Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç bugün yine kaleminin tüm sihrini konuşturup “ecnebi şair”, “ecnebi bestekar”lardan girdi, “Fethullah mersiyesi yazsın artık” dediği Hilmi Yavuz’dan çıktı.
“Hocaefendi yaşıyor ama örgütü öldü. Laga luga yapacaklarına ağıt yaksınlar. Melanetten mütevellit tövbe istiğfar zamanı değil midir?” diyen Ardıç’ın yazısı şöyle:
NİÇİN YENİ “MEVLİDLER” YAZILMIYOR?
Öteden beri kafamı kurcalayan bir mesele var: Niçin yeni yeni “mevlidler” yazılmıyor?
Hemen “tövbe ıstağfirullah” demeyiniz de dinleyiniz:
Mevlid-i şerif, peygamber efendimizin doğumunu anlatan bir şiirdir.
Başka bir şey de değildir.
Cahil insanlar arasında mevlidi “Kuran-ı Kerim’den bir parça” sananlar çoktur…
Oysa azıcık mektep medrese görmüş olan herkes, tarihte, bugün okunan Süleyman Çelebi’nin eserinden farklı, değişik değişik birçok mevlidler yazılmış olduğunu bilir.
Açtım baktım, Hamdullah Hamdi, Sivaslı Şemsettin Efendi gibi birçok kişi yazmış…
Besteye gelince: Bunu da, dört yüz yıl kadar önce Bursalı Sekban’ın yaptığı sanılıyor.
Bilinmiyor, sanılıyor.
Fakat Sadettin Kaynak ve Kemal Batanay da yeni besteler yapmışlar.
“Tutmadı” deniyor, bir dinleyebilsek belki beğeneceğiz. Duyamadık ki tutar mı tutmaz mı karar verelim…
O kadar ki, birkaç yıl önce, Abdullah Gül döneminde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Selman Ada yönetiminde bir “kantat” şeklinde de seslendirmiş.
Haa, demek ki mevlid “değişmez” diye bir şey yok. Bu ayıp da değil, günah da değil.
ÇÜNKÜ BUNLAR ECNEBİ ŞAİR, ECNEBİ BESTEKAR
Öyleyse niçin bir “oratoryo” şeklinde yeni besteler denenmiyor? Mustafa Kemal Atatürk Oratoryosu var da Muhammed Mustafa SAV Oratoryosu niçin yok?
Çünkü “laik” sanatçılarımız mevlidle ilgilenmiyorlar, onu sevmiyorlar, hatta hor görüyorlar, çünkü efendimize de aldırmıyorlar.
Çünkü bunlar, Attila İlhan’ın deyimiyle ecnebi şair, ecnebi bestekâr…
Mevlid yazmayı ya da bestelemeyi “gericilik” gibi kabul ediyorlar.
Atatürk’e “sensin yaratan” diye övgüler düzmeyi bilirler ama…
Bach, Haendel, daha birçokları dini eserler besteleyince büyük adamlar, Schubert bir “Ave Maria” yazınca büyük adam (Meryem Ana duasıdır), Mozart bir “Requiem” yazınca (mis gibi katolik cenaze duasıdır) büyük adam, bizim beyler mevlid yazarlarsa kendi mahallelerinde afaroz edilecekler! “İnanmak gerekir” diyeceksiniz belki…
Mozart masondu, kilise milise umurunda değildi, son eseri ve en büyük eserlerinden biri olan cenaze duasını da para için yazmıştı.
Verdi’nin bile bir requiem’i var, “dies irae” bölümü çok çarpıcı ve nefistir.
Ama Ankara’yı mekân tutmuş “Türk beşlerinin“, memur sanatçılarımızın mevlidi yok örneğin.
Fazıl Say’dan beklemiyoruz tabii ama Fahir Atakoğlu’nun da yok.
Şiirine gelince… Hadi alafranga sarhoşları geçtik ama “dindar” şairlerimizin de yok.
Demek ki bunlar kutlu doğumdan hiçbir heyecan duymuyorlar. Ya da çarpılmaktan korkuyorlar, ne bileyim?
HİLMİ YAVUZ’DAN “FETHULLAH MERSİYESİ” BEKLİYORUZ!
Yeni ve “modern” bir mevlidi, İsmet Özel’den, Sezai Karakoç’tan, özellikle Hilmi Yavuz’dan beklediğimizi yazmıştım. Bunun Hilmi Yavuz kısmını geri alıyorum.
Biz üstad-ı muhteremden şimdi artık bir “Fethullah Mersiyesi” bekliyoruz!
Hocaefendi yaşıyor ama örgütü öldü.
Laga luga yapacaklarına ağıt yaksınlar.
Melanetten mütevellit tövbe istiğfar zamanı değil midir?