SPİN DOKTORLARI
Amerika’da kurulan ve 90’lı yıllarda dünyayı kasıp kavuran Neo-Hippi grubu “Spin Doctors”un en popüler şarkısının ismi “Bir şeye inanmak zorundasın” idi.
“Spin Doctor” terimi Amerika medyasında çokça kullanılan ve üstüne uzun yazılar ve araştırmalar yapılan bir konudur.
Spin doktoru; medyanın çalışma mekanizmasını, gazetecilik mesleğini ve medya mensuplarını iyi tanıyan, retorik sanatını (söz söyleme sanatı) iyi kullanan ancak temsil ettiği kişi ya da grubun/kurumun çıkarları için gerçeği çarpıtarak inanılır hale gelmesi için bütün argümanları kullanan kişiye denir.
Spin doktorları, kamuoyunun dikkatini başka yöne çevirmekle kalmaz düşüncelerin yönünü de çevirir, onlara göre gerçeğin her zaman katı birşey olması gerekmez, gerçek su gibi de olabilir. Gerçeği parçalara bölerek incelediğinizde ve farklı açılardan baktığınızda gerçek olarak görünen şeyin tam tersi ortaya çıkabilir.
Dünyada spin doktorluğu ayrı bir iş kolu halinde görülüp, medyanın spin doktorlarının kullandığı argümanlardan en önemlisi olarak tanımlanırken, Türkiye’de iş tam tersine dönmüştür. Spin doktorları bizzat medyanın unsurları haline gelmiştir.
Gazeteciliğe soyunan ve asıl mesleklerini unutturan spin doktoru topsakallar bir çok konudaki üstünkörü bilgilerini fikir diye kamuoyuna sunmaya başladılar. Bunların saçmalıklarını dinledikçe aklıma, Aktüel Dergisi’nin, 1993 yılında “Medya Maydanozları” haberi geliyor.
Aktüel muhabirleri, uzman olduğunu söyleyerek herşeye yorum yapan medyada öne çıkan şahıslara, kendi uydurdukları “etnodertin” adlı bir hastalıkla ilgili görüşlerini almak için görüşmeler yapmış ve akıllara durgunluk veren yanıtlar almıştı.
Medyanın önde gelenleri “bilmiyoruz” demiyor, kendilerine sorulan soruya “Hastalığın yurt dışı kaynaklı olduğu; Güneydoğu’da yayılmaya çalışıldığı; korkulacak bir şey olmadığı; Sağlık Bakanlığının durumu kontrol altına aldığı” gibi saçma sapan bir sürü yorumlar yapıyorlardı. Çünkü ne söylerlerse nasıl olsa inanılıyordu.
Türkiye’de içinde bulunduğumuz duruma bakınca bu tarz adamların mesleğin ilkeleri gereği, gazetecilik mesleğinden zaman içinde çıkmaları, elenmeleri gerekirken daha da kök salmaları gerçekten Türk medyası için üzüntü verici bir durum.
Örneğin, Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini NTV kanalının düşürdüğünü manşetten yayınlayıp sonra hata yaptık galiba diyen bir Taraf gazetesi ve yönetimi, o zaman medyaya ciddi bir öz eleştiri verebilseydi acaba daha sonra attığı “üstten tutturmalı manşetleri” yapabilir miydi?
Medya patronu olmayan bir yöneticinin, 1982 yılında Nokta Dergisi ile başlattığı paket haberciliği, Nokta’nın 2007 yılında kapanmasıyla birlikte aynı yıl kurulan Taraf gazetesi ve Ahmet Altan tarafından devralınarak bavul haberciliğine dönüşünü acı bir tebessümle izliyoruz.
SPİN uzmanı “Topsakal çetesi” işte bu kafası karışık durumdaki medya zemininde kendine yer buldu ve gerçekleri kendine göre parçalara ayırıp kamuoyunda algı yanılgısı yaratarak, mensubu oldukları gruba politik menfaat kavgasında çıkar sağlamak ve bir aferin almak adına Türkiye’nin istihbarat teşkilatını hain, Türkiye’ye çağ atlatmaya çalışan Başbakan’ı yalancılıkla, çakallıkla suçlayıp en ağza alınmayacak hakaretleri etmekten çekinmediler.
Topsakallar, medya maydanozu olup aslında ne olduğunu bile tam bilmedikleri konular hakkında ellerine verilen metinleri uzun uzun TV kanallarında anlatıp, ortalığı köpürterek kamuoyunu Başbakan’a karşı siyasi rant hesabıyla hareketlendirmeye çalıştılar.
Bu topsakallar, bir bakanlık koltuğu, bir müsteşarlığı daha ele geçirmek adına Türk siyasi tarihine kara bir leke olarak düştüler.
Bütün çabalarına rağmen Başbakan’ı dirayetli duruşundan geri adım attıramadılar, bunun üzerine kendilerini kurtarmanın derdine düştüler.
Utanmadan sosyal medya üzerinden kendilerine acındırmaya çalışırken, diğer taraftan araya hatırlı aracılar koyup yalvarıyorlar, ne kadar yalvarsan boşuna “Topsakal Aytaç”, artık polis okuluna misafir konuşmacı olarak bile giremiyorsun, darısı çetenin diğer üyelerinin başına. Unutmayın ki, bütün korumalarınız geri çekilip size belge taşıyanlarla birlikte vatana ihanetten yargılanacağınız günler çok uzakta değil.
Tehdit mesajlarınız, şantajlarınız artık sökmüyor, keser döndü sap döndü, Meclis ziyaretlerinizin ve sohbet toplantılarınızın bitmesine az kaldı, tadını çıkarın.
Bu konuyu, topsakalların çok sevdiği ABD’den yakın zamandaki ünlü bir örnekle sonlandıralım. W.Bush döneminde CIA ile savaşa istekli Beyaz Saray arasında Irak konusunda yoğun bir mücadele sürmekte iken CIA karşıtı bir derin damar, CIA’in kamuoyu nezdinde zor duruma düşmesi için kitle imha silahları konusunda uzman olan ve CIA’in yetiştirdiği en iyi ajanlardan olarak gösterilen Valerie Plame ve eski büyükelçi olan eşi Joseph Wilson’un ismini New York Times gazetesi muhabiri Judith Miller’e sızdırdı.
Eski Büyükelçi Joseph Wilson, CIA adına, Nijer’in, Irak’a nükleer silah yapımında kullanılan maddeler verip vermediğini araştırmış ve somut bir kanıt elde edememişti. Wilson, daha sonra New York Times’da bir makale yazarak, Beyaz Saray’ı Irak’ta savaş için istihbaratı çarpıtmakla suçlamış iktidardaki Cumhuriyetçileri kızdırmıştı.
CIA ajanının kimliğini açıklamak suç olduğu için bilgileri kimin sızdırdığı, özel yetkili savcının uzun süren araştırmaları ve Judith Miller’in 85 gün hapiste kalması sonucu ortaya çıktı. Bilgiler, CIA’den intikam almak isteyen, Başkan yardımcısının özel kalem müdürü Lewis Libby ve ABD’deki en ünlü spin uzmanı olan Bush’un siyasi danışmanı Karl Rove tarafından özenle sızdırıldığı ortaya çıktı.
ABD seçmeni bu ayak oyunları yapan ve CIA gibi hassasiyet içeren kurumları deşifre eden Cumhuriyetçileri ilk seçimde affetmedi ve Demokratları iktidara getirdi.
Anladınız mı şimdi, sizin de gözden düşmenize az kaldı, yakında ürettiğiniz yalanlar içinde boğulacaksınız.
ERDEM YAVUZ