Yeni Şafak gazetesinde Aydın Ünal’ın “Konu laikliğe nasıl geldi?” başlıklı yazısı şöyle:
İstanbul’da bir eğlence mekanına yapılan alçakça saldırı, okuduklarından, dinlediklerinden etkilenmiş, asosyal, içe kapanık bir psikopatın “dur şu yılbaşı kutlayanları cezalandırayım” diyerek gerçekleştirdiği manyakça bir saldırı değil.
Saldırganın arkasında bir örgüt, hem de DAEŞ’i bile aşan bir örgüt olduğu besbelli.
Saldırganın istihbarat toplaması, Kalaşnikof silahı bu kadar ustaca kullanması, üst üste defalarca şarjör değiştirmesi, mekandan kılık değiştirip çıkması ve hiç iz bırakmadan sırra kadem basması bir örgüt tarafından sıkı yetiştirildiğini gösteriyor.
Saldırı için seçilen mekan ve zaman da son derece sembolik.
Türkiye’de her yılbaşı öncesinde kutlamalara ilişkin tartışmalar olur. Gazeteler manşet atarlar, duvarlara ilanlar asılır, hutbelerde nasihatler verilir, dernekler, vakıflar, örgütler tavsiye niteliğinde uyarılar yaparlar, konu televizyonlarda tartışılır… Ancak, kimse kimseye saldırmadı, saldırmaz. Eğlenenler yine eğlenir, protesto edenler de ışığı erkenden söndürüp yatarlar.
Üstelik, Beşiktaş ve Kayseri’de PKK’nın kanlı saldırılarından, Rus Büyükelçiye suikasttan sonra, Türkiye’nin apaçık saldırı altında olduğu böyle bir süreçte, hiç kimse, yılbaşı gecesi bir eğlence mekanına yapılan saldırıdan farklı manalar çıkarmaz.
İyi de, o zaman olay nasıl oldu da laiklik tartışmasına geldi? Nasıl oldu da “yaşam tarzlarının, laikliğin, tercihlerin, farklılıkların, modernizmin, özgürlüklerin tehdit altında olduğu” kaygısı ortaya çıktı?
Misal, Reina saldırısını PKK gerçekleştirmiş ve üstlenmiş olsaydı, yine laiklik tartışması yapılır mıydı?
Daha saldırganın eşkali, kimliği, örgütü ortaya çıkmadan, saldırıyı “laikliğe tehdit” olarak sunmak, “fırsatçılık” deyip geçiştirilebilir mi?
Bir masanın etrafında oturup, saldırının mekanını, zamanını ve taşeron örgütü kurgulayanlar, hiç kuşku yok ki, saldırı sonrasında da bir “laiklik” tartışmasının çıkmasını tasarlamışlar.
Ne var ki, mevcut ortamda, yani her hafta kanlı bir eylemin yapıldığı, Türkiye’nin saldırı altında olduğunun 79 milyon tarafından görüldüğü bir ortamda, Reina saldırısının ardından bu algıyı, bu mesajı adrese ulaştırabilmek mümkün değil.
İşte orada, devreye başka araçlar giriyor.
Gözü dönmüş saldırgan kan akıtarak örgütlü terör eyleminin sadece yarısını gerçekleştiriyor; eylemin diğer yarısını ise, saldırıdan sonra devreye giren o araçlar ifa ediyorlar.
Kimdir bu araçlar? Saldırıdan sonra laiklik tartışmasını, yaşam tarzları, farklılıklar tartışmasını açarak, terör eylemini tamamlayanlar kimler?
Üstü kapalı yazmaya hiç gerek yok: Daha ilk andan itibaren, CHP milletvekilleri attıkları sosyal medya mesajlarıyla konuyu laikliğe getirdiler. Doğan Medyası, Hürriyet ve CNNTürk, ilk anlardan itibaren konuyu laiklik üzerinden konuşmaya başladılar. Dünyaya verilen İngilizce mesajlar laiklik etrafında döndü. Sosyal medyadaki provokatör hesaplar ve sahte hesaplar aynı anda hep bir ağızdan “laikliğe saldırıyı” vurguladılar; yetmedi, Alevi-Sünni ayrımını bile kaşıdılar.
Şehit Savcımız Mehmet Selim Kiraz’ın DHKP-C’li katillerine övgüler düzen Cumhuriyet Gazetesi Stajyeri ve Halkevleri üyesi şahıs, Reina saldırısını fırsat görerek, kahvehanelerde ayrımcı, kışkırtıcı, şiddete çağıran bir bildiri okudu. Gözaltına alınan DHKP-C sempatizanı genç kıza, CHP’nin milletvekilleri, üst yönetimi, hatta CHP Genel Başkanı, “laikliği savunanı gözaltına aldınız” diyerek çok güçlü şekilde sahip çıktılar.
Kanlı bir saldırının, arkasında tarifsiz acılar bırakan bir saldırının, toplumun fay hatlarını kaşıyan, tahrik edici, ayrıştırıcı, parçalayıcı bir tartışmaya dönüşmesi ilginç değil mi?
Türkiye’nin en eski siyasi partisinin ve en büyük medya grubunun, terör eylemini, tam da tasarlandığı, tam da kurgulandığı gibi, adrese teslim eden araçlar olması dikkat çekici değil mi?
Ne yazık ki bu ilk defa olmuyor. 27 Mayıs darbesinin taşlarının döşenmesinden 12 Eylül’e bahane oluşturan anarşiye; PKK’nın doğup büyümesinden Fetullah Gülen’in yeşertilmesine kadar bir çok tatsız olayda CHP’nin ve bugün Aydın Doğan medyası olarak tezahür eden uzaktan kumandalı medyanın etkin rolü var.
Bu rolü tartışmadığımız, sorgulamadığımız müddetçe, Türkiye tatsızlıklara sahne olmaya devam edecek. İçeriden destekçi bulduğu müddetçe terör can almayı, kan akıtmayı sürdürecek.
Teröre karşı tek yürek olabildiğimiz, acılar üzerinden ayrıştırmaya dur dediğimiz, saldırılardan sonra daha da kucaklaştığımız gün, inanın, terör bu ülkeden kendiliğinden defolup gidecek.
Terör örgütleri ve eylemleri arasında ayrım yapan; acılar üzerinden ayrışmayı kışkırtan, terörün mesajını adresine teslim eden, hiç kusura bakmasın, terörün parçasıdır.
devletin vize konusunda yeni bazı önlemeler alması gerekiyor çok sıkı kontroller ve kısıtlamalara gidilmesi lazım elini kolunu sallayan teröristler vize alıp girmişler ülkeye bu nasıl oluyor sınırdan yasa dışı geçenleri bir yere kadar anlıyoruz 1300 kmlik sınır kolay kontrol edilemez ama bu adam vizeyle girmiş ailesine ev tutmuş kimse kimsin nesin nerden geldin niye geldin diye sormamış güya ülkede ohal var bu nasıl ohal ben ak partili bir seçmenim ve hükümetin bizleri korumak için daha ciddi tedbirler almasını istiyorum herkesi ülkeye almasınlar ipini koparan burda suriyeden gelen evsiz barksız savaş mağduru insanlar dışında kimse gelmesin kardeşim buraya şaka maka değil 3 cephede savaş veriyoruz resmen turizmmimiz de eksik oluversin vatan elden gidecek artık ohal olduğunu hissettirecek tedbirler alınsın gerekirse fransadaki gibi sokaklarda ağır makinalı silahlı askerler dolaşsın