüşü tetiklemek lazımdır. Kur’an’ı çok okumalıyız. Kur’an’ın meali ile de yetinmemeliyiz, mutlaka tefsir de okumalıyız. Rasulullah’ın sünnetini okumamız lazım. Bir araya gelip birbirimizi hayra teşvik etmeliyiz. Üç aylarda namaza, ibadete meyilli olanları, mutlaka kazanmalıyız. Anne-babalar ihmal edilmemeli. Dostlar ihmal edilmemeli. Burada “biz kurtulduk ama öteki kardeşim yandıktan sonra ben cennette bile mutsuz olurum” diye düşünmek lazım. Üç aylar bütün bunları bize hatırlatmaktadır…
Kandil, ‘kandil simidi’ değil, ‘can simidi’dir Kandil gecelerini nasıl değerlendirmeliyiz?
– Kandil düşmanlığını anlamakta zorlanıyorum. Kandilde, Kur’an okunuyor. Kandil, “kandil simidi” değil, artık insanları kurtaracak olan bir “can simidi” olan malzemeye dönüştü. İnsanları namaza, ibadete çağırıyoruz. İnsanlara, 3-4 saat boyunca Allah’ı hatırlatıyor. Birbirleri ile kandilleşiyorlar. Bunun neresi bidat?
Kaldı ki bir şey eğer İslâm’a aykırıysa, o konuda hiçbir temennim olmaması lazım. Kadir gecesi hakkında ayet var. Allah; İsra ve Miraç’tan bahsederken, “Kulu Muhammed’i Mekke’den Kudüs’e Mescid-i Aksa’ya götüren etrafı şerefli olan, kutsal mekân” diyor. Demek ki kandillerin bir dayanağı var. Hadislerde de ifade ediliyor. Kandillerle onbinlerce insanın döndüğüne şahit oldum. Kandiller insanların döndüğüne vesiledir.
Bizi sevmeyenler ‘para’ ile vurmaya çalışıyorlar Nihat Hatipoğlu denildiği zaman çok para kazandığınız konuşuluyor. Siz bu haberleri nasıl karşılıyorsunuz?
– Bu haberler tamamen kurgulanmış, basit bir kafa bulandırmadır. Daha ötesini Allah muhafaza eylesin. Artık insanlar hakkında her şey beklenebilir. Herkes şantajla, montajla, rezaletle karşılaşabilir. Bu konuda bizim duruşumuzu eleştiremeyen ama kıskanan, rahatsız olan, insanlar, “Hocaya nasıl vurabiliriz” diye para işinden bahsediyorlar.
Hedef ve Arifhan radyolarında çalışırken hiç para almadım. Kanal A’da 5 sene program yaptım, hiç para almadım. Flash TV’de program yaptım, hiç para almadım. Star TV’de program yaparken, kanal TMSF’nin olduğu için bana mecburi olarak para vermek zorundalarmış ve bu konuda da en alt limiti istedim. Star’da çalışırken, program başına 500 TL alıyordum ama bana “20 bin TL alıyor” diye iftira attılar. Bu durum belaltı vurma, çekememezlik, kıskançlıktır.
Bu konuyu sürekli kullanıyorlar… Vesilem ile namaza başlamış, örtünmüş, İslâm’ı öğrenmiş bir kişi bile bu dezenformasyondan dolayı, eğer bize soğuyorsa; bütün bunları yazanların hepsini Allah’a havale ediyorum. Bu artık şahsımla ilgili değil, imanla ilgili bir meseledir. Çünkü o insanların imanını sarsıyorlar. “Bu adamı sevmiyorum” de, daha düzgün olur. Dedikleri rakamları alsak da hayır için harcasak.
‘Halka henüz son cümlemi söylemedim’
Başbakan Erdoğan ile 30 Mart Yerel Seçimlerinden önce bir görüşme gerçekleştirmiştiniz. Burada size Diyarbakır Belediye Başkan adaylığı teklif edildi mi?
– Diyarbakır’da yapılan anketlerde, Nihat Hatipoğlu olursa daha yüksek oy alınacağı yönünde bir kanaat ortaya çıkmış. Başbakanımız ile uzun bir görüşme yaptık. Başbakan’ın demek istediği şuydu, “Seni kişiliğinle, imanınla, ilahiyatçı vasfınla Diyarbakır’a aday koymak istiyorum. Güneydoğu halkına bu bir mesajdır. Bizim çözümümüz kavga, gürültü değil, sevgidir, barıştır. İşte evladınız burada.” Bu benim için son derece onur verici bir teklifti. Kabul etmememin sebebi bir reddediş değildi, “Beni mazur görün” dedim. Konferanslarımdan birkaçının görüntülerini gösterdim. Her bir programda 10-15 bin kişi var. “Bu kitlelere henüz söylemem gereken sözler var. Henüz son cümleleri söylemedim onlara. Ben bunlara devam etmek istiyorum” dedim. Sağolsunlar beni kırmadılar, mazur gördüler. (AKİT)