Feyzioğlu Sen Neredeydin?
Ve Tebbet! nidasına muhatap elleriyle kuru odundan sıra kapaklarına vuruyorlar, ve belki hurma lifinden değil ama ceylan derisinden; kırmızı, kan kırmızı, utanç kırmızısı koltuklarına yaslanıp sıra kapaklarına biteviye vuruyorlardı. Ve kadının yüzü kızarıyordu. Derken, içlerinden en cesuru, hem siyaseten hem de bedenen mevta olanı fırlıyordu kürsüye ve kusuyordu kinini mümessili olduğu vesayet namına! Burası devlete meydan okunacak yer değildir! Bu kadına haddini bildiriniz!
“Zeitgeist”i idrak edemeyenler bu sefer Bitirdim! Bitirdim! Bitirdim! Bitirdim! diyerek metamorfoza uğramış bir şekilde Danıştay kürsüsünden zuhur ediyor, aynı bakışı, aynı duruşu, aynı üstten tavırlı kibirli yaklaşımı sergiliyordu. Vesayet adına!
Ancak hesaplanamaz, hesaba kitaba sığmaz, hesapların üzerinde hesap sahibi olana bağlı olandan cevap geliyordu; Edepsizlik Etme! Haddini Bil! Burası devlete ayar verilecek yer değildir!
Atanmış olanların seçilmiş olanlara ayar verdiği, hizaya çektiği, kimi zaman astığı kimi zaman da zehirlediği günlerin çok ötesine geçilmişti oysa. Hem “zeit” değişmişti hem de “geist” oysa. “Zeit” artık yüksek yargı toplantılarında kulak hizalarını iki karış aşan cübbelerin içine gömülmüş, her türlü ifadeden yoksun mermerasâ suratlarıyla atanmışların, karşılarında tir tir titreyen seçilmişlere had bildirip seviyelerini gösterdiği yerine göre istifaya zorladıkları zamanlar değildi. “Geist”de değişmiş, insanların onca yolsuzluk iftiralarına, yalan talan çalan söylemlerine prim vermediği, hem dünyanın gidişini, hem de ülkenin seyrini iyi okuduğu, buna göre cevabını sandıkta verdiği ve bir öncekinden daha yüksek oy vererek idarecilerini tekrar onayladığı bir hale evrilmişti.
Davetli olduğu bir protokol toplantısında üzerine hiç vazife olmadığı halde devletin seçilmiş idarecilerine, başbakana, cumhurbaşkanına had bildirmeye, hiza ve ayar çekmeye çalışan Sayın Feyzioğlu çağın gerisinde kalmış ve “Zamanın Ruhu”nu okuyamamıştır. Yapılacak şey nezaket icabı orada bulunan devlet erkânına sınırlı ve süreli bir şekilde, temsil ettiğiniz kurumun görüşlerini aktarabilmek, belki de mensubu olduğunuz meslek namına sorunları dile getirmek için konuşma yapmak iken ne göreviniz, ne de yetkiniz olmaksızın siyasetten sanata, spordan sosyal medyaya, adeta haldeki sebze fiyatlarından barajlardaki doluluk oranlarına her konuda ahkam kesmeniz, ve sonunda da mini mini yavrularım, seçimlerde çok itişip kakışmayın e mi, uslu uslu seçiminizi yapıp birbirinizi güzelce kucaklayın tadında üstten bakışla davranış modeli tanımlamanız sizi bambaşka bir yere taşımıştır.
Bunun sizi taşıdığı yer dışarı! dışarı! diye bağrışanların bulunduğundan farklı bir yer değildir. Konuşmanızda mümessili bulunduğunuz avukatların misafiri bulunduğunuz idari yargının tepe kurumu olan Danıştay ve idari yargı teşkilatıyla yaşadığı sonsuz ve sınırsız sorunlara hiç değinmemeniz sizin nerede durduğunuzu zaten çok iyi gösteriyor. Sanki vekâletname ibraz etmeden dosya inceleyemezsiniz diyen idari yargı değilmiş gibi, sanki hukuk davalarında uyaptan görüntülenen safahat sorgusunu göstermeyen idari yargı değilmiş gibi, sanki bir dosyadaki baro pulu eksiği için sekiz ay yazışma yapıp sonra da süreden ret kararı veren idari yargı değilmiş gibi, sanki bitmiş binanın inşaatını durduran idari yargı değilmiş gibi, sanki kalemlerine iş takibi için gelen avukatlara vebalı muamelesi yapılan, kendi dosyaları bile gösterilmeyen mahkemeler idare mahkemeleri değilmiş gibi siz tutuyorsunuz kuştan böcekten, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden dem vuruyorsunuz. Oysa zaman değişti Sayın Feyzioğlu, zamanla birlikte Zamanın Ruhu da değişti. Artık insanlar kuru hamasi söylemlere, bürokrasi elitinin iş yapan, icraat yapan, yerine göre asılan yerine göre zehirlenen, yerine göre de hak ettiği kürsüden dışarı! nidalarıyla kovulan idarecilerine had bildirmesine prim vermiyor. İnsanlar, ülkesini tanımlandığı ve tasarlandığı dar kalıpların dışına çıkarmaya çalışan, egemenliği elinden alınmış halkı yeniden egemen kılmaya çalışan, bu uğurda terörü bitirmek için kefenini giyen, kendi yol arkadaşlarınca arkasından hançerlenen, asıl güç ve söz sahibinin millet olduğuna inananlara, bu uğurda sayısız icraat yapanlara prim veriyor. Mağduru ve mazlumu korumak için Van depremine dikkat çekmeniz güzel de Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal yardım ve insani desteğine konu olan faaliyetleri görmezden gelecek şekilde bunu yapmış olmanız gerçekten iç karartıcı.
Had bildirmeye çalıştığınız kişiler depremin hemen saatler sonrasında olay mahallinde iken sahi siz neredeydiniz?
Litai’de miydiniz yoksa?
Kimi kasaba, kimi ülke, kimi dünya çapında siyaset yapar. Allah’a hamd olsun ki Recep Tayyip Erdoğan’ımız kainat çapında siyaset yapıyor. Ve biz inanıyoruz ki bu zulüm düzeni değişecek.
Yalnız bu harbi kafirlere anladıkları dilden konuşmak lazım
Benimki bitmedi Metin, hele biraz daha dişini sık, eyceymiş, bu güne kadar nerdeydin gavur.